Röportaj: Hakan Özbek
Twitter: @gormoti
Bazılarımız Meryem Gültabak’ı Kanal D’nin sevilen dizisi Meryem’den, bazılarımız ise Küsurat Yayınları’ndan çıkan romanı Aurora’nın İlk Öpücüğü’nden tanıyor. Televizyonda daha çok reklam izlemeyi seven birisi olarak ben onu kitabından tanıma fırsatı buldum. Bir ergenlik hikayesini de bu kadar seveceğimi tahmin etmemiştim ancak kendimi Aurora Hannigan karakterinin çevresinde yaşananlarla kendi ergenliğime doğru yelken açarken buldum. Hemen herkesin severek ve sıkılmadan okuyacağı bu romanda bazen Aurora’ya sinirlenmekten kendimi alamasam da, durup kendi geçmişime bakınca ‘boşver’ dedim, tadını çıkar.
Şimdi sözü Aurora Hannigan ile hayatımıza giren ve gelecekte kaleme alacağı yeni hikayeleri merakla beklediğimiz Meryem Gültabak’a sözü bırakıyorum.
1. Merhaba Meryem hanım, yoğun gündeminizde bize yer ayırdığınız için teşekkür ederim. Bir yanda Meryem dizisi zaten yoğun ve beklentileri yüksek bir dizi bildiğim kadarıyla, diğer yanda ise edebiyat var. Belki başka senaryo çalışmalarınız da vardır. Bu yoğun tempoyla nasıl mücadele ediyorsunuz?
Merhaba 🙂 Emeğe dair soru sorduğunuz için çok teşekkür ederim. Kendimi çok iyi hissettim… Tempo sahiden insan olmanın sınırlarını zorlar düzeylere erişiyor bazen… Ama okura ya da izleyiciye bir iş yapmak ayrıca sorumluluk gerektiriyor. Sonuçta insanlar değer verip, vakitlerini ayırıp, diziyi izliyor ya da kitabı okuyorlar. Ben de hikayeci olarak onlardan bu vakti talep etmiş oluyorum bir anlamda. Elimden gelenin en iyisini yapmaya mecbur hissediyorum kendimi. Allah’tan çalışmayı seven ve biraz da stresten beslenen bir yapım var. Her şeyi bırakıp yazdığım metne gömülmek bana haz veriyor. Tabii bu arada küsen arkadaşlar, bir türlü temizlenemeyen bir ev, biriken çamaşırlar, “arada bari saçını tara” diye kızan dostlar var hayatımda… Fedakarlık gerekiyor, bana kendi zevklerimden ve konforumdan vazgeçmek daha kolay geliyor.
2. Kitabınızın Önsöz’ünde bir ergenlik hikayesi yazmanıza insanların verdiği olumsuz tepkilerden bahsediyorsunuz. Peki sizce her insanın hayatının çok kıymetli bu bölümüne neden bu kadar olumsuz bakılıyor?
Utanç verici çünkü 🙂 Ergenliğini asalet içinde tamamlayan hiç kimseyi tanımadım ben galiba, herkesin bir iki yüz kızartıcı anısı oluyor. Sadece anılar da değil o dönemdeki zevkler, tercihler. Ergenliğinde Spice Girls hayranı olduğunu benden yıllarca saklamış arkadaşım var… Ergenlik bir deneme yanılma çağı aslında. İnsan kendini tanımlamak istiyor, tanımaya başlıyor. Ama tabii bedava deneyim yok hayatta… Hele ki cinselliğini, içindeki şiddeti, öfkeyi anlamaya çalışıyorsan… Üstelik bedenine de hakim değilsin… Orada eğlence başlıyor işte… Ama o dönemde yaşanan her şey aslında çok kıymetli… Ergenliğinde yeterince rezil olan insanların daha empatik, daha güçlü yetişkinler olacaklarına dair bir önyargım var.
3. Ben kitabınızı ilk elime aldığımda eğlenceli bir okuma bekliyordum ancak beklentilerimi fazlasıyla karşılayan bir roman gördüm karşımda. Bunda ergenlik sürecine dair tespitlerinizin rolü oldukça büyük. Çünkü o sürecin üzerinden uzun zaman geçmişken olayları değerlendirmek o kadar kolay olmuyor “Ben olsam böyle yapmazdım” diyorum ancak sonra “Tam da böyle yapardın” diyor içimdeki ses. Siz bu tespitleri geçmişinize dayanarak mı yoksa bugünün ergenlerini gözlemleyerek mi yaptınız?
Ergenlik tıbbın çizdiği sınırlardan daha uzun sürebiliyor sanki… Ben mesela 35 yaşındayım… Kafam en fazla birkaç sendir yetişkin gibi çalışıyordur… Dolayısı ile ergenliğimi hatırlamam zor olmadı 🙂 Dünden bugüne nelerin değiştiğini anlamak için de bol bol gözlem… Bol bol sohbet… Yeni kuşakta teknolojinin etkileri var bizimkinden farklı olarak ama temel mevzular aynıymış zaten onu anladım… Hormonlar aynı hormonlar, dertler çok benzer dertler, isyanlar keza…
4. Aurora’nın İlk Öpücüğü’nü elime alıp kitaba henüz başlamadan karakter isimlerinin Türkçe olmadığını düşündüm ancak sonra baktım ki Aurora bir istisna. Bu kelime İngilizce’de “Şafak” anlamını karşılıyor. Ana karakterinize bu ismi vermenizin bir sebebi var mı?
Aurora Hannigan kendi kendime evde söylediğim uydurulmuş bir tekerleme idi… Sonra merak edip baktım dünyada gerçekten böyle bir insan var mı diye. Varmış… Utangaç, kendisi ile henüz barışamamış bir ergen çıktı karşıma… Bir taraftan da büyük laflar etmekten hoşlanıyordu, içten içe özgüven sahibi olduğunu da fark ettim sosyal medya hesaplarını azıcık karıştırınca. Utangaç ama özgüvenli olması tatlı bir karakter çatışması gibi geldi bana… Aurora’ya ilham oldu… Anlamı hakkında hiç düşünmemiştim… Çok teşekkürler bilgi için… Şafak çok yakışmış aslında… Bir uyanış hikâyesi çünkü bir yanıyla Aurora’nınki… Bu da tesadüfün şiirselliği 🙂
5. İsminin hikayesi ciddi anlamda ilgi çekici. Açıkçası ismin Aurora Hannigan olmasına giden yolda iyi bir kurgu var. Bir ilk roman gözüyle baktığımızda şahsen gayet başarılı buldum. Peki bu başarıyı siz neye bağlıyorsunuz, nasıl yorumluyorsunuz? Senaristliğinizin bunda etkisi var mı?
Çok teşekkür ederim… Başarı dediğiniz için de ayrıca mutlu oldum. Hikâye anlatmak roman için de film için de senaryo için de aynı. Hatta günlük hayatta bir olayı anlatırken bile izleyicilerimiz oluyor. Biz de onların ilgisini canlı tutacak, sürekli anlattığımız hikâyeyi merak ettirecek biçimde yeniden kurguluyoruz olayları anlatırken. Fark etmiyoruz ama yapıyoruz. Benimkiler de bunun profesyonel hali… Üzerine kafa yorulmuş hali. Senaryonun etkisi hikâyecilik anlamında sürekli antrenman yaptırması insana…
6. Kitabınızda her bölümün başında bir “öneri” yer alıyor. Bunlar Aurora’nın içinde bulunduğu durumu mu açıklıyor yoksa, okuyucuya da bir mesaj vermek mi istiyorsunuz?
Orada bir oyun yapmayı amaçladım aslında. Bu bölüm başlarındaki öneriler Aurora’nın o bölüm içinde yaşayacaklarının bir özeti niteliği taşıyor ve kadın dergilerinin, blogların, kişisel gelişim kitaplarının yaptığı tarzda öneriler. Bunları benim hikayede FaB adlı bir moda oluşumu yapıyor. Ama bir taraftan da kitabın genel mesajı insanları tektipleştirmeye çalışan her şeye itiraz edebileceğimiz yönünde. Tek tek okuduğumuzda bir tavsiyeler bütünü ama kitabın tamamıyla ve Aurora’nın seçimleri birlikte okuduğumuzda “lütfen benim tavsiyelerime de uymayın, herkesin doğrusu sizin doğrunuz olmayabilir” diyor kitap. Ya da en azından ben böyle olsun istemiştim ama becerebildim ama beceremedim… Orada takdir okuyucunun…
7. Ergenlik döneminin kendine has bir ‘kafası’ var. Aurora’nın içinde bulunduğu durumlar aslında sıradan olaylar ancak bir ergen için hayat her zaman çok zor, olaylar çok büyük.
Belki de gerçekten o kadar zordur belki biz hayat içinde o kadar derin duygular hissetme kabiliyetimizi yitiriyoruzdur ya da belki zihnimiz bizi buna zorluyordur. Bir duyguyu ne kadar yoğun hissedersek o kadar can yakma potansiyeli atfetmiş oluyoruz ona ya… Hani canımız yanmasın diye yeterince âşık olmuyoruzdur belki artık… Ergenliğimden en çok özlediğim şey henüz iç kalkanlarımın gelişmiş olmaması sanki. Dış kalkanlar içe kapanarak, anneye zulmederek falan bi’ şekil faaliyetteydi ama beni benden koruyacak hiçbir şey yoktu elimde. Düştüğüm zaman çok yüksekten düşmüş oluyordum… Şimdi o kadar cesur değilim duygusal olarak…
8. Aurora’nın başından geçenleri çeşitli duygularla okudum ancak zaman zaman yaşlıların dizi izlerken karakterlere uyarıda bulunmaları gibi karaktere seslenmeyi denedim açıkçası. Aurora için Gelincik ve Ragıp’ın hamleleri beni rahatlatırken, Aurora’nın en basit durumlarda yaptıkları bende onu koruyamadığım hissini uyandırdı. Okuyanlardan buna benzer tepkiler aldınız mı? Neden böyle hissediyoruz?
Bu minvalde yorumlar aldım Çok da mutlu oldum. Ergenler kendilerinin dışındaki insanlara çok da sevimli görünmüyorlar zaman zaman… ben öyle gözlemledim en azından. O gıcık ergen duygusu da geçsin istedim biraz. Evde bir ergen olması ile ormandan henüz gelmiş bir kaplan olması arasında çok fark yok sanki… Ne yapacağı belli değil, sadece uyurken tatlı, ev ahalisi önünden çekiliyor koridorda falan… aklına eseni yapıyor, eğitilemiyor, sadece kendi rahatını önemsiyor… Şaka bir yana okurken Aurora’nın yaşadığı evde olalım ve Ragıp’ın, Gelincik’in, Peri’nin neyle uğraştığını biz de hissedelim istemiştim… Geçtiyse size de ne mutlu bana…
9. İlk öpücüğün geleceği anı merakla bekledim. Sonunda dediğimde ise beklemediğim bir ilk öpücükle karşılaştım. Sanırım sadece bana değil, tüm okurlara ters köşe olmuştur bu?
Ters köşe kurmayı da izlemeyi de okumayı da çok seviyorum… Bana bulması haz veriyor, umarım okuyana da okuması haz veriyordur. İnsanlara tahmin edebilecekleri bir şey sunmaktansa şaşıracakları bir final tasarlamak daha iyi geliyor bana… Bazen yedi sekiz türlü final denediğim bile oluyor… en ters köşesi hangisi ise ona kayıyor gönlüm genelde…
10. Peki Aurora, Peri, Gelincik, Özgün, Hilal ya da başka biri… Bu kitapta sizden bir şeyler var mı? Karakterleri yaratırken insan ister istemez tarafsız davranamıyor ancak kimi yazarlar gözlemi kimileri ise kendi yaşanmışlıklarını daha fazla öne çıkarabiliyor. Sizde hangisi daha baskın?
Bu kitap için yarı yaşanmışlık, yarı kurmaca diyebilirim. Hepsinde ben varım biraz. Zinnat dahil… Tanıdığım pek çok insan da var. Senaryoda kullandığımız bir tekniği kullandım ben kendimce… Senaryo yazarken karakterleri giymek gerekiyor. O olup bakmak. Yani “Meryem ne yapardı?”yı bir kenara bırakıp “Aurora ne yapardı?” diye bakmak… O zaman karakterler ayrışıyor ve kendi kararlarını verebilir hale geliyorlar. Ben de karakterden karaktere gezip her ne kadar benden parçalar taşısalar da farklı insanların gözünden bakabiliyorum konuya… Elimden geldiğince bakmaya çalışıyorum yani.
11. Kitap yakın gelecekte geçiyor. Fashion Priest diye bir akım var ve gençler bu akımdan fazlasıyla etkileniyor. Bir anlamda bu kitabın eleştirel bir yanı var sanırım. İnsanların tek tipleşmesini eleştiriyorsunuz. “Bu güzeldir”, “Bu modadır”, gibi dayatmalara karşı da bir başkaldırı var kitabınızda. Aslında bu durum insanlığın her döneminde var ancak günümüzde buna ciddi anlamda karşı çıkan bir kesim de var. Siz bu tek tipleşmeyi nasıl değerlendiriyorsunuz?
Tektipleşme kalabalıkların idare edilebilmesi için nur nimet bir durum… Okullar bunu yaparlar… Üniformanın işin içine girdiği her durumda bir tek tipleşmeden söz etmek mümkün… Bu üniforma okullardaki gibi kıyafet zorunluluğu ile de olabilir, o tek tip üniforma için gönüllü olarak gidip uçuk paralar öderken de bulabiliriz kendimizi. Tektipleşmek bireyselliği, kişisel düşünceyi, farklılıkları, başka bakış açılarını, en sonunda da empatiyi yok edebiliyor, yerine de yargılar, kurallar, ayıplamalar, dışlamalar, cezalar koyuyor… Bireyi de değersizleştiriyor aslında. Distopyalarda okuyoruz abartılı hallerini… Tektipleşme dayatıldığı zaman çözümü daha kolay gibi geliyor bana. Ama biz tektipleşmeye gönüllü hale geliyorsak orada tedirgin olmaya başlamak lazım diye düşünüyorum. Akımlar, moda, trendler, popüler kültür öğeleri insanı toplumla bağlayan şeyler bir yandan ama sosyal medya ile birlikte yayılımı da hızlı ve etkili hale gelince… Biraz gönüllü tektipleşmenin kurbanı oluverilecekmiş gibi bir duyguda buluyorum kendimi… Bir distopyanın içinde yaşıyor ve fark etmiyor olabiliriz pekala.
12. Kitaplar okuyanın hayal dünyasında şekillendiği için hiç bir film onların yerini tutmasa da ben bazı kitapların keyifli bir filme dönüşebileceğine inanıyorum. Aurora’nın İlk Öpücüğü’nden de iyi bir gençlik filmi çıkabilir. Hatta benim aklımdaki film biraz Jean-Pierre Jeunet’in Amélie’sine benzedi. Sizin aklınızda bu romanınıza dair böyle bir plan ya da düşünce var mı?
“Amélie” benzetmesi çoğu okurdan aldığım bir tepki… Jean-Pierre Jeunet’in, Wes Anderson’ın dünyalarına benzeten çok oluyor. Ben de kendimce gurur duyuyorum. İki yönetmeni de çok seven bir izleyici olarak… Senaryosu bende hazır Aurora’nın 🙂 Kitaptan farklı bir ana karakter daha var senaryoda. Ama bu senaryo, hani gerçeğe dönüşsün diye değil kendi zevkim için yazdığım bi metin… “Aurora film olsa nasıl olurdu?” yu görmek için yazmıştım kitap çıkmadan daha önce… Benim düşündüğüm dünya da dediğinize çok yakın bi dünya… Gözlerimizde aynı üslubun canlanmış olmasına da ayrıca mutlu oldum şu anda.
13. Yazmak size ne hissettiriyor. Bu eylemi nasıl görüyorsunuz?
Benim için önceliklerin de önceliği. Bazen sanki karada yaşamak zorunda kalmış bir balıkmışım da yazarken suya dalıyormuşum gibi hissediyorum. Zorunlu olarak haftada 100 sayfa metin üretmem gerekiyor zaten. Ama orada çok kaygı var. Şahsi gelecek kaygılarım, hayatımı sürdürme zorunluluğu, reyting kaygısı başta olmak üzere. Sonra tam anlamıyla bi özgürlük yok. Genele hitap ediyoruz RTÜK var… Kitap yazmak benim tatilim… Boş kalır kalmaz o anda keyfim için yazdığım şeyin başına geçiyorum… Dolayısı ile hayatımın tamamına yayılan bi eylem benim için yazmak…
14. Edebiyatımız hakkında neler düşünyorsunuz? Bir de sizi etkileyen yazarları öğrenebilir miyiz? Özellikle kendi edebiyatımızda sizi kimler daha çok etkiledi?
Türk edebiyatını çok seviyorum… Ahmet Hamdi Tanpınar en sevdiğim yazarlardan biri. Sarkastik eserlerinden çok etkilendim… Ama tabii etkilensem de o güzelliğe erişilemez gibi geliyor bana… Orhan Pamuk, özellikle teknikler açısından… Farklı türlerde başyapıt verebilmesini de buna bağlıyorum biraz, büyüleyici metinler… Latife Tekin ilk okuduğum andan beri kalbimi çarptırıyor. Faruk Duman da öyle. Bir icada tanık olma etkisi yapıyor ben de iki isim de. Hakan Bıçakçı’yı da keyifle okuyorum. Karakterin gözünden bakmak demiştik ya önceki soruda… O işin pirlerinden biri olduğunu düşünüyorum. Aslında çok fazla yerli yazar okuyorum… Listem uzun…
15. Son olarak sizden yeni bir hikaye ne zaman okuyacağız?
Bilemiyorum ki 🙂 Başladığım iki hikâyem var. Hangisi açılırsa benim için, hangisi bugünkü ruh halimde yürüyecekse onu seçeceğim ve öncelikli olarak onu bitireceğim… Biri absürt bir polisiye, diğeri ise fantastik sayılır. Bir süper kahraman draması… Bitme zamanlarına metinler kendileri karar verecekler…
Bu güzel sorular için çok teşekkür ederim. Yanıtlamak bir zevkti. Sevgiler gönderiyorum. Kolaylıklar diliyorum…