Okumanın ne yaşı ne zamanı olur. Her zaman okumalı… Yaz aylarını bekleyip, tatil planları yapanlar; yola çıkarken kitapları yanınızdan eksik etmeyin. Seçim haftasını pas geçtikten sonra bu hafta sizler için bir kitap önerisi listesi hazırladık. İşte yeni çıkanlar arasından seçtiğimiz 20 kitap…
1. Leon (Sylvain Chomet / Karakarga Yayınları)
Oscar’a adaya olan Les Triplettes de Belleville (Belleville’de Randevu) animasyonunun yaratıcısı Sylvain Chomet ve usta çizgi romancı Nicolas de Crécy’den…
Leon olarak bilinen Leonce Houx-Wardiougue, büyük bir kozmetik fabrikasının kurucusudur. Oğlu Aymard, Leon’dan şirketi devralıp modern bir girişim kurmaya çalışmaktadır. Leon’un büyük torunu Geraldo-Georges ise büyük büyükbabasının yüzüncü doğum günü için düzenlenecek pazarlama kampanyasından sorumludur. Aymard, bakir ve ürkek oğlunu hor görse de, Leon torunu Geraldo’yu gerçek hayata sokmaya kararlıdır.
René Goscinny – En İyi Senaryo ve Angoulême – En İyi Albüm ödülünü alan Leon, Sylvain Chomet ve Nicolas de Crécy’nin yarattığı, çağdaş Fransız çizgi romanı klasiklerinden.
Özgün bir anlatım biçimi, sıra dışı bir burjuvazi eleştirisi, sürrealist sahnelerle bezeli tuhaf bir gerçeklik.
2. Aşktan ve Devrimden Konuşuyorduk-Oya Baydar ile Nehir Söyleşi (Ebru Çapa / Ağaçkakan Yayınları)
“Yetmiş yedi yaşındayım; sadece Türkiye’de değil dünyada da aydınlık bir gelecek umudunun yeşerdiği dönemi yaşadım, sonra umutlarımızın çöküşüne tanık oldum ve bugünlere geldik.
Bu sürecin hem tanığı, hem sanığı, hem kurbanı olan bir kadının hikâyesi olarak okunursa ilgi çekici olabilir belki.”
3. Kozmopoetika (Mehmet Yaşin / Yitik Ülke Yayınları)
“Küresel dönemdeki ortak hikâyemizi anlatan Mehmet Yaşın’ın denemeleri düşünsel açıdan zengin ve belagati kuvvetli… İncelemelerle iç içe sunulan şiirler konuya uygun düşmekle kalmayıp, asıl noktaya parmak basıyor.” —Francis Mulhern
“(Kozmopoetika), paradigmalar çerçevesinde değişen algılamaları, kabulleri bozan bir yapıt. Yerinde tespitlerle, sümenaltı bilgileri gün yüzüne çıkararak insana farklı bir boyut katıyor. Dünya yurttaşlığının kapılarını aralayacak özgün fikirler öne sürüyor Mehmet Yaşın. Çeviri edebiyatlara getirdiği sıra dışı yorum konusuna ne kadar hâkim olduğunu gösteriyor… Çokdilliliği ve çokkültürlülüğü, kendi hatıra ambarından çıkarıp sunuyor. Sıkıcı edebiyat metinlerinden uzak, sürekli okuru içine çeken bir bütün oluşturmuş… Evrensel düzeyde kabul gören yazarlara, şairlere baktığımızda, evrensel olmalarını sağlayan ana unsurun, derinde yatan bu sorgulamaları olduğunu görüyoruz.” —Ceng Milan
“Kıbrıs, Yunanistan ve Türkiye edebiyatlarıyla ilgili incelemesinden hareketle ‘üveyanadil’ kavramını türeten Mehmet Yaşın, bölgesel bir olgu ötesinde, dille ilişkili önemli bir durum üstüne tespitler yapıyor. Çokkültürlülüğü aşkın bir melez kültür boyutuyla kavramsallaştırdığı ‘üveyanadil’, rahatlıkla İtalyan ve diğer Akdenizli edebiyatlara uygulanabilir.” —Costanza Ferrini
“Mehmet Yaşın’ın şiirlerini okuduğunuzda, tüm Modern Kıbrıslı Şiiri’nin en önemli temsilcilerinden biriyle karşılaştığınızı anlarsınız. Bunun ötesinde, edebiyat eleştirileri ve antolojik incelemeleriyle, Kıbrıs edebiyatının yeniden tanımlanmasında rol oynuyor.” —Stephanos Stephanides
4. İstanbul’da Bekar Kadın Olmak (Ceren Lordoğlu / İletişim Yayınları)
“Akşam eve döneceğimiz saate göre rota belirlemek, evden çıkarken şehrin nerelerinden geçeceğimize göre kıyafet seçmek gibi gündelik hayatımıza dair ayrıntılar yanında bir de pek görünür olmayan konular var: ekonomik imkânlarımız dolayısıyla seçme imkânımız varsa, şehrin neresinde oturmak daha güvenli ve rahat? Mahalle hayatı, çocuğu olan bekâr bir kadın için siteye göre daha mı güvenli? Yaşadığımız yerde çevremizle kuracağımız ilişkilerin sınırları olmalı mı? Erkek arkadaşlarımızın eve girip çıkması sorun olur mu? Ailemizin ya da arkadaşlarımızın oturduğu mahallede yaşamak, kolaylaştırıcı olabilir mi?”
Şehirde yalnız yaşayan kadınlar, fizikî şiddet tehdidiyle sınırlı olmayan korkuların kıskacındalar, çoğunlukla. Adeta davranışlarına, bakışlarına sinmiş bir ihtiyatla yaşıyorlar. Gözetilmiyor ama gözetleniyorlar. Sadece sosyal ilişki rejiminin ve mekânların “erkekliği” değil, bekâr kadınların sosyal politikaların menzili dışına itilmiş olması da, onların yaşamını zorlaştırıyor. Oysa, yalnız yaşayan -kimisi de çocuklu- kadınların varlığı, özellikle büyük şehirlerde giderek genişleyen bir vakıa.
Ceren Lordoğlu, mekâna feminist açıdan bakan çalışmasında, İstanbul’da farklı sınıfsal ve kültürel konumlardan bekâr kadınların bu meseleyle nasıl baş ettiklerini inceliyor. Nasıl taktikler geliştiriyor, arkadaş, aile, komşuluk, mahalle ilişkilerini nasıl kuruyor ve nasıl hissediyorlar?
5. Porsuk Durgun Akardı-Mustafa Çalıkuşu Anısına (Ersin Toker / Ayrıntı Yayınları)
Bu kitapta anlatılanlar bizlerin, hepimizin hikâyesi, ama esas olarak Devrimci Yol Hareketi’nin Eskişehir’de nasıl filizlenip geliştiğinin, eksiğiyle fazlasıyla nasıl vücut bulduğunun hikâyesidir. Muhtemeldir ki pek çok bölge ve şehir de benzer süreçlerden geçmiş, benzer ilişkiler ve çelişkiler yaşamıştır. Bu nedenle bu kitap bir bakıma haddini zorlayarak siyasi hareketin Eskişehir ölçeğinde yaratılmış bir laboratuvarı işlevselliğine de soyunmuş oldu.
Bu hikâye, Mustafa Çalıkuşu’nun yaşamöyküsüyle taçlandırılmıştır. Azmin, direnmenin ve tırnakla kazılarak yaratılmış bir yaşamın kahramanı olan Mustafa Çalıkuşu, hikâyemizin başından sonuna dek yanımızda yürüyecek ve elindeki kılavuz feneriyle yolumuzu aydınlatacaktır…
6. Demir Kafes-Max Weber ve Weberci Marksizm (Michael Löwy / Ayrıntı Yayınları)
Marx ve Weber, içinde yaşadığımız dünyayı anlamak için vazgeçilmez öneme sahip iki düşünür. Bu dünya ki, 19. yüzyıldan farklı biçimlerde olsa da hâlâ kapitalist olmayı sürdürmekte. Kuşkusuz, bu iki yazarın sunduğu kuramsal araçlar bazı günümüz gerçekliklerini -örneğin ekolojik krizi- anlamamızda her zaman yeterli olmuyor; ama bu kesinlikle daha az önem arz ettikleri anlamına gelmez. Zira kendini bireylere amansız bir alınyazısı gibi dayatan gayri şahsi güçlerin -piyasa, finans, borçlanma, krizler, işsizlik- bütüncül iktidarına her zamankinden daha çok, Marx’ın ya da Weber’in döneminde olduğundan çok daha fazla boyun eğer durumdayız. Hiçbir dönemde, modern sınai kapitalist uygarlığın çelikten kuralları, halklar üzerinde bu denli baskıcı ve zorlayıcı bir güç uygulamamıştı. Yeni kuşak yazarlardan Aurélien Berlan’ın yazdığı gibi, tüm veçheleriyle dış mihraklarca yönetilen bir dünyanın boyunduruğunda kısılıp kalmışlık hissi her alanda daha da güçlenmekte.
Fritz Lang’ın “Metropolis”inin ilan ediyor göründüğü gibi, gelecek zamanların köleliğine mahkûm muyuz? Bu bir Verhangnis, yani önüne geçilemez, hiçbir şekilde kaçmanın mümkün olmadığı kör bir talih midir? Marx’ın kanaati asla bu yönde değildi; ne Weberci Marksistlerin ne de Adorno ve Horkheimer’ın tüm radikal karamsarlığına rağmen. Acaba Weber’in kanaati bu muydu diye sorabiliriz kendimize. Kaldı ki eserinin bazı bölümleri bunu doğrular nitelikte: Onda bazen Nietzscheci “kahramansı bir boyun eğişi” buluyoruz. Ama bazen, eserinin bazı bölümlerinde, bilhassa Protestan Ahlakı’nın son paragrafları, bize tam tersine, ütopyaya, Ernst Bloch’un Wunschlandtschaften olarak adlandırdığı “arzu manzaraları”na açık bir pencere bırakmış görünüyor. Bunu, Antonio Gramsci’nin sözünü ettiği, aklın karamsarlığı ile istencin iyimserliği arasında kurulan vazgeçilmez ortaklık olarak görebiliriz: işte elinizdeki kitap da, atkı ve çözgülerinin bu ortaklığında dokunmuştur. —M. Löwy
7. Kitlelerin Psikolojisi (Gustave Le Bon / Koridor Yayıncılık)
Gustave Le Bon’un Kitlelerin Psikolojisi kitabı, günümüzün en önemli olgularından biri hakkında muhteşem bir inceleme olmasının yanı sıra, bir asır öncesinden gelen bir uyarı niteliğinde. Kolayca manipüle edilebilen, ilkel içgüdüleriyle hareket eden ve saldırganca davranmaya meyilli olan kitleler, modern dünya için tehlike arz ediyor. Kitlenin içinde kaybolmuş bireyler muhakeme yeteneklerini kaybederek, neredeyse barbarca hislere kapılıp sürüklenirler ve bu yıkıcı gücün kontrol edilmesi ülkelerin temelini oluşturur.
Le Bon ayrıca kitleler için liderin öneminden ve liderlerin sahip olması gereken özelliklerden de bahsediyor. Ona göre kitlelerin ruhunu tanıyan bir lider, onu istediği yöne rahatlıkla sürükleyebilir. Tam da bu yüzden her dönemde politikacıların başucu kitaplarından biridir. Hatta kitlelerin psikolojisini anlamak, halk hareketlerinin yükselişe geçtiği günümüzde, belki de çok daha önemlidir.
8. Güle Batır Öfkeni (Özge Sönmez / Manos Kitap)
Gıda-İş Sendikası ve Manos Kitap ortaklığıyla bu yıl üçüncüsü düzenlenen “Sennur Sezer Emek-Direniş Öykü ve Şiir Ödülleri”nde şiir dalında birincilik Güle Batır Öfkeni adlı dosyasıyla layık görülen Özge Sönmez yeni bir okumaya davet ediyor şiirleriyle. Bazen hınzır bir dize sizi telef etmek üzere karşınıza dikilirken bazen de bir kadının sesindeki lirizm aşka dair kırgınlığı dile getiriyor. Yaşadığımız günler soluk alıyor Manos Kitap tarafından yayımlanan Güle Batır Öfkeni dizelerinde. Kitap boyunca bir kadın, memleketin ve dünyanın halini sorguluyor aşk acısı çekerek. Kurumuş çeşmelerin sesi duyuluyor içten içe.
Barışa ve dostluğa uzatıyor elini; tutabileni yukarı çekiyor ya da onunla birlikte hırçınlığın koyağında devam ediyor yol almaya şair.
Kendiyle ve hayatla dalga geçmenin, ciddi adamların façasını bozmanın şiirini yazıyor Özge Sönmez.
Buralı, içeriden bir ses; ama dünyanın ortak değerleri için yontuyor kalemini şair; başka dillerden şairlerle akraba olduğunu saklamak gereği duymadan ses veriyor kitap boyunca.
Ne mutlu Sennur Sezer’e bir kardeşi daha oldu…
9. Kaybolanın Hikayesi (Cem Kertiş / Manos Kitap)
Gıda-İş Sendikası ve Manos Kitap ortaklığıyla bu yıl üçüncüsü düzenlenen “Sennur Sezer Emek-Direniş Öykü ve Şiir Ödülleri”nde öykü dalında birincilik Kaybolanın Hikâyesi adlı dosyasıyla Cem Kertiş’in oldu. 27 öykünün toplamından oluşan Kaybolanın Hikâyesi, Manos Kitap etiketiyle yayımlandı.
“Yürüdüm nereye gittiğimi bilmeden. Sokak sokak, insan insan dolaştım şehri. Bahçesinde limon ağaçları olan bir meyhane bulamayacağımı bile bile aradım… İçinde oyunlar oynanan parkları, hırsla değil de şefkatle büyütülmüş çocukları bile bile aradım…”
Yalnızlıkla rüyanın iç içe girdiği ve korkuyu beslediği yerde başlayan bir bozgun belki de Cem Kertiş’in öyküleri. Uzaktan değil, yakından ses veriyor. Susmanın şiddeti gibi hissediliyor yazdıkları ama aslında gitmek için değil, kalmak ve soru sormak için bir araya gelmiş öyküler. Yazmanın olanaklarıyla harmanlanmış, kurguyla gerçeğin şiddetli uyumsuzluğuna rağmen konuşkanlığı dolaşıyor sayfalar arasında.
Bazı okullar ve bazı kitaplar var yazarın özgeçmişinde; ama Kaybolanın Hikâyesi yeterince boşluğu yanıtlaıyor ya da saklıyor içinde…
10. Nefret Oyunu (Sally Thorne / Yabancı Yayınları)
Düşman (isim):
1) Bir insanın yenemediği ya da üstesinden gelemediği bir rakip
2) Bir insanın felaketi
3) Joshua Templeman
Lucy Hutton ve Joshua Templeman birbirlerinden nefret ediyordu. Bu sadece hoşlanmamak ve birbirlerine katlanmak zorunda kalmak da değildi. Gerçekten nefret ediyorlardı. Ortak iki CEO’nun asistanları olarak karşılıklı çalışırken, duygularını pasif agresif yollarla birbirlerine göstermekten de hiç çekinmiyorlardı. Lucy, Joshua’nın işine neşesiz, sıkıntılı ve titiz yaklaşımını anlamıyor, Joshua ise Lucy’nin parlak elbiselerinden, acayipliklerinden ve iyimser tavrından dolayı hayrete düşüyordu.
Şimdi, aynı terfi için çabalarken çekişmeleri doruk noktasına ulaşmış ve Lucy, bu son oyunları neredeyse onu işinden edecek olmasına rağmen geri adım atmayı reddetmişti. Fakat Joshua ve Lucy arasındaki gerilim kaynama noktasına gelecek ve Lucy, belki de Joshua’dan nefret etmediğini fark etmeye başlayacaktı. Hatta belki de Joshua’nın da ondan nefret etmediğini. Yoksa bu sadece başka bir oyun muydu?
“Plajda bir gün için mükemmel bir seçim olacak mutlu bir hikâye, gerçekten harika.” –Kirkus Reviews
“Komik, zekice, yeni ve ilk sayfasından en sonuna kadar tamamen eğlenceli. Kesinlikle öneriyorum.” –Susan Elizabeth Phillips, New York Times çoksatan yazarı
“Bağımlılık yapacak, büyüleyici bir ilk kitap. Nefret Oyunu aşk (ve nefret) ve heyecanla dolu.” –Christina Lauren, New York Times çoksatan yazarı
“Sally Thorne, aşk hikâyelerinde kahkahayı özleyenlerin isteklerini yerine getiriyor. Karakterlerin sivri zekâlarının birbirleriyle çarpışması son derece komik, iğneleyici, seksi ve gerilimle dolu. Sonuç, Joshua daha Lucy’nin kalbini çelmeden okuru kendine âşık edecek. Haylaz, alaycı, romantik bir hikâye.” –Sarah MacLean, Washington Post
“Muhteşem, iğneleyici ve çok komik, yeni bir ses. Nefret Oyunu romantik komedi dünyasını kasıp kavuracak. Bugüne kadar okuduğum en iyi kitaplardan biri.” –Kristan Higgins, New York Times çoksatan yazarı
“Bazılarınız sadece ofisten uzaklaşmış olmak için plajlara kaçmış olabilir ama bize göre bu komik ve romantik ofis komedisi fikrinizi değiştirebilir. Lucy ve Joshua’nın hikâyesini keyifli ve seksi bulacağınızı biliyoruz.” –Bookish
“Thorne, dikkat edilmesi gereken güçlü bir yazar. İlk kitabı okurların, her ne oyun oynarlarsa oynasınlar Joshua ve Lucy’yi desteklemesine sebep olacak.” –Library Journal
11. Altın Çocuk (Eli Gottlieb / Yabancı Yayınları)
People Magazine Haftanın Kitabı
Washington Post 2015 Onur Ödülü
Library Journal 2015’in En İyi On Kitabı Seçkisi
Bookpage 2015’in En iyi Beş Kitabı Seçkisi
Otizmi için “terapi topluluğunda” yaşamak üzere Payton Yaşam Merkezi’ne on bir yaşındayken yollanan Todd Aaron, artık ellili yaşlarına gelmiş ve yaşam merkezinin “yaşlı kurdu” olarak anılmaya başlanmıştı. En çok sevdiği şeylerden biri ansiklopedileri tekrar tekrar okumak olan biriydi fakat evini paylaşmak zorunda kaldığı yeni ev arkadaşı ve ürkütücü görünümlü yeni bakıcı yüzünden tedirgin oluyordu. İşler, yeni gelen tek gözlü bir hastanın onu, kendini tekrar “normal” hissedebilmesi için ilaçlarını bırakmasına ikna etmesiyle daha da kötüye gidiyordu. Bunların hepsi birleşince Todd, çocukluğunda yaşadığı eve geri dönme hayalini sonunda gerçekleştirmeye karar vermişti. Tek ihtiyacı, bir haritaydı.
“Gerçek ve can alıcı… Sayfalardan çıkıp sizi etkileyecek olan Todd Aaron, öyle özgün ve özgür ruhlu ki, peşinden her yere gitmek isteyeceksiniz. Sadece tarafını tutmakla kalmayacak, geleceğinin kontrolünü ele geçirmesi için onunla beraber savaşacak ve direneceksiniz. Tek seferde romanı bitireceksiniz ve söz veriyorum, kitap bittiğinde Todd’u özleyeceksiniz.” –Washington Post
“Etkileyici… Todd’un zihni okuru ele geçirmekte o kadar başarılı ki okur, ana karakter dünyayla yüzleştiğinde onun adına büyük bir sevgi ama aynı zamanda korku besliyor. Uçuşu her ne kadar tehlikeli olsa da biz yeryüzündekiler olarak, Todd’un havalanması karşısında büyülenmeden edemiyoruz.” –New York Times Book Review
“Çarpıcı. Kitabın aşıladığı empati sizi sarıp sarmalayacak.” –The New Yorker
“Güçlü ve sürükleyici. İnce ve nazik bir ruhun duygusal bir portresi. Bütün okurlara öneririm.” –Library Journal, starred review
“Çocukluk döneminde otizm hakkında yazılan onca kitap arasından bu roman, orta yaşta otizmin nasıl olduğu konusunda ferahlatıcı ve yeni bir bakış açısı getiriyor. Zekice ve empatiyle yazılmış.” –Andrew Solomon
“Çabucak okunuyor ve hikâye inanılmaz sürükleyici… Gottlieb, Todd’un iç monoloğunu büyük bir ustalıkla yazmış.” –Publishers Weekly, starred review
12. Zorla Yerleştirmeden Yerinden Etmeye (Sema Erder / İletişim Yayınları)
“Ne yazık ki, Türkiye’de toplumun çoğunluğu, geçmişinde göç ve yerleştirmeyle ilgili acılı anıları olsa da, iskân kurumunun bugünkü dışa kapalı ve yabancı korkusuyla zedelenmiş arkaik anlayışını destekliyor. Oysa, bugünün mağdurları olan yabancıların, mültecilerin, sığınmacıların konumu, ancak ‘insan hakları’ fikrinin yaygın olarak benimsenmesi ve içselleştirilmesiyle iyileşebilir. Aynı şekilde, ne yazık ki, kentlerde ve kırsal alanlarda yerinden edilenler ve kamulaştırma mağdurları adeta çoğunluğun sessizliğine muhataptırlar.”
Toplum mühendisliği laf›n›n sosyal bilimlerden günlük politikaya sirayet ettiği günümüzde, bu “mühendisliğin” en etkili araçlar›ndan olan iskân politikalar›n›n pek az dikkat çekmesi, pek az tart›ş›lmas›, çarp›c› bir çelişki. Şehircilik ve nüfus çal›şmalar›n›n ülkemizdeki önemli ustalar›ndan Sema Erder’in kitab›, bu tart›şmay› aç›yor. Kitap ayn› zamanda, Türkiye’nin tarihini iskân politikalar› üzerinden okumam›z› sağl›yor: Türkiye-Yunanistan Nüfus Mübadelesi… Kürtler ve Aleviler’in zorla yerleştirilmesi… Ulus-devletin yap›taş› mahiyetindeki 1934 ‹skân Kanunu… Yeni devletin “kurucu unsuru” olmaktan “d›ş Türkler” statüsüne Balkan göçmenleri… Son “şenlendirme uygulamas›” niteliğindeki 1974 K›br›s nüfus yerleştirmesi… 1980’lerin ikinci yar›s›ndan sonra “güvenlik amaçl›” kitlesel sürgünler… Osmanl›’da iskân kurumunun oluşumundan, Cumhuriyet dönemine, yerleştirme ve göçertmenin etkili bir yönetim mekanizmas› olarak işletildiğini görüyoruz. Erder, günümüzdeki iskân anlay›ş›n› süreklilik ve değişim boyutlar›yla ele al›rken; gerek afetler gerek kamu yat›r›mlar› nedeniyle yerinden edilip mülksüzleştirilenlere de bak›yor ve yeni ‹skân Kanunu’nun inşaat sektörünün “kolaylaşt›r›c›s›” olma işlevine dikkat çekiyor.
13. Mavi Ceketli Kadın (Kaan Demirdöven / A7 Kitap)
Adeta gök yırtılmış ,sur üfürülmüştü.Kulakları sağır eden bir ses kol geziyordu şehrin semalarında…Jet sesleri tanklardan atılan bombaların patlamalarına, silah sesleri canhıraş feryatlara karışıyordu…Tam bir kaos hakim olmuştu geceye.15 Temmuz gecesiydi; ve zamanın o düğümünde, kaosun bakışımsız düzeni mayalanıyordu…
İşte o melun gece, televizyonun başına geçip, TRT binasını basan darbecilerin mavi ceketli kadına zorla okuttukları korsan metni dinleyenlerin aklından şu geçiyordu: Bu metni kim yazdı? Bir metin ki kandırmak için gerçekleri söylüyordu! Peki ama bu nasıl mümkün olabilirdi? Hızla fenomene dönüşen metni yazan Kemal ile (ki kendisinden bahsederken üçüncü tekil şahıs kullanırdı) bu olaydan iki hafta sonra Karaköy’de bir kafede buluştuk; bana her şeyi tek tek anlattı. Konuşmasını bitirince, metal rengi minik bir flashbelleği bana uzatarak,
‘’Bunu sakla‘’dedi
‘’ Neden‘’ diye sordum.
Tuhaf bir ses ve yüz ifadesiyle ’’Dediğimi yap…O göklere öykünüyor…’’dedi
Dediği gibi yaptım…
Yapmasa mıydım?
14. Frida-Meksika’nın Vicdanı (Buket Şahin / Librum Kitap)
Frida, Meksika’nın Vicdanı kitabı, Meksika’nın ulusal kadın kahramanlarından Frida Kahlo’nun yaşamı boyunca ödün vermediği yurtsever, devrimci kişiliğini;
Tuvaline, 35 defa bıçak altına yatan yaralı bedenine çizer gibi büyüleyici gerçekliğini, acılarını yansıttığı öz portrelerini;
Popülist, yozlaşmış kültürün moda ikonu haline getirdiği giyitlerindeki Meksika yerlilerinin folklorik imgelerini;
“Ben devrimle doğdum” diyen Frida’yı Frida yapan Zapatista Köylü Devrimini ve 500 yıldır süregelen Meksika aydınlanmasını;
Frida’nın, Kafka ile örtüşen dönüşümü ve paradoksunu;
20. yüzyılın en büyük sanatçı aşklarından birini yaşayan, birbirini tamamlayan, ötelemeyen, aşk acısı ve aldatılmışlığına rağmen, tüm benliğiyle ve sanat aşkıyla ölene kadar sadık kaldığı eşi Diego Rivera’yı;
Devrim aşkıyla bağlı olduğu Troçki’yi;
Mavi Ev’deki, cennet bahçesini, dostlar sofrasını, çiçek ve hayvan sevgisini;
B. Traven, Octavio Paz, Eduardo Galeano, Carlos Fuentes gibi Meksika aydınlarının gözünden büyük ressamın gerçeğini;
Frida’yı ‘sürrealist’, ‘feminist’, ‘postmodern” gibi modern sanat çağının kalıp ve tuzaklarına düşürerek devrimci ve aydın kişiliğini görmezlikten gelen, Frida ve Diego’nun karşılıksız aşkını aşağılayanlara inat, hatıralarına bir saygı olarak yazılmıştır.
Buket Şahin, Meksika’nın devrimci geleneğinden, Maya, Aztek, Zapotek kültürünün süregelen, Chiapas Yaylalarında, Oaxaca Vadisinde yaşayan adsız kadın kahramanlarından beslenen Frida’nın yalın ve özentisiz dünyasına adayarak bu eseri yazmıştır.
15. Tristessa (Jack Kerouac / Siren Yayınları)
Yıl 1955, Meksika. Tavukların, horozların belanın kol gezdiği tekinsiz bir muhit. Barakadan hallice evler, tarifsiz eğlenceler ve yerlere serilerek noktalanan geceler. Yaşamın rutin perdesini delip de geçmek için başvurulan maddelerin etkisininde akıp giden serüvenler. Kerouac, Türkçede ilk defa yayımlanan ve en duygusal metinlerinden biri olan Tristessa’da aşkın peşinden gidiyor ama burada olan her şey, içinde zıddını barındırıyor ve mana arayışı maddeye, aşkın yolu ölüme, ölümün yolu yaratıya çıkıyor. Kerouac, genç ve marazlı bir kadına, Tristessa’ya tutuluyor. Kelimeler aşkla, hazla, ilhamla çağlıyor, ama kimse kimseye dokunmuyor; sevgi, bastırıldıkça çoğalıyor. Kerouac, aşkın ışığında kendini arıyor ve zihni, yüreğinin atışıyla çavlan misali şahlanıyor. Bir tutkunun ilanı, bir aşk şarkısı: Yaşama ve ölüme, Meksika’nın efsunlu göklerine, küçük sevinçleri ve büyük dertleriyle şu koca gezegeni arşınlayan yolcuların her birine, bize.
16. Günde Beş Kuruşa Sultan’ın İstanbul’u (Charles FitzRoy / Sola Unitas)
Bu eğlenceli ve bilgilendirici rehber, sizi İstanbul’un girişimci yolcular için gözde bir yer olduğu Büyük Tur dönemine doğru bir yolculuğa çıkarıyor. İstanbul bir sırlar kentidir. Denetimin yoğun olduğu Topkapı Sarayı’na nasıl erişebileceğinizi öğrenin ve Sultan’ın haremindeki cariyelerin cazibesi ve onları koruyan hadımlar hakkındaki söylentilerin ardındaki gerçeği keşfedin.
Hareketli çarşılardaki hüner sahibi, tecrübeli satıcılarla pazarlık yapmayı, Türk hamamında hangi heyecanların sizi beklediğini öğrenin ve dönen dervişlerin garip ritüellerine katılın. Veya Sultan’ı tüm şıklığıyla, görkemli mavnasında Boğaz’ı gezerken izleyin. Osmanlı’nın görkemli saraylarına ve süblizasyon camilerine, onlardan önceki Bizanslıların sanatsal ve mimari başarılarına –özellikle heybetli Ayasofya’nın görkemli bazilikasına- hayranlık ve saygı duymamayı imkânsız bulacaksınız.
Yol boyunca Sultan ve hareminden, Bab-ı Âli’yi tutan sadrazama, afili yeniçerilerden kendini beğenmiş elçilere, zengin tüccarlara, uzun beyaz sarıklı müftülere, peçelerinin ardına saklanan Müslüman kadınlara ve Avrupa’nın her köşesinden gelen ve Osmanlı İmparatorluğu’nun bir dizi müthiş milletine uzanan egzotik karakterlerle karşılaşacaksınız. Daha cesur olanlar, köle pazarında sunulan güzel kadınları görebilir, idam izleyen bir kalabalığa katılabilir ya da en tehlikeli kahvehane ve afyon batakhanelerindeki yasaklı lezzetleri tadabilir. Görkemli İstanbul şehrini ziyaret etmek için daha önce hiç bu kadar iyi bir zaman olmadı.
17. Bir Safdilin Hatıra Defteri (Arkadi Averçenko / Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları)
Arkadi Averçenko, 1920’de Bolşeviklerin Kırım’ı istila etmesi nedeniyle İstanbul’un yolunu tutan Rus göçmenlerden biriydi. Bir Safdilin Hatıra Defteri’nde İstanbul’da ve bir sonraki durağı Prag’da geçirdiği günleri anlatır. Aralarında hayatlarında ilk kez geçimlerini sağlamak için çalışmak zorunda kalan soylu ve zengin Rusların da bulunduğu göçmenlerin karşılaştıkları zorluklara odaklanırken İstanbul’u fon olarak kullanır. Hayatın yalnızca göçmenler için değil, yerliler için de çok zor olduğu işgal altındaki İstanbul’un genel atmosferine hiç değinmediği gibi, şehrin güzelliğine ya da barındırdığı tarihi hazinelere de iltifat etmez. Daha çok yabancı nüfusun yoğun olduğu Galata ve Pera civarında yaşayan Rusların ayakta kalma mücadelelerini son derece mizahi bir dille aktarır.
18. Yeşil Yol (Anne Enright / Yapı Kredi Yayınları)
Yeşil Yol, İrlandalı Madigan ailesinin birbirinden çok farklı kişiliklere sahip dört çocuğunun hikâyesini anlatıyor. Çocuklar birbirlerinden ne kadar farklı olsalar da anneleri aynı kişidir: Rosaleen. İletişim kurması ve idare etmesi zor bir kadın olan Rosaleen aslında çocuklarının bağlarının zayıf ve kopuk olmasının da esas sebebidir. Dünyanın dört bir tarafına dağılmış aile bireylerinin hayatlarından kesitler vererek ve karakterleri tek tek tanıtarak ilerleyen hikâye başladığı yerde, Dublin’deki eski aile evlerinde biter.
Man Booker Ödülü’nü kazanan çok satan yazar Anne Enright’tan aile bağları üzerine kolay kolay akıldan çıkmayacak, çarpıcı bir roman.
Anne Enright’ı yaşayan en iyi romancılar statüsüne çıkaran, kesinlikle okunması gereken bir roman. – The Times
Bağları zayıf aile bireylerinin taşıdığı ortak keder oldukça cesur ve parlak bir şekilde anlatılıyor. – Daily Telegraph
İrlandalı bir ailenin yaşamından kesitler taşıyan harika bir kolaj. – The Guardian
19. Zaman Parçaları (Rysa Walker / hep kitap)
Işık saçan madalyonlar, tarihte geri giderek yapılan değişiklikler, dünyayı yok etmeye hazırlanan tarikatlar, çıkılması gereken zaman yolculukları… hep kitap olağanüstü bir diziyi okurlarıyla buluşturmuştu geçtiğimiz aylarda: “CHRONOS Dosyaları!” Şimdi de Rysa Walker’ın yazdığı dizinin son kitabı Zaman Parçaları raflarda.
Kate’in çok zamanı kalmadı. İnsanlığın yarısını yok etmeye çalışan büyükbabasını durdurmak için verdiği mücadelede sona yaklaştı. Zaman sıçramalarını artırması, tarihte hızla oradan oraya savrulması, büyükbabasının zaman çizelgesinde yaptığı korkunç değişiklikleri düzeltmesi gerekiyor. Bu defa yanında ona destek olacak bir ekibi de var. Neye hizmet ettiğinden emin olmadığı, güvenip güvenmemesi gerektiğini bile bilmediği bir ekip…
Ne olursa olsun zamanı durdurmak imkânsız, o ilerlemeye devam ediyor. Peki treni yavaşça doğru raya çekmek mümkün mü?
20. Bu Dünyadan Nazım Geçti (Vâlâ Nureddin Vâ – Nû / Kırmızı Kedi Yayınları)
“Ben, birinci el olarak edebiyat tarihine vesikalar bırakmak arzusuyla ancak gözlerimle gördüklerimi, kulaklarımla işittiklerimi gerçeklere sadık kalarak yazıyorum. Nâzım’ın kişiliğinde evvelce de belirttiğim gibi hem siyaset hem şairlik vardır. Bunlar birbirlerinden pek ayrılmazsa da bu kitapta elbette ki şairlik niteliğini özellikle belirtip siyaset yeteneğini gölgede bıraktım. İncelemeyi şairlik açısından yürüttüm. (…) Benim bu kitabımda, yaşadığım devirdeki gizli ve açık, sosyalist ve komünist faaliyetleri konu dışı bırakılmıştır. Ya da Nâzım’ın şair kişiliğini belirtmek için gerektiği kadarı ele alınmıştır.”
Türk şiirinin “dünyaca” ünlü şairi Nâzım Hikmet’i; onunla aynı okul sıralarında okuyup aynı maceralara atılan, Milli Mücadele döneminde birlikte önce Anadolu’ya oradan Sovyetlere geçen, sefayı da cefayı da (ama en çok cefayı) beraber çeken, hatta gerektiğinde şairi sırtında taşıyan “yoldaşı” Vâlâ Nureddin anlatıyor.
Sonrasında yazılan bütün kitaplara “kaynak” olan ve herkesin önemini teslim ettiği Bu Dünyadan Nâzım Geçti’de Vâ-Nû, çocukluğundan mahpusluğuna, birinci elden tanıklıklarla Nâzım’ın tüm yönleriyle ve derinlemesine portresini çiziyor.