Tatil dönemi okumak için hepimize iyi bir fırsat verdi ve ben de kendi adıma bu süreci iyi değerlendirmeye çalıştım. Özellikle daha önce denemek istediğim ancak fırsat bulamadığım eserlere zaman ayırmayı tercih ettim. Bunlardan biri de Peder Frederik Jensen’in Danimarka Demiryolları kitabı oldu. Sadi Tekelioğlu’nun başarılı çevirisiyle okurla buluşan bu kitap sıradanlıkların ne kadar etkileyici olabileceğini gösteriyor.
Jensen, Danimarka Demiryolları kitabı ile bizleri Avrupa’nın kuzeyinde bir seyahate davet ediyor. Bu öykülerde öncelikle bireylerin hayatlarındaki anlara ve kimi zaman şehirlere konuk olurken, 25 hikayede boşanma, ölüm, hastalık, seks, çocuksuzluk, nefret, aşk, ayrılma ve kavuşma anlarına tanık oluyoruz.
Kısa yazmak marifet gerektirir
Danimarka Demiryolları kitabının ön sözünde Şebnem İşigüzel, Peder Frederik Jensen’in öykülerini aslında son derece güzel tarif ediyor:
“En sonda söyleyeceğimi en baştan söyleyeyim: Kısa yazmak marifet gerektirir. Basit yazmak daha büyük marifet gerektirir. Sert şeyler yazmak daha daha büyük marifet gerektirir. Birazdan okuyacağınız öykülerin yazarı kısa basit sert şeyler yazıyor.”
Gerçekten de Jensen’in öykülerinde tipik insan manzaraları karşımıza çıkıyor. Son derece sıradan, mümkün olaylar onun kalemiyle gözümüzde canlanıyor. Danimarka toprakları üzerinde yaşayan her çeşit insandan hikayeleri okurken, bir hikayenin içinde insan varsa duyguların benzer olduğunu görüyorsunuz. Tepkiler coğrafyaya göre değişse de sevinçler, mutluluklar ya da hüzünler aynı kalıyor.
Kimi zaman arkadaşlarınızla oturur ve başınızdan geçenlerden bahsedersiniz. Karşınızdaki anlattıkça anlatır. Sonuca geldiğinde, “Bunu mu söyleyecektin” dersiniz ya, başında anlatılanları gereksiz bulursunuz; Jensen doğrudan söylemek istediğini söylüyor. Sözü dolandırmıyor. Ne diyecekse açıkça söylüyor. Bunu zaman zaman bizim alışık olmadığımız şekillerde yapıyor. Bu nedenle bazen “Bitti mi yani?” diye soruyorsunuz kendinize. Belki de işin güzel yanı budur. Hikayeyi kendi zihninizde tamamlayabiliyor ya da sürdürebiliyorsunuz. Yazar okuyucunun elinden düşünme hakkını almamalı; tamamlanacak boşluklar bırakmalı.
Diğer yandan bu öyküler sert. Bana göre bu sertlik de anlatımın basitliğinden geliyor. Eğer insanlar seks yapıyorsa siz bunun seks olduğunu anlıyorsunuz. “Şimdi bu neydi?” diye düşünmenize gerek kalmıyor. Aynı durum diğer durumlarda da benzer şekilde karşınıza çıkıyor.
Kalem Ajans’a teşekkürler
Türkiye’de çeviri edebiyat genellikle klasikler ve çok satanlar üzerinden ilerliyor. Bu noktada klasikleri ayrı tutarak söylüyorum; çok satan bir şeyin iyi olması gerekmiyor. Bunu böyle görmek çoğunluk senden farklı düşünüyor diye, doğru olan bir şeyden vazgeçmeye benziyor. Kalem Ajans, “Kısa Öykülerden Uzun Bir Köprü” adını verdiği proje kapsamında Türkçe’de yeterince yer bulamamış, az temsil edilen diller ve ülke edebiyatlarından eserleri bizlerle buluşturuyor. Böylece her biri kendi ülkesinde önemli bir noktada olan yedi yazarı daha tanıma fırsatı buluyoruz.
Kısa Öykülerden Uzun Bir Köprü projesinde yer alan diğer kitaplar ise şunlar:
- Yok, Olmasın da – Edina Szvoren
- Onu Görmeye Gittim – Pierre J. Mejlak
- Çöl ve Yolculuğun Kısa Teorisi – Cristian Crusat
- Keyifli Hikayeler – Marente de Moor
- Aç Gözünü Artık Yaşamıyorsun – Olga Tokarczuk
- Oltalarımıza Havai Fişekler Takıldı – Karen Köhler