Bu hafta yine yeni çıkan kitaplar arasından 24 kitap önerisinden oluşan bir liste hazırladık. Tıpkı geçen hafta olduğu gibi bu hafta için hazırladığımız listede de ağırlıklı olarak edebi yayınlara yer verdik. İşte bu hafta için hazırladığımız 24 kitap önerisi listesi…
1. Rakun (Suat Duman / Alakarga)
Gündüzler tekdüzedir, ya gece?
Geceyi kimse planlayamaz.
Macera arıyorsan kendin bilirsin ama yıldız ışığına güvenilmez mesela.
Kent ışıkları hele kahve falı gibidir, ne gösterirse tersi çıkar. Tek bir uzun zamanda, aynı anda olup biter her şey, bitmezse de bitmez, alacakaranlığın olayı budur zaten.
Sıradan taksi şoförü Can, eline tutuşturulan bir Picasso rulosuyla evine döndüğünde başına geleceklerin farkında bile değildir.
Koltuğunuza kurulun ve İstanbul’un altını üstüne getirecek bir kapışmanın hikâyesine hazırlanın. Rakun, gittikçe renklenen
Suat Duman romanlarının en heyecanlı halkası…
2. Teneke Uygarlığı (İclal K. Dikici / Tudem Yayınları)
Bayan Pimpirik adlı eseriyle “2012 Tudem Edebiyat Ödülleri Öykü Yarışması”nda birinciliğe değer görülen İclal Dikici’den, cesur bir ilk roman.
Teneke Uygarlığı, insan eliyle yaratılan teknolojinin, nasıl zamanla insanın kendisini esir alabileceğini anlatıyor.
Teneke Uygarlığı, dokuz yaş ve üzeri okurların dikkatini gelir eşitsizliği, temel hak ve özgürlükler gibi güncel toplumsal konulara çekiyor.
Bambaşka dünyaların çocukları olan Atila ve Defne’nin hayatları, her cumartesi günü göz göze geldikleri dört yol ağzında bir çıkmaza girer. Kırmızı arabanın ani duruşuyla başlayan ‘zincirleme duruşlar’ yüzlerce aracı peşi sıra sürükleyerek, yepyeni bir yaşam biçimini, Otokent’i oluşturur. Çok geçmeden bu sıradışı kenti yönetmesi için bir başkan seçilir. Arabaların üst üste yığılmasıyla gökyüzüne yükselen devasa oto-gökdelenler Otokent’i giderek yaşanmaz bir yere dönüştürür. Başkanın, on yaş ve üzerindeki araçları hurdalığa çektirme kararı yakında gerçekleşecek felaketlerin habercisidir. Toplumdaki ayrışma yüzünden içten içe kaynamaya başlayan Otokent sakinlerinin yaptıkları hataların bedeli ağır olacaktır…
Mevcut sistemi eleştirirken, gelecekte insanların teknolojiye mahkum olacakları öngörüsünde bulunan İclal Dikici, kurguda araya giren üst anlatıcının paylaşımlarıyla hem güldürüyor hem de düşündürüyor.
Bilim kurgu ve fantastik öğelerden beslenen Teneke Uygarlığı, iktidar hırsına vurgu yaparken, birilerinin cennet saydığı toprakların, diğerleri için nasıl bir cehenneme dönüşebileceğini gözler önüne seriyor.
3. Önemli Bir Gün (Burcu Seçmeer / Yitik Ülke Yayınları)
“Doku”nun yazarı Burcu Seçmeer’den yeni öyküler…
Bu kitabın yaratıcısı Parlak Yazarlar Kafesi’nde kahvesini DNA’lı içer. Aynı anda yan masada sevgilisine mektup yazan kadının elinin hamurundan bir parça alıp Paulo Coelho böreği de yapabilir. Düş gücüyle bir çulluk sürüsünün kaderini değiştirebilir. Bir incir ağacı ile bir gökkuzgununu Datça’daki eski bir değirmende buluşturduğu gibi, isterse Ege ile Akdeniz’i yanak yanağa getirebilir. Bir sihirbazdan söz ettiğimi sanabilirsiniz. Eh, Burcu Seçmeer biraz öyledir. Ahtapotları pusula olarak kullanan bir yazardır o. Öykülerinde tren düdükleri bile yüksek topukludur. Onları tamamlarken yazdığı harfler marangoz olarak işe aldığı bir siyah karınca sürüsü tarafından zımparalanmış gibidir.
Burcu Seçmeer biraz ateş, biraz çağlayan, biraz sis ve epey Alice’tir. Sınır tanımayan düşleri bu dünyaya sığmaz, gökadalar arasında gidip gelir. Bu kitabı okuyanlar da bu yüzden, “Biz bir kitaba binip uçtuk!” diyebilirler. “Çılgınca güzel bir gökyüzü tanığımızdır!” —Akgün Akova
4. Son 11 (Ferhat Uludere / Doğan Kitap)
Sessizce ölür Perişan’ın müdavimleri. Kimse anlamaz bile onların göçüp gittiğini. Masalarına bir bardak şarap konduğunda kaldırmıyorsa biri başını, işte o zaman okunur salası.
Tüm umutlarını kaybetmiş bir futbol takımı, soyunma odasında son kez bir araya gelir. Büyük beklentiler, yıkılan hayaller ve bir kadehin dibinde son bulan yaşamlar uğursuz bir sis misali takımın oyuncularının etrafını sarmıştır. Teknik Direktör Puşkaş Sami bir yandan oyuncularını sahaya çıkarmak için cesaretlendirmeye çalışırken bir yandan da bugüne kadar yaptıklarının hesabını vermeye zorlar kendini…
Ferhat Uludere Son 11’de sadece bir futbol takımını değil, Tazı Vedat’ın buruk sevdası, Sezgin’in yalnızlığı, sarhoş ölmek isteyenlerin rüyalarıyla birlikte tipik bir Trakya kasabasını anlatıyor.
5. Ara İle Bir Ara (Ekrem Ataer / Librum Kitap)
Işığın avcısı, siyah ile beyazı harman eden bir adam.
Salvador Dali’ye “faşittir o herif” diyen de odur. “Fidel Castro’dan çok etkilendim” diyen de.
Meslektaşına zulüm yaptı diye patronunu sille tokat dövüp, ceketini alıp çıkan da odur.
Yıllarca hayal ettiği dünya starını karşısında görünce çekmekten vazgeçen de odur.
Atatürk’ün önünde fotoğraf çektirmeyen başbakanı dakikalarca kovaladıktan sonra punduna getirip çeken de odur, Allah yazılı cami duvarında iki çarşaflı kadını çekmek için saatlerce bekleyen de.
“O artık bizden” diye sevinenlere “hiç birinden değilim, doğru bildiğini söyleyen ve işini yapan bir foto muhabiriyim” diyen de odur.
Afrodit ile Nuh’un Gemisi’ni aynı kadrajda buluşturan da…
6-7 Eylül’ü bütün gerçekliğiyle yaşayan da, 4 kere savaş cephelerinde kurşun yağmuru altında kalan da.
Bu kitapta Ekrem Ataer’in Ara Güler’le yaşanmışlıkları üzerinden yaptığı sohbetlere ve inanılması güç hikayelerine tanık olacaksınız.
Asıl önemlisi o hikayeler ve dönemsel tasvirler, bize o günden ziyade bu günkü halimizi işaret edecek!
ARA ne diyor ?
Ara Güler; 90 yıllık ömrüne sığdırdığı anıları ve fotoğrafları ile aslında yaşamsal bir tez sunuyor. Bu tez Ekrem Ataer’in kalemi ve kurgu gücü ile hepimizi yıllar öncesine götürüp tekrar bu güne ve asıl önemlisi geleceğe taşıyacak.
6. Durmadan Leyla (Aslı Tohumcu / İletişim Yayıncılık)
“Tanga da giyerim, paçalı don da. İster alırım kılımı tüyümü, ister uzatırım. İster şortla dolanırım, ister açarım dekoltemi. Sormam kimseye!” dedi ikinci kadehi kafasına dikmeden önce. “İster otururum evimde, istersem çıkarım dışarı dilediğim saatte.”
Kurt gibi acıkmış libidolar ve durup durup çoğalan arzular, affedersiniz ama, çeke sündüre aşklar… Eros, dünyayı izliyor, hınzır ve güzel, dilinde göğe uzanan çiller.
Durmadan Leyla, yarım kafiyeli, hafif terbiyesiz ve kırık bir fars. İsmi lazım değil bir dişinin seyrü sefer zamanları. Sarmaş salaş uyuyan ve uyanan kahkaha.
Aslı Tohumcu, yol üstündeki erkek sürülerini, ahlâkın hımhımlarını tuhaf bir rüyayı anlatır gibi anlatıyor.
7. Burada Kalmak (Sibel K. Türker / Can Yayınları)
Öyle ya, dalgalar olduğuna göre bir deniz de olmalı. Hepimizin kendi şehrini kıyısına kurduğu bazen mavi ve dingin bazen tehditlerle dolu karanlık bir denizi olmalı. Herkesin kurtuluşunu ya da yıkımını bulacağı bir deniz. Acaba ölüm de oradan mı gelir?
Burada Kalmak, adından da anlaşılabileceği gibi, insanımızın bugün içinde bulunduğu ruh durumuna ışık tutan bir roman. Sibel K. Türker, her zamanki güzel Türkçesiyle, kahramanlarının iç dünyalarına yönelik bir kazıya girişiyor. Burada Kalmak’ın lise çağındaki anlatıcısı Kutlu, çevresindeki tüm kalabalığı gözlemliyor… Böylece ortaya hem bugünün Ankara’sının hem de tüm bozulmalara karşın burada kalmak isteyenlerle kaçıp kurtulmak arzusunda olanların bir manzarası çıkıyor.
8. Lennon (David Foenkinos / KaraKarga)
Rock müzik tarihinin en iyi gruplarından The Beatles ve John Lennon’ın hiç görmediğiniz, duymadığınız öyküsü.
John Lennon, müziğiyle, tavrıyla ve söyledikleriyle popüler kültür tarihine yön verdi. Şimdi, bu çizgi romanda psikoloğuna sırlarını döküyor. Çünkü hayatında bir dönüm noktasında. Çünkü geçmişi anmak iyi hissettiriyor. Erken çocukluk döneminden öldüğü geceye kadar, Beatles’ın eski lideri bize kendi dünyasının anahtarını teslim ediyor. Çekinip sıkılmadan. Kimseyi memnun etmeye çalışmadan, açık yürekliliğiyle.
9. Yakından Geçen Mülteci Öyküler (Handan Gökçek / Yakın Kitabevi)
İsteyen istediğini söyleyebilir, Misafirperverlik yapımızda yok denebilir; «Herkesi birden ağırlayamayız denebilir; Ülkelerinde kalsınlardenebilir; Ülkeleri için savaşsınlar denebilir; Hastalık taşıyorlar denebilir; Ekmeğimizi çalıyorlar denebilir… Hiçbir söz bu itirazları haklı çıkarmıyor çünkü cenazelerimizin farkı yok birbirinden. Yenilmezliğimizle, adaletimizle, kibrimizle ve olmayan tarihi belleğimizle o kadar güçlüyüz ki ölüm kimseyi ayırt etmeden kapılarımızı çalıyor, sefalet ve savaş hiç ummadığımız yerde bizi bekliyor.
10. Akşamlar-Bir Kış Hikayesi (Gerard Reve / Kırmızı Kedi)
23 yaşındaki Frits van Egters hayatı saçma ve anlaşılması güç bulan bir hayalperest. Kendisini deli eden ailesiyle yaşıyor. Sürekli ölüme ve felaketlere dair rüyalar görüyor. Peluş tavşanıyla konuşuyor. Aralık ayının son demlerinde geçmek bilmeyen dakikalara, saatlere, günlere anlam katmaya çalışıyor.
Gerard Reve yazdıklarıyla ülkesinde pek çok kez tartışmalara yol açan bir yazar. Günlük hayatın sıradan zaferlerini, yaralarını ve bıktırıcı anlarını zifir gibi bir komediyle büyüleyici hale getiren Akşamlar ise savaş sonrası Hollanda edebiyatına önderlik etmiş, Reve’nin sinik mizahıyla harmanlanmış zekâ dolu, derin güzelliklere gebe bir roman.
“Hem kahramanı, hem yazarıyla bu roman bir güç gösterisi: Beckett’in Godot’yu Beklerken kitabıyla aynı seviyede.” —The Guardian
11. Moskova Önlerinde (Kolektif / Yordam Edebiyat)
İkinci Dünya Savaşı sırasında Nazi ordusu, Polonya, Danimarka, Norveç ve Fransa’yı işgal etmiş, Kuzey Afrika’ya yönelmişti. Asıl hedefinin Sovyetler Birliği olduğunu yıllar önce yazdığı Kavgam’da ilan eden Hitler, tüm bu işgallerin bunun bir ön hazırlığı olduğunu ifade ediyordu. Nitekim 1941 Haziran’ında Nazi ordusu, tarihin en geniş çaplı askerî harekâtı sayılan ünlü Barbarossa Harekâtı’na kalkışmış, Almanlar Sovyet topraklarına girerek Moskova’ya doğru ilerlemeye başlamıştı.
“İşgale karşı vatan savunması”nın yanı sıra “faşizme karşı sosyalist direniş”in epik destanı Moskova Önlerinde, bu tarihî günleri anlatır. Savaş muhabiri olan Aleksandr A. Bek’in, Kazah komutan Momiş-Uli ile yaptığı röportajı temel alan eser, tamamen gerçek kişi ve olaylara dayanmaktadır. Bu tarihî belgesel anlatı, Bek’in usta kalemiyle, heyecanla okunan, nefes kesici bir yapıta dönüşür.
General Panfilov’un askerî dehasının örneklerini gördükçe, Momiş-Uli’nin Kazahistan steplerinden edindiği avlanma deneyimlerini savaş alanına uyarlayışını okudukça, Kızıl Ordu askerlerinin savaşa sadece askerî teçhizatla değil, psikolojik olarak da hazırlanışını izledikçe, Almanların savaşı kaybetme sebebinin “Rus kışı”ndan (ya da daha bilinen ifadesiyle General Kış’tan) fazlası olduğunu anlayacaksınız.
Moskova Önlerinde, benzersiz bir okuma deneyimi vadediyor. Hem de bir solukta!..
12. Disko Topu (Ayça Güçlüten / İthaki Yayınları)
“Boşluğa doğru yol alacak hikâyem çok kısa zamanda unutulup gidecektir.
Unutulmamak hayata ait değil zaten.
Ama… Hiç umulmadık insanların da yazılı tarihleri olur bir yerlerde.”
Bu dünyayla aynı dili konuşmayan, aynı pencerelerden bakmayan ve aynı kapılardan geçmeyen, çoğunluğun ezberi dışında kalan yönleriyle, alışılmışın dışında görme biçimleriyle bilinçdışındaki asıl dünyasına körü körüne bağlı bir kadın. Topluma göre ise belki de sadece “öteki”.
“Ben bir hiçtim. Ben her şeydim. Ne olursam olayım, vardım.
Ben de biri idim.
Tokalaşmak istemediğiniz biri.
Çevrenizi dikkatle taradığınızda bile gözlerinizin görmeyi atladığı biri.
Rağmen biri.”
Çıkmaz sokakların ve mutlu sonla bitmeyen masalların da kahramanları olur. Efendilerle, çiçeklerle, patronlarla, komşularla, dikenlerle, devlerle, Nene’yle, ağaçlarla, susamlı akide şekerleriyle, cücelerle, yoldaşlarla, kardeşlerle dolu bir hayatın içinde o hep kendine ait tek parçanın peşinde: Küçük’ün.
Dünya dönüyor. Disko topu dönüyor. Döndükçe bir şeyler değişiyor. Birileri gidiyor, birileri dönüyor…
13. Fildişi Kuyu (Nihan Kaya / İthaki Yayınları)
Nihan Kaya, yaratıcılığın “fildişi kuyu” olduğunu iddia ediyor. Bütün bir psikanalitik düşüncenin panoraması olan Fildişi Kuyu, farklı türde edebiyat metinlerinin, çeşitli estetik teorilerinin iç dinamiklerini tartışıyor, psikanalitik kuramın edebiyata nasıl ve ne şekilde uygulanabileceğini örneklerle gösteriyor. Genişletilmiş ve gözden geçirilmiş tekrar baskısıyla Fildişi Kuyu yeniden okurla buluşuyor.
“Edebiyatçılar tarihte sık sık fildişi kulede olmakla suçlandı. Halbuki edebiyatçı, ‘fildişi kuyu’dan yazıyor. Evet, burası fildişi. Ama dünyaya yukarıdan bakan, hayattan kopuk bir kule değil. Bilakis, ‘dikey hayat’la, yüzeyde olan biten her şeyin deriniyle, iç dinamikleriyle meşgul bir sondaj kuyusu. Edebiyat da psikoloji de, görünen gerçekliğin altındakilere ulaşmayı amaçlıyorlar. Yazar eserini hazırlarken gündelik hayatla arasına mesafe koymak zorunda; ama hayatın dışından değil, olabildiğince derininden bir çaba bu. Bu yüzden edebiyat ve psikoloji, bize fildişi bir kuyunun içinden sesleniyor, bizi o fildişi kuyunun içine çağırıyorlar.”
14. Düşmüş Melekler (Richard K. Morgan / İthaki Yayınları)
21. yüzyıl bilimkurgu edebiyatının en önemli eserlerinden biri olan Değiştirilmiş Karbon serisi ve çarpıcı ana karakteri Takeshi Kovacs dizinin ikinci kitabı Düşmüş Melekler’le geri dönüyor!
Değiştirilmiş Karbon’daki olayların üzerinden otuz sene geçti. Ancak eski bir BM elçisi olan Takeshi Kovacs’ın maceraları hız kesmedi. Pek çok kez kariyer ve kılıf değiştirip yeni bir bedenle bu kez daha büyük olayların ortasında buldu kendini: Kanlı bir ayaklanmayı durdurmak üzere uzak bir gezegenin hükümetince tutulan bir askerdi artık.
Ancak mesele taraf tutmaya geldiğinde ona kimin ödeme yaptığına bakmaksızın Kovacs istediği tarafı seçerdi – yani kendininkini. Haliyle sıradışı bir ekip onu kadim bir uzaylı gemisine yapılacak hazine avı için çağırdığında bu teklife hayır diyemezdi. Kalaşnikoflarını hazırlayıp görevini yarıda bırakan Kovacs için bu yeni macera tek başına yapamayacağı kadar büyüktü. Ama o istediğini almak için her şeyi yapmaya hazırdı; ölüleri diriltmeye bile.
Yıldız Gemisi Askerleri ve Bitmeyen Savaş gibi eserlerin izinden giden askeri bilimkurgu/siberpunk türündeki Düşmüş Melekler, son zamanların en dikkat çeken bilimkurgu-aksiyon romanlarından biri.
“Takeshi Kovasc geri döndü. Morgan, Değiştirilmiş Karbon’da yaratılan dünyayı çok daha ileriye taşıyor.” –Anthony Ryan
“Bilimkurguyla gerilimi birleştirmedeki ustalığıyla türe hak ettiği yeri kazandırmayı başardı.” –Peter F. Hamilton
“Morgan şirketlerin açgözlülüğünü, siyasetin çürümüşlüğünü muazzam bir kurguyla ele alıyor.” –The Times
15. Sevdalınız Komünisttir (Kolektif / Yazılama)
Nâzım’ı komünistliğinden arındırıp “aslında muhteşem bir vatan şairiydi” diyenler de, yurdundan koparıp “kökü dışardaydı” diyenler de Nâzım’a düşmanlığın bir cephesinde ortaklaşıyorlar.
Ülkemizde sermaye düzeninin ideologları ve siyasetçileri sosyalizmi, Marksizmi, komünizmi hatta tüm bunların ötesinde her türlü gerçek ilericiliği “yabancı” olmakla yaftalarlar. Kökü dışardadır, bir gençlik hevesidir ve züppe bir özentiden ibarettir bunlar.
Nâzım’ı büyüten, sonunda komünistlik adına belki partisi kadar önemli bir hedef haline getiren büyük inadı bununla ilgilidir. Nâzım, hem düzene teslim olmuş aydınların, sağcıların ve gericilerin ortaklaşıp yarıştıkları bu “yerlilik” demagojisine kafa tutmuş, hem de bizzat kendi mücadelesi ve üretimi ile bu demagojiyi boşa düşürmüştür.
16. Büyük Wootton Demircisi (J.R.R. Tolkien / İthaki Yayınları)
Büyük Wootton köyünde her 24 senede bir İyi Çocuklar için Ziyafet düzenlenirdi. Bunu kutlamak adına da bu ziyafete davet edilen 24 çocuğu besleyecek bir Büyük Pasta hazırlanırdı. Pasta çok tatlı ve zengin olurdu, baştan aşağı da şekerli kremayla kaplanırdı. Ama bu pastanın içinde çok ama çok tuhaf malzemeler de kullanılırdı ve bunlardan birini yutan çocuklar Periler Diyarı’nı ziyaret edebilirlerdi…
Tolkien’in, George MacDonald’ın Altın Anahtar’ı için yazmaya başladığı önsöz, bu keyifli masala dönüşmüştür. Yüzüklerin Efendisi’nden neredeyse bir on yıl sonra ve yaratımı ömür boyu süren Silmarillion sona yaklaşırken yazdığı Büyük Wootton Demircisi, Tolkien’in ömrü boyunca edindiği tecrübe ve fikirlerin ürünüdür ve Tolkien hayattayken basılmış son kurgu eseridir.
Şimdi, neredeyse 55 yıl sonra, kendini Perilerin tehlikeli diyarında bulan bir gezginin bu hikâyesi; Tolkien’in ilk taslağı, hikâyenin çıkış noktasına dair notları, alternatif bir son ve Perilerin doğası üzerine yazdığı yayımlanmamış bir makaleyle beraber tekrar okurlarla buluşuyor.
“Bu kitabın akıldan silinmeyen bir etkisi var, ‘derin’ halk öykülerinin ortak bir özelliği. Harikulade ve akılda kalıcı.” —Times Educational Supplement
“Bu masalı ne kadar yakından incelerseniz, ardındaki fikrin ihtişamı kendini o kadar gösterecektir; ister yedi yaşında olun ister yetmiş yaşında, okumak isteyeceksiniz.” —New Statesman
17. Rüzgarın Getirdiği (Doğu Karaoğuz / Telgrafhane Yayınları)
Rüştü Onur ve Muzaffer Tayyip Uslu…
Gencecik yaşlarında onulmaz hastalığa yakalanıp, hayata veda eden Zonguldaklı iki şair.
Bugüne kadar onlara dair çok şey duydunuz, onlar için yazılmış kitapları okudunuz, konu edildikleri filmleri izlediniz.
Tüm bunlarda çoğu zaman unutulan, bazen es geçilen biri vardı:
Kemal Uluser.
Çünkü onlar aslında iki değil üç iyi dosttu; Zonguldak caddelerinin ‘ayrılmaz üçlüsü’ydüler.
Rüştü, Muzaffer ve Kemal…
Doğu Karaoğuz, adeta bir belgesel-roman olan çalışmasında hem tıpkı en yakın iki arkadaşı gibi genç yaşında hayata veda etmiş, iyi bir düşünür ve yetkin bir yazar olan Kemal’i bize anlatıyor hem de Kemalsiz anlatılan Rüştü ve Muzaffer’in hikâyesindeki eksik parçayı tamamlıyor.
Kemal’in hikâyesi de arkadaşlarınınki gibi hüzün dolu, hayallerle sarmalanmış ve vaktinden çok önce sonlanmış bir hikâye…
18. Göğe Dokunan Kız (Luca Di Fulvio / Pegasus Yayınları)
Çocukluğunu bir oyukta geçirmiş genç bir hırsız, özgürlüğün ateşli bir savunucusu haline gelebilir mi? Yahudi bir dolandırıcıdan ünlü bir doktor olur mu? Peki ya yeni yetme bir kız hatırı sayılır bir moda tasarımcısına nasıl dönüşür? Cevaplar Venedik’te saklı…
Roma, 1515. Ebedî şehrin lağımlarında yaşayan Mercurio, yalnız ve yetenekli bir dolandırıcı, bir kılık değiştirme ustasıdır. Soyduğu Yahudi tüccarı öldürdüğünü zannedince Venedik’te gizlenmeye karar verir. Karmaşık labirentlerle dolu yolculuğu sırasında ise Yahudilere yapılan zulümlerden kaçma ümidiyle lagüne gelen güzel Giuditta’yla tanışır.
Aşkları, Mercurio’nun çevirdiği dolaplarda ona suç ortaklığı eden Benedetta’nın kıskançlığından Avrupa’daki ilk gettonun kurulmasına kadar pek çok tehlike ve engelle karşılaşacaktır. Venedik hem yuvaları hem de zindanları olacak, kaybolma ve yeniden bir araya gelme umutlarına ev sahipliği yapacaktır. İnsanlığın ezeli tutkularının, nefretin ve sevginin körüklendiği sapkın, karanlık ve büyüleyici bir devrin doruk noktasında geçen bu roman, ilk sayfadan son sayfaya kadar çarpıcı ve heyecan verici bir şekilde ilerliyor.
“Göğe Dokunan Kız’ın sayfaları arasında özgürlüğün kokusunu alabiliyorsunuz. Luca Di Fulvio, çarpıcı ve akıcı anlatım tarzıyla okuru romana âdeta bağımlı kılıyor.” —Ornella De Luca
“Kolay anlaşılır ama incelikli bir dille yazılmış bu kitabı okurken kendinizi Venedik sokaklarında buluyorsunuz. Genç yaştaki kahramanların tuzaklar ve tehlikeler, yenilgiler ve zaferler sonrasında büyüdüğünü ve olgunlaştığını göreceksiniz… Tarih hayranlarına, romantizm sevenlere ve keyifli bir okuma deneyimi arayan herkese bu zengin içerikli kitabı kaçırmamasını öneririm.” —Letteratura e cinema
19. Amerikan Rüyası İçin Ağıt (Noam Chomsky / İnkılap Kitabevi)
“Noam Chomsky Amerikan Rüyası İçin Ağıt’ta müthiş zekâsıyla ütopik bir ideoloji olarak neoliberalizme ışık tutuyor…” —Chris Hedges, Pulitzer Ödüllü Araştırmacı Gazeteci ve Wages of Rebellion: The Moral Imperative of Revolt’un yazarı
“Bu tempolu ve ikna edici filmde entelektüel gücünün zirvesinde olan bir Chomsky ile karşı karşıyayız.” —The New York Times (NYT Eleştirmenlerin Seçimi)
“Muhakkak seyredin. ABD’nin midesine indirilen, indirilmesi de gereken bir yumruk.” —Indiewire
“Eşitsizlik tartışmasına yapılabilecek en iyi girişlerden biri.” —The Hollywood Reporter
“ABD’nin mevcut siyasal gerçeklerine dair kışkırtıcı bir röntgen.” —rogerebert.com
20. 70’lerin Tuvaleti (Mazhar Furkan Torun / Puslu Yayıncılık)
– Özkan Fuat –
Baş ağrısıyla uyandığım sabahlardan nefret ederdim. Çünkü kendini öldürme işi biraz zorlaşırdı. Diğer herkesi yaşattığı gibi beni de acı yaşatıyordu. Yine de aynı geride bıraktığım sabahlar gibi uyanmıştım. Rutinime devam ederek baş ağrısını yavaşça dindirecek ve aynı yavaşlıkta bugünlük de ölecektim.
– Süheyl Nadir Demir –
Şimdilik polisçilik oynayan üniforma müşküllerinden ayrı bir yerde olmak ve kendi ekibimle çalışmak bütün polis işlerinden iyiydi. Yeni bir mevta haberine kadar beklemek sıkıcıydı elbette. Sokakları karış karış gezerdim beklemek yerine. Gezerken denk gelirim belki diye. Bu dönemde elma, erik ağacı gibi cesetler. Her köşe başında kurtlanırlar.
– Celal Nafiz Kök –
Boş bir odada ne yapar insan, bilemiyordum. Camın pervazındaki uçuşan tozları izleyerek, yan odada kalan iki arsız sevgilinin gıcırtılarını dinleyerek sabi adamı bekliyordum. Yatak gıcırtıları ve inlemeleriyle saatin tik takları ahengi yakaladı. Zihnimin içerisinde fikirler harbe tutuşmuştu ki o anın ahengini ve içimdeki harbi, kapı tıklaması bozdu. Sahiden böyle salaş bir ses nasıl bir sanat eseri bestesinin ilhamı olabilmişti ki? Hayret doğrusu!
Üç farklı dil,
Üç farklı hayat,
Üç karakter,
Dört final…
Yer altı edebiyatını, örneklerinden farklı bir yere taşıyan 70’lerin Tuvaleti; sıradan insanların, sıradan karanlıklarını sert bir dille gösterirken, ekolüne bağlı kalarak da yer altı edebiyatının işlevselliğine dikkat çekiyor.
Kral, Soytarı Donu Giyer’in yazarından.
21. Uyuyor Diyorlar (Sergio Gutiérrez Negrón / Cumartesi Kitaplığı)
“Evine telefon ediyorlar ve senin acilde olduğunu söylüyorlar. Ama ölmüyorsun. Orada öylece dört yıl geçiriyorsun. Oradan sanki hiç bir şey olmamış gibi çıkıyorsun. Anlattığına göre rüyanda, tekneler kervanında bir tekneymişsin. Hiçbir bir şey bilmiyorsun.
Komadan çıkmak, komaya girmek gibi!”
Uyuyor Diyorlar, hayat ve ölüm arasındaki konumumuzu sorgulatan eşsiz bir roman!
Porto Riko edebiyatının genç temsilcilerinden Sergio Gutiérrez Negrón, mükemmel bir hikaye anlatıcısı olsa da en önemli özelliği bu değil. Ödüllü romancı, kendi ellerimizle inşa ettiğimiz şiddet dolu dünyanın sınırlarını anlatırken, kendimizi dev bir şiirin içinde hissetmemizi sağlıyor.
Dünya Edebiyat Atlası, dünyanın geniş coğrafyasının bir o kadar geniş edebiyat dünyasından nasiplenmek, Latin Amerika’dan Arap coğrafyasına, Batı Avrupa’dan Uzak Doğu’ya kadar uçsuz bucaksız yeryüzünün önemli kalemlerinin metinlerini okumak için hazırlanmaktadır. Hedefimiz, çeviri sınırlarımızı haritada boş yer kalmayana kadar genişletmektir. Dünyayı edebiyat lezzetlerini tatmadan tanımamızın mümkün olmadığı bilinciyle sizi de seriyi takibe davet ediyoruz.
22. Popülizm-Büyük Hınç (Eric Fassin / Heretik Yayıncılık)
Son dönemde popülizm hakkındaki analizleri son derece ilgi gören Eric Fassin’in Popülizm: Büyük Hınç başlıklı kitabı, demokrasinin bugün içinde bulunduğu krizin yanı sıra ABD’den Fransa’ya, İngiltere’den Türkiye’ye kadar tüm dünyada yükselen sağ popülizme ışık tutarken, bu popülizm karşısında solun uygulaması –ve uygulamaması- gereken stratejileri de masaya yatırıyor.
“Bu kitap iki seçim arasında yazıldı: 2016’nın Kasım ayında ABD’de Donald Trump’ın Başkan seçilmesinden sonra, 2017’nin Mayıs ayında Fransa’da Emmanuel Macron’un Cumhurbaşkanı seçilmesinden önce. Ancak kitabın konusu, bu iki ülkeyle sınırlı değil. Aslında ikili bir siyasi bağlam üzerinden ilerliyor.
Bir tarafta, yabancılar ve azınlıklar karşısında -sözüm ona- birleşmiş bir halk oluşturma hedefindeki bir retorikle hareket eden aşırı sağın güçlü yükselişi; diğer taraftaysa, yüzde 1’lik bir elit zümre karşısında birleşmiş başka bir halk tahayyülü üzerinden neoliberalizm imparatorluğuyla savaşmak için bu retoriği başka bir şekilde kullanan aşırı solun karşı söylemi.Bir tarafta Donald Trump ya da Marine Le Pen; diğer taraftaysa Bernie Sanders ya da Jean-Luc Mélenchon.”
23. Babam Giderken (Alberto Barrera Tyszka / Kafka)
Herralde Roman Ödülü
Independent Yabancı Kurmaca Ödülü Adayı
“Güçlü temalar ve güçlü bir anlatım.” —Susan Hill
“Kan korkunc¸ bir dedikoducudur, bu¨tu¨n laboratuvar teknisyenlerinin bildigˆi gibi her s¸eyi herkese so¨yler.”
“Hayatın salt şanstan ibaret olduğunu kabullenmekte neden bu kadar zorlanırız?”
Dr. Andrés Miranda bir trajediyle karşı karşıyadır: Kısa süre önce kanser teşhisi konan babasının yalnızca birkaç haftalık ömrü kalmıştır. Doktor –ve evlat– Andrés Miranda bunun yanı sıra bir ikilemle de karşı karşıyadır: İnsan doktor da olsa babasına yakında öleceğini nasıl söyler? Böylece babasını, yıllar önce çocukken yine birlikte gittikleri Isla Margarita’ya götürerek ona bu acı gerçeği söyleyebileceğini ümit eder.
Eski hastalarından Ernesto Duran ise kendisine fiziksel bir rahatsızlığının olmadığı söylenmiş olsa da ciddi şekilde hasta olduğundan emindir. Eşinden ayrıldığından beri, ölümcül bir hastalığın belirtileriyle boğuştuğuna inanmaktadır ve bu inancı zamanla hastalık hastalığından da öte bir takıntıya dönüşmüştür. Adamın bu saplantılı hali Dr. Miranda’nın sekreteri üzerinde tuhaf bir etki yaratır ve genç kadın tüm çabalarına rağmen bu adama şefkat beslemekten geri duramaz.
Hastalık ve sağlığın anlamına, yaşamın doğasına ve absürtlüğüne dair bu incelikli romanla, Venezuelalı yazar Alberto Barrera Tyszka bizleri derin ve felsefi bir keşif yolculuğuna çıkarıyor.
24. Sanatın Gücü (Christoph Menke / Hece Yayınları)
Sanat modern zamanların hiçbir döneminde, bugün olduğundan daha yaygın olmamıştır. Toplum içerisinde her zamankinden daha aşikâr, daha amade ve daha şekilci olarak varlığını sürdürmektedir. Sanat, şimdiye dek hiç olmadığı kadar, toplumu oluşturan birçok iletişim biçiminden sadece biri olarak toplumsal süreçlerin de bir parçası olmuştur: Ticari bir meta, bir fikir, bir bilgi, bir hüküm, bir eylem. Estetik algısı, modernitenin hiçbir döneminde mevcut çağda olduğu kadar kültürün kendini anlaması için bu kadar önemli olmamıştır. Mevcut çağ başlangıçta abartılı olarak postmodern olarak adlandırılsa da zamanla daha da aşikâr bir şekilde “kontrol toplumu” (Deleuze) olduğunu ispatlamıştır. Estetik algı–ister üretken güç olarak dolaysız, ister üretim meşakkatinden kurtarmak için dolaylı olarak–, hiç bir zaman iktisadi yararlanma süreçlerinin basit bir aracı olmamıştır. Sanatın her yerde var olması ve estetik algının toplumdaki temel manası, sanatın ve estetik algının güç olarak kaybedilmesiyle beraber kendini gösteren durumlardır. Ki bu kayba güç ismini vermeyi tavsiye ediyorum.