Kitap basılalı üç yıl olmuş, ben yeni görüp büyük bir heyecanla sipariş ettim. Her şeyin bir zamanı vardır misali, şu anki ruh durumumu da düşünce hem Can Kozanoğlu adını hem de televizyon dünyasını kast ederek koyduğu “Yalan Yıllar” ismini taşıyan kitap benim için “Tam yerine rast geldi manzara koyduk” misali oldu.
“Yalan Yıllar” benim beklediğimden farklı çıktı. Ben medyanın şimdiki düşününce daha sert eleştiriler ve itiraflar beklemiştim. Ama Kozanoğlu, kendine özgü üslubuyla ince ince eleştirmiş üstelik sadece basın dünyasını değil, kendini de. Hatta sanırım kendisini daha fazla eleştirmiş.
Kozanoğlu basın dünyasına adım atar atmaz bir masası olmuş, bu açıdan çoğumuzdan şanslıymış. Nihayetinde bu sektörde artık bir masa ve kendini geçindirecek kadar maaş sahibi olmak çok zor. (Bu satırlarımı elden ele iletişim bölümü okuyan öğrencilere yayalım.)
80’lerden bugüne kadar geliyor, Kozanoğlu. Kısa ve acılı bir özet gibi. 12 Eylül döneminde söylenen “Hele şu dönem bir geçsin, gerçekleri yazarız” cümlesi ise kalbimin üzerine fil gibi oturdu. Nihayetinde çoğumuz gerçekleri yazmak için bekleyen insanlarız.
Kozanoğlu kitapta birbirinden ilginç insanları da anlatıyor. Rakı masasında tanıdığı “Vecdi Abi”, haber bulamayınca haberi kendisi yaratan “Miço,” şarkıcı olmak için çıktığı yolda bakan karısı olan “Küçük Abla Gülcan,” hüznün şairi “Burhan.” Ee diyeceksiniz ki televizyon dünyası bunun neresinde? Tam içinde yahut bu insanlar yalan yılların içinde.
30 küsur yıllık gazeteci ve sıkı bir entelektüel olan Kozanoğlu’nun kendini ölesiye eleştirmesi de aslında kendisini bilene “ders” niteliğinde. “28 Şubat konusunda haftalar öncesinden Demirel’i ve Çiller’i uyaran ben değildim. Washington-Ankara-Bağdat hattında en kritik sekiz saat yaşanırken Özal beni aramadı. Asil Nadir duvarları yumruklarken odada yoktum. Hürriyet’in kaderi değişirken, geceye benim vurucu cümlemle nokta konmadı. Sabah ve ATV’deki depremlerin en büyüğünde, o en gergin akşamda, ‘Bakın Dinç Bey…’ diye söze başlayabilecek bir konumda da değildim…” cümleleri başarısız bir gazetecilik hayatını işaret ediyor gibi görünse de benim için gazetecinin görevi bunlar olmadığından mütevellit “kaybedenlerin” yanında durmayı görev bilirim.
Başarısız bir okur olarak, kitabı okumadan önce hakkında yazılanlara hiç bakmadım. Baktığımda ise hayal kırıklığına uğramadım desem yalan olur. Kitapta anlatıların bazıları kurguymuş. Olsun, ben gerçek bilip de sevdim.
Bilmiyorum kaç yıl geçecek, bilmiyorum bizim “yalan yıllarımız” ne zaman kim tarafından yazılacak ama uzun bir süre şu söz kulağımda çınlayacak: “Hele şu dönem bir geçsin, gerçekleri yazarız.”