Özgen Aydos
Twitter: @ozgenaydos
Bu kitap beni derinden sarstı. Edebi bir değeri, farklı bir bakış açısı olduğu için değil. Bu kitapla beraber bambaşka hayatların farkına vardım. Muhafazakar, başörtülü kadınların arasında da lezbiyenler olduğunu ve “günahkar” olduklarını düşündükleri için kendileriyle nasıl zorlu bir mücadele verdiklerini, fakat her defasında içlerindeki duyguya yenilip pişmanlıkla karışık bir mutluluk hissettiklerini…
Öncelikle bu kitap bir kurgu fakat gerçek olaylara dayanıyor. Bumerangın Aşkı kitabının yazarı Dr. Ahmet Koyuncu psikiyatrist. Elliden fazla lezbiyen- muhafazakar hastası olmuş. İçlerinde bekar olanı da var, evli ve çocuklu olanı da. Genci de var yaşlısı da… Belki inanmayacaksınız ama Koyuncu’nun hastaları arasında Kur’an Kursu hocası olan bile var.
Koyuncu kitabında tüm danışanlarını yazmamış, birinin hikayesine odaklanmış. Maddi durumu iyi olmayan ailenin küçük kızı Sinem’le tanışıyoruz. Sinem büyüyor, büyüdükçe kadınlardan hoşlandığını fark ediyor, buna anlam veremiyor. Yazın gittiği Kur’an Kursu’nda bu duygunun sapıklık olarak nitelendiğini öğreniyor. Kapanıyor Sinem, onlarca kere tövbe ediyor. Aşık olduğu kadınlardan kaçıyor, evleniyor. Kocasıyla beraber olurken “bitsin bu an” diye dua ediyor, kocasına hiçbir şey hissetmiyor. Tam da bu sırada karşı komşunun kızıyla tanışıyor, birbirlerine aşık oluyorlar. Her günü birlikte geçiyorlar, laf söz olması mümkün değil nasılsa…
Fakat günün birinde Sinem’in kocası şüpheleniyor, eve gizlice kamera yerleştiriyor ve karısıyla karşı komşunun kızını yakalıyor! Kıyamet kopuyor elbette. Sinem’in kocası, karısının kandırıldığına inanıyor. Onun için lezbiyenlik kabul edilebilir bir şey değil, ona göre her şey o karşı komşunun kızının başının altında çıktı, girdi karısının kanına. Karısı bir an bile pişman değil oysa, aşık çünkü. Öte yandan Sinem kendi içinde de cehennemi yaşıyor, bunun sapkınlık olduğunu düşünse bile duygularına ket vuramıyor. Ve hikaye kötü bitiyor, Sinem öldürüyor kendini…
Gerçekten okurken sarsıldım, insanların nasıl hayatlar yaşadığını, başından neler geçtiğini bilmeden yaşadığımı, hep kendi mahallemin insanlarına bakarken karşı mahalleyi hiç düşünmediğimi fark ettim. Sinem’e ve Sinem gibi onlarca kadına, onların sıkışmışlığına, arada kalmışlığına üzüldüm.
Doktor Ahmet Koyuncu kitabını, “Anadolu’nun köylerinde ve varoşlarda eşcinsel dürtülerini gizlice yaşayan, içine gömmeye çalışan, kendisini heteroseksüel hayata zorlayan ve acı çeken yüz binlerce lezbiyen kadına” adıyor.
Ben de tüm o kadınların kendileri olabilecekleri bir dünya umut ediyorum.