Röportaj: Hakan Özbek
Twitter: @gormoti
Okumak güzeldir ancak bazı kitaplar mutlaka okunmalı. Mesela bu yıl için okunması gerekenler listesi yapılacaksa bu listede mutlaka Zeynep Delav’a yer verilmeli. Kimilerinin daha önce çeşitli mecralarda yazılarını okuduğu Delav, bu kez kendi kurgusuyla, ilk öykü kitabı Kemik Tozu ile karşımıza çıktı. Kitap elime ilk geçtiğinde okumaya başlamadan önce kapağa gözlerim takıldı, sıkıntılıydı. Öyküleri okumaya başladığımda hem Delav’ın anlatımına hem de anlattıklarına hayran kaldım. Köşeye sıkışmayı, çaresizliği o kadar iyi anlatıyor ki… Kemik Tozu sizi sarsacak, hem de çok derinlerden.
Kemik Tozu’nda yer alan öyküler için öncelikle size teşekkür ediyorum. Son zamanlarda okuduğum en iyi öykülerdendi. Okurlarımıza kısaca kendinizi tanıtabilir misiniz?
Bu güzel cümleler için asıl ben teşekkür ederim. Eksik olmayın.
Kendimi can kulağıyla dinleyen, iyi bir okur-yazar-önce okur-olmak için hep çabalayan, keşfetmeye çalışan, yazı kurup-kaldıran, olmadıysa en başa dönen, güne karışmamak için direnen bir faniyim. (Ben bu soruda hep zorlanıyorum) 🙂
Daha önce Varlık gibi çeşitli dergilerde öykülerinizle okuyucuyla buluştunuz ancak ilk kitap farklı bir heyecan yaşatıyordur diye tahmin ediyorum. Nasıl hissediyorsunuz?
Mutluyum elbette. Kitap, hayatınızda “benim” diyebileceğiniz bir varlık. Verdiği his anlatılamayacak kadar gurur verici!
Kitabın çıktığı ilk hafta, bütün kahramanları ifşa etmişim gibi bir hisse kapıldım ancak o durum kısa sürdü.
Kemik Tozu’nda yer alan tüm öyküler her anlamda çok özel. Anlatımınız olsun, anlattıklarınız olsun… Hepsi büyük bir sancının ürünü gibi. Her öykünüz okuyana farklı bir endişe yaşatıyor. Öyküleriniz bana iyi bir anlatıcı olmanızın yanı sıra iyi bir gözlemci olduğunuzu da düşündürüyor. Sadece bireyleri değil, toplumun tamamını iyi gözlemleyen biri…
Gözlem, onu çekip oradan alabilmek, “ya sen olsaydın” diye soru sormak, yargılamadan, müdahale etmeden önce içteki gerçekliği bilmek istemek. Bunlar benim öykü yazarken en çok içimde çevirdiğim şeyler.
Endişe, belki kaygı. Bu endişenin verdiği sancı ve o sancıdan nasıl kurtardığı, neler yaptığı…
İyi öykü diğer türlere göre farklı bir etki bırakıyor bende. Sizin öyküleriniz tam kararında geldi bana. Hem okurken hem de okuduktan sonra bayağı düşündürdü beni. İyi öykünün bir ölçüsü var mı sizce?
Bence iyi öykünün ölçüsü; okuduğuna inanmak! Kişiye, mekâna, anlatılan her neyse kurmaca olduğunu unutup birlikte yol almak.
Dikkatimi çeken konulardan biri de öyküleriniz kadın karakterlerin biraz daha ağırlıkta olması… Bu biraz da ülkemizde kadına karşı yaklaşımdan mı kaynaklanıyor?
Kadın olmadan hayat olmaz. Toprak gibi! Aslında öykülerde kadınların daha sık olması gördüğüm, bana değen, gözlemlediğim kişilerin yine sıklıkla kadınlar olması.
Sadece ülkemizde değil bana kalırsa bütün dünyanın kadına yaklaşımı sıkıntılı. Bir yerde biraz daha azdır, diğerinde daha çok. Anlaşılamamak, cinsiyet üzerinden alınan tavır bana göre şiddet. Şiddeti birçok kişi ya da kurum fiziksel olarak algılasa da öyle değil. Bence, bir ekonomik şiddet var, fiziksel şiddeti dörde katlar…
Öykülerinizde, halının altına süpürülen sıkıntılar saklandığı yere sığmıyor. Yetiştirme yurtları, çocuk ve kadına şiddet, yayıncılık… Bir çok konuyu öykülerinizde görmek mümkün. Bu konularda bir şeyler söylemeliyim mi dediniz?
Bu biraz, karşıdaki kişinin yürüdüğü yolu, onun ayakkabısıyla yürüyünce işler ne oluyor acaba diye kafaya takmakla ilişkili. En basiti haberlerde izlediklerimiz, biz o insanın ne yaşadığını biliyor muyuz? Hayır. İşte bilsek, hatta yaşasak ne olur? Öykülerin çoğunun çıkış yeri, empati duygusu.
-meli/malı ekler yok benim öykü kurmalarımda. Ben anlatırım, okuyan içinde alır verir. Der, veya demez.
“Çok Bin Vuruş”ta yayıncının tavrı düşündürücü… Ülkemizde kimi yayıncıların söylediği, “okurdan çok yazar var” durumunu mu gösteriyor? Ya da yayıncının kaygılarına mı vurgu yapıyor?
Okurdan çok yazarın olması, en büyük yayıncılık sorunu. Ancak bunu sorun olarak devam ettirip, ettirmemek de yine yayıncının sorunu. Nitelikli edebiyat üretmek, çoksatan üretmek yayıncının derdi olmalı. Biraz, kendi kaygılarını yine kendileri hazırlıyor. Nitelik aramazsa, okurdan çok yazarlardan daha çok dosya alacaklar diye düşünüyorum.
Yine “Çikolata Aşkı” ve “Kemik Tozu” öykülerinde kadına şiddet konusu son derece başarıyla işlenmiş bana göre. Bir edebiyatçı gözüyle baktığınızda Türkiye’de kadına ya da çocuğa yönelik şiddette veya istismara neden bir çözüm üretilemiyor?
Üretiliyorsa da yeterli değil. Peki, ümitsiz miyim? Asla! Bu başlı başına bir zihniyet meselesi. Bunun nedenini, dinamiklerini daha doğrusu çözebilecek-öngörebilecek matematiğini ben bilemiyorum ancak bana düşen susmadan, durmadan göstermek, anlatmak-yazmak.
Çözüm üretilmedikçe, sorunsuz bir karakter oluşmuyor kurmaca metinlerde. İyi gösterilerek de anlatılır birçok şey ancak, karşımda gül bahçesi var da ben mi anlatmıyorum!
“Kemik Tozu” öykünüzde Fadime karakteri çok etkileyici. Hikâye boyunca çevresinin ona evlenmesi konusundaki baskısı, evlendikten sonra pasif bir insana dönüşmesi ve sonunda mutluluğu buluyorken buna çıkan engeller… İnsan neden bu kadar değişir?
Acı çekmiş olmaktan! Ve sevgiden. Zaman ve acı iyi geçinir. Zaman, en çok söz geçiren olarak acının sırtını sıvazlar durur. Sevgi eşlik ederse ne güzel. Ancak zorla ya da güzellikle zaman acıyı susturur. İnsanı evirip, çevirerek olduğundan çok başka bir resme benzetir. Fakat insan hafızası acıyı ötelese de acı çekmiş olmayı hep diri tutabiliyor.
Kemal Varol’un söylediği gibi, “Acı elbette geçiyor / acı çekmiş olmak geçmiyor.” O hesap.
Yazdıklarınız aynı zamanda iyi bir toplum eleştirisi. Bir yazar olarak sizin yazma amacınızda eleştirinin yeri nedir?
Benim tam olarak yapmak istediğim, bir mahalle oluşturmak. Okuyanın gerçek bir mahalle görmesini sağlamak. Hiçbir ideoloji ve siyaseti gözetmeden olanı biteni anlatmak. Bana kalırsa, tam da burada eleştiri başlıyor. Çokça felsefe ve psikolojiye dayanmak, soluklanmak. Okur böyle anlatılan öykü okuyunca, toplumu, geçmişi ve geleceği daha iyi kıyaslayabiliyor.
Karakterlerinizin gerçekliği oldukça fazla. Peki tamamen gerçek bir karakter var mı bunlar arasında?
Hayır, yok. Daha önce bir söyleşide daha bahsettim. Gerçek bir karakter olmasın diye, çok özen gösteriyorum.
“Kemik Tozu”na tepkiler nasıl? Sizin beklentilerinizi karşıladı mı?
Evet, çok şükür iyi tepkiler alıyorum.
İnsanlar yeni öyküleriniz için sabırsızlanıyor olmalı. Böyle bir çalışmanız var mı?
Henüz yok ancak kafamda kurduklarım var. Onlar hep var 🙂
Sizin yazma süreciniz nasıl işliyor? Mutlaka şöyle olmalı dediğiniz şeyler var mı?
Yazdığımın sonunu bilmiyorum. Bilsem, tıkanabilirim. Yolun götürmesi gibi, kurmaca beni götürüyor diyebilirim. Ancak kaygan bir zeminde yolu görmeden de ilerlemiyorum. Dolayısıyla bir “mutlaka”m yok, olması gerekenler var.
Son olarak okurlarınıza söylemek istediğiniz bir şeyler var mı?
Onlar iyi ki var…