Yunan mitolojisine çok bilinen bir karakter vardır; hani şu belden yukarısı insan, aşağısı keçi, kafasında ise bir çift boynuzu ve keçi sakalı olan Pan. Bu karakter aslında Çobanların Tanrısı’dır. Elinde flütü ile kırlarda dolaşır ve pastoral melodiler çalar. Bu haliyle sevimlidir aslında ancak insanların karşısına birden çıktığında onların korkmasına neden olur. İnsana korku salmasından dolayı ‘panik’ sözcüğü de onun adından gelmektedir.
Bu mitolojik karakter tüm bunlara rağmen kimi zaman sevimli tarafı bir yana bırakılarak korkutucu tarafıyla ele alınır. Sinemada ve edebiyatta bunun pek çok örneklerini görmek mümkündür. Sinemayı bir yana bırakıp edebiyat tarafına baktığımızda bunun en iyi örneklerinden biri de Arthur Machen tarafından kaleme alınan ve yazıldığı dönemde büyük yankı uyandıran Yüce Tanrı Pan romanıdır. Machen’in bu romanı Guillermo del Torro’nun senaryosunu yazıp, yönetmenliğini yaptığı, 3 akademi ödüllü, 2006 yapımı Pan’ın Labirenti filmine de ilham kaynağı olmuştur.
“Korkutucu. Kitabı tekrar sandığa koyup kilitle, Austin. Senin yerinde olsam yakardım hatta; sandıkta bile olsa korkutucu bir eşya o.”
Yüce Tanrı Pan kitabında olaylar Dr. Raymond’ın “Yüce Tanrı Pan’ı görmek” deneyinin ardından başlar. Dr. Raymond aslında konuyu gizli yürütmez ancak onun fikirleri pek ciddiye alınmamaktadır. Hatta Bay Clarke bile bizzat şahit olana kadar Doktor’u pek de ciddiye almaz ancak gördüklerinden sonra bambaşka bir insana dönüşecektir.
Dr. Raymond’ın deneyinin ardından Londra’da esrarengiz olaylar meydana gelmeye başlar. Şehrin üst tabakasından insanlar nedeni anlaşılamayan bir şekilde ölmektedir. İnsanlar ölümlerin normal olmadığının farkındadır ancak yapılan araştırmalar bir sonuç vermemektedir.
Yine kentin üst tabakasına mensup isimlerden Villiers bir gün üniversite yıllarından dostu olan Herbert ile karşılaşır ve yıllar sonra buluştuğu dostuyla uzun uzun sohbet eder. Herbert’in başına kötü şeyler gelmiştir. Bu konuda Villiers’i kısaca bilgilendirse de detay vermekten sakınır. Ancak Villiers’in karşısına çıkanlar onu tam da gizemin kalbine çeker. Artık Villiers’in aklındakilere yanıt aramaktan başka çaresi yoktur…
Yüce Tanrı Pan romanında mitolojik bir karakter olan Pan, 19. yüzyıl Londra’sının öldüren yüzü olarak karşımıza çıkar. Arthur Machen’in anlatımı o kadar canlıdır ki; bu kitabı okurken kendinizi olayların ortasında hissetmeniz işten bile değildir. Korku edebiyatının erken dönem ürünlerinden olan bu klasik eser, gerçekten türünün hakkını vermektedir. Öte yandan bu kitap dönemin Londra’sına ve toplumsal yaşantısına da son derece net bir şekilde ışık tutmaktadır.
Barış Tanyeri’nin çevirisiyle İthaki Yayınları’ndan okurlarla buluşan Arthur Machen’in Yüce Tanrı Pan romanı bu türe ilgi duyan ve henüz okumayanlar için görmezden gelinmemesi gereken bir eser… Roman, yayınevinin Karanlık Kitaplık serisinin beşinci kitabı. Eğer korku edebiyatına ilgi duyuyorsanız sadece Yüce Tanrı Pan ile kalmayıp serinin diğer kitaplarını da bir an önce okumaya başlamanızı şiddetle tavsiye ediyorum.
“Neden mi? Çünkü adamın yüzüne bakınca kanım dondu. İnsan gözlerinden öylesi bir cehennemi tutkular karışımının fışkırabileceğini düşünmezdim; bakarken neredeyse bayılıyordum. Kayıp bir ruhun gözlerine baktığımı biliyordum, Austin, adamın dış formu aynı kalmıştı ancak içi cehennemle doluydu.”