Hakan Özbek
Twitter: @gormoti
Mary Shelley ünlü romanı Frankenstein’de bizlere kendi yalnızlığını da anlattı, tanrıya karşı sitemini de.
30 Ağustos 1797’de filozof bir anne ve babanın çocuğu olarak İngiltere’nin Londra kentinde dünyaya gelen Mary Shelley, annesini doğumundan 10 gün sonra kaybetti. Babasıyla ve onun çevresiyle birlikte büyüyen Shelley, 1816’da Percy Bysshe Shelley ile hayatını birleştirdi.
Aşkı uğruna babasını karşısına alan Mary Shelley bu kez eşinin anş ölümüyle sarsıldı. 1822 yılında eşini bir tekne kazasında kaybeden Mary ile Tanrı arasında sanki bir inatlaşma vardı.
Mary Shelley’e bugün sahip olduğu ünü getiren roman Frankenstein oldu. Çoğu kez bir korku romanı olarak ele alınan bu roman aslında bir yalnızlığı işlemektedir. Toplum tarafından dışlanan ve var olma savaşı veren bir ucubenin acıklı öyküsüdür.
Doktor Victor Frankenstein’ın ceset parçalarından yarattığı ancak ilk olarak kendisinin dışladığı ‘canavar’ buna rağmen mücadele eder, insanlarla yakınlaşmaya çalışır. Ancak her adımında biraz daha yalnızlığa gömülür. Tıpkı Shelley’in her adımında giderek daha fazla yalnızlaşması gibi…
Bu kült roman kaleme alınmasının ardından sadece edebiyat severleri değil, defalarca sinemaya taşınmasıyla da pek çok insanı etkilemeyi başardı.
Romantizm akımının önemli temsilcilerinden Shelley, yalnızlığını ölümsüz Frankenstein’a bırakarak 1 Şubat 1851’de yaşamını yitirdi.