Bu haftanın yeni çıkan kitaplarından oluşan 24 kitap önerisi listemizi sizler için hazırladık. Yine iyi bir okuma yapmanız dileğiyle…
1. TAMAM (Kolektif / 1984 Yayınevi)
Ülkemizde pek örneği görülmez ama Batılı ülkelerde, özellikle Fransa’da, tarihin dönüm noktalarında, önemli toplumsal olaylar karşısında sanatçılar, yazarlar, şairler, aydınlar gündeme müdahale ederler. Ama bu müdahalelerini kendi kimliklerini koruyarak, gündelik siyaset dilinin tuzaklarına düşmeden özgün bir şekilde yaparlar. Aydınların ve sanatçıların -siyasete angaje olsunlar ya da olmasınlar- böylesi kriz dönemlerinde sorumluluk alarak ülkelerinde yaşananlar üzerine itirazlarını dile getirmeleri, zorbalığa karşı tavır-konum almaları ve ilerici hareketlere önderlik yapmaları eşyanın tabiyatı gereğidir. Bunun için ille de toplumcu olmaları, belli bir görüşün içinden konuşmaları gerekmez. Sadece ülkelerinin içinde bulunduğu durum karşısında kendi özgün ve bağımsız sözlerini naiv bir biçinde ifade ederler. Bu aynı zamanda sanatçının içinde yaşadığı topluma ve ülkesine karşı etik sorumluluğudur.
İşte 1984 Yayınevi tarafından hazırlanıp yayımlanan “TAMAM” kitabı da son dönemde sosyal medyada R.T. Erdoğan’a karşı kendi sözlerinden yola çıkılarak başlatılan “TAMAM” kampanyasından ilham almış bir broşür-kitaptır. Çalışma, bu kampanyaya destek olan 22 sanatçı ve aydının “TAMAM” kavramı çerçevesinde; şiir, öykü, deneme ve karikatür vb. farklı türlerde ifade ettikleri özgün görüşleri bir araya getiriyor.
Katılımcılar
Emre Kongar, Osman Çakmakçı, Ozan Kotra, Dilek Yılmaz, Murat Uyurkulak, Nuri Kurtcebe, Fuat Sevimay, Mehmet Sakınç, Ataol Behramoğlu, Uğur Deveci, Tarık Günersel, İrfan Yıldız, Hakan Zal, Zafer Zorlu, Melisa Kurtcan, Eser Baykuş, Ömer Turan, Mehmet Fırat Pürselim, Hasan Öztoprak, Zafer Temoçin, Aptülika, Cenk Gündoğdu
2. Rüyalar Kitabı (Jorge Luis Borges / Kırmızı Kedi)
Borges Rüyalar Kitabı’nda dünyanın bütün rüyalarını bir araya getiriyor.
“Kesin olan şu ki, zihinde beliren korku da daha az gerçek değil.” —Sezar
“Peri masallarımın mimarı ben, değerli taşlardan bir tünelin altından keyfimce geçiriyordum evcilleştirilmiş bir nehri.” —Charles Baudelaire
“Rüyamda sağ bir geyiğin düş kırıklığına uğramış avcıdan af dilediğini gördüm.” —Nemer İbn El Barud
“İnsan, rüyaları boyunca istikbaldeki yaşamın idmanını yapar.” —Nietzsche
Babil Kitaplığı Borges’le başlayıp Borges’le bitiyor.
3. Lady Anne Susuyor (Saki / Kırmızı Kedi)
“Thackeray, Kipling ve diğer birçok İngiliz aydın gibi Hector Hugh Munro da Doğu’da dünyaya geldi. Munro soyadını köklü bir İskoç ailesinden, Farsçada kadeh sunan anlamına gelen Saki takma adını ise Rubailer’den almıştır.
Munro’nun yapıtları, yalnızca varlıkları bile çevresindeki insanların hayatını zehir etmeye yeterli, yaşı geçkin, iğrenç, kendi istekleri doğrultusunda hareket eden insanlar ve dostlukları bir tür büyü olan hayvanlarla doludur.
Saki bir tür alçakgönüllülükle acımasız ve acıklı öykülerine önemsiz bir hava verir. Bu incelik, hafiflik ve vurgu eksikliği Wilde’ın tadına doyum olmaz komedilerini anımsatıyor.” —Jorge Luis Borges
4. Chaosmos (Emin Altan / Norgunk Yayıncılık)
Burası distopik bir ülke, burası dünyada bir yer, burası “Chaosmos”. İnsanın işgal ettiği yerler doğa tarafından bir bir geri alınıyor bu ülkede. Yaşayanlar az önce buradaydılar ama şimdi yoklar, kıyameti beklemeden çekip gitmişler. Evlerini, fabrikalarını, uçaklarını, işkence odalarını, çocuklarının oyuncaklarını bırakıp gitmişler. Belli ki bir şeyler ters gitmiş.
Emin Altan beş yılı aşkın bir süre boyunca bu distopik ülkeyi gezdi, bu hayalet mekanları, yapıları fotoğrafladı, modern insanın doğayla girdiği savaştan nasıl yenik ayrıldığını kare kare belgeledi. Dünyaya inanmayan, onu aşmaya çalışan zihnin ödediği, ödettiği bedellerin kaydını düştü.
Bülent Erkmen’in kurgu ve tasarımıyla inşa edilen “Chaosmos” kitap olarak taşıdığı muhasebe defteri cüssesiyle bu kaydın hesabını kalem kalem tutuyor.
5. Öğlen Paris’te Sekizde Chicago’da (Douglas Cowie / Alakarga)
Öğlen Paris’te Sekizde Chigago’da- Douglas Cowie
Bu kitabı seninle gönderiyorum
Geçeceğin yerlerden
Belki o da geçer diye:
Gece ışıklarının fısıltıları altında
Tarihi sokaklarında
Senin Fransa’nın
Simone, bu şiiri de oraya gönderiyorum
Benim de bir parçam seninle gelsin diye.
Jean-Paul Sartre’ın ebedi sevgilisi Simone de Beauvoir, bir Amerika ziyaretinde, yıldızı yeni yeni parlayan polisiye yazarı Nelson Algren’le tanışır. Nelson’dan kendisini “gerçek insanların” olduğu yerlere götürmesini ister. Nelson de onu önce bir hapishaneye, sonra da fahişelerin, kumarbazların, alt sınıf Amerikalıların dünyasına götürür. Simone, tavukların “kemiklerini bile” yiyen bu genç romancıya fena halde âşık olur… Öğlen Paris’te Sekizde Chicago’da bir solukta okuyacağınız, romantik, hüzünlü, unutulmaz bir aşk öyküsü…
6. Kağıt Adam (Gallagher Lawson / Alakarga)
Canım babam, şehirde hava aniden değişti.
Mukavvalarıma kadar dondum. Bulutlardan dolayı şehrin üzerine bir karanlık çöktü. Aklıma aniden sana daha önce hiç sormadığım bir soru geldi: Bir kâğıt adam kaç yıl yaşar? Yani asıl merak ettiğim, bir kâğıt adam için yolun yarısı ne zaman gelmiştir?
Geçirdiği feci kazadan sonra babası Michael’ı yeniden, bir kâğıt adam olarak yaratmıştır.
Michael, uğradığı felaketi ve taşrada yaşadığı hayal kırıklıklarını unutabilmek için evini, ailesini terk ederek şehre taşınmaya karar verir… Ama daha otobüste yeni felaketler birbiri ardına gelmeye başlar. Gallagher Lawson, son derece sürükleyici ve düşündürücü bir distopya kaleme almış: Kâğıt Adam, insanların maskesiz sokağa çıkamadığı, denizkızlarının karada yapayalnız bırakıldığı, dünyanın ümitsiz bir karanlığa gömüldüğü bir “zamansız zaman”dan geliyor. Mutlaka okuyun.
7. Felsefede Marksist Olmak (Louis Althusser / Can Yayınları)
Felsefe hiçbir şekilde masum değildir. Bütün bu parlak ve ince düşüncelerin ufkunda beliren dünyası, onun reel dünyası, insanların ve kavgalarının dünyasıdır: sınıf mücadelesinin dünyası.
Felsefede Marksist Olmak, Althusser’in 1975’te kaleme aldığı 26 kısa bölümden ve Jean-François Revel’in polemik tarzı bir metnine cevaben yazdığı ek bir parçadan oluşuyor. Başlığın da yansıttığı üzere, tartışmanın merkezinde felsefe ile Marksizm arasındaki ilişki yer alıyor. Ara duraklarda ise Althusser’in başka metinlerinde de sıklıkla ele aldığı alt başlıklar; tarihsel gelişim çizgisi içinde felsefenin ne olduğu, bilgi-iktidar bağıntısı, idealist felsefenin yüzyıllardır süren tekeline karşı materyalist felsefeyi savunmanın gerekliliği, bir siyasal mücadele alanı olarak bilgi üretiminin tanımlanması, felsefecinin sınıf savaşı açısından önemi gibi can alıcı temalar var.
Filozof Olmayanlar İçin Felsefeye Giriş’te olduğu gibi Felsefede Marksist Olmak’ta da her zamanki ilgi çekici anlatımı, çarpıcı örnekleri, yer yer kışkırtıcı, şiddetli tartışmalara yol açan üslubuyla Althusser, kendi durduğu yerden “baş aşağı gözüken felsefeyi ayakları üzerine çevirmeyi” deniyor…
8. Gidiyor Gitti Gitmiş (Jenny Erpenbeck / Can Yayınları)
“Ağustos sonunda bir perşembe günü on adam, Berlin’deki Kırmızı Belediye Binası’nın önünde toplanıyor. Açlık grevi yapacakları söyleniyor. Tenleri siyah. İngilizce, İtalyanca, Fransızca konuşuyorlar. Ve burada kimsenin anlamadığı bazı başka dilleri. Adamlar ne istiyor?”
Emekli profesör Richard kendi hayatına dair sorularla boğuşurken, Berlin’in göbeğinde işgal eylemi yapan Afrikalı mültecilerle karşılaşır ve sorularının yanıtlarını hiç kimsenin aramadığı bir yerde, bu genç insanların arasında aramaya karar verir. Bu, yaşlı Avrupa’nın yaşlı sakinlerinden Richard’ın, bakışlarını ilk kez kendinden başka olana çevirdiği andır. Dünya mülteci kriziyle sarsılırken Richard ilk kez kendi küçük, güvenli kozasından dışarı çıkar.
Jenny Erpenbeck’in son romanı Gidiyor, Gitti, Gitmiş ülkelerinden kaçmak zorunda kalanların, ölümü ve zulmü savuşturanların sonsuz bekleyişe mahkûm edildiği bir dünyadan, bizim dünyamızdan söz ediyor. Bakmak ile görmek arasındaki ilişkiyle hesaplaşan bir roman bu. Bakıp da görmeyenlerin, görmek istemeyenlerin sığlığını yüzümüze vuruyor. Gidiyor, Gitti, Gitmiş insanın yüzleşmekten kaçamayacağı doğru soruları soruyor.
9. Arı Fısıltıları (Menekşe Toprak / İletişim Yayınları)
İşittiğini tanımlamaya kalkışsa, ufak tefek, zayıf bir gövdenin çıkarabileceği bir ses bu, derdi… Derviş’e öyle geldi ki, bir soru soruyordu bu ses. “Ellerim nerede?” diyordu sanki. “Kollarım, bacaklarım nerede, göstersene, içim nerede?” Arılar çoktan başının etrafında dönmeyi bırakıp arkasındaki bir dala konmuş ama Derviş fidan tarlasının ortasında kasılıp kalmış, beyninde uğuldamaya devam eden bu sesi dinliyor, aslında aynı anda için için Zahide’yi aradığını biliyor, onun kulağına eğilip bir yol göstermesini, gösteremese de “Ne yapacaksın Derviş?” diye sormasını bekliyordu.
Kavgalar, patlamalar, köye getirilen cenazeler… Suna’nın Deniz’e olan aşkı… Büyük sözler, insanın kalbini ve ruhunu cendereye sokan ebeveynler… Tahakkümle hesaplaşan genç isyanlar. Uykusuz bir Derviş, konuşulan Berkin, usul usul Alevi türküleri… Şimdiki zamanın siyaseti, harareti ve bitimsiz deveranları…
Anne kokusu, toprağın nemi, karbonatlı çay ve tütün kokusu, aşk kokusu; buhar, sabun ve ter kokusu… Yanık et, kan ve lağım… Arı Fısıltıları, dünyanın kokusunu anlatıyor.
Menekşe Toprak, yaşamın beyhudeliğini maharetle anlatırken arıların fısıltısına kulak kesiliyor. Duygun, öfkeli ve aşk dolu…
10. Sessizliğe Hayranlık (Abdulrazak Gurnah / İletişim Yayınları)
Sessizliğe Hayranlık, etnisite, ırk, cinsiyet ve ulus meselelerini çokkatmanlı bir anlatıyla ele alan bir başyapıt.
Sessizliğe Hayranlık’ın sessiz ve isimsiz anlatıcısı, üniversite öğrenimi için geldiği İngiltere’de yerleşip aile kurmasına karşın yıllardır aidiyet sorunu yaşamaktadır. Bu sorunu anavatanı Zanzibar’a dönerek çözmeyi deneyen “sessiz anlatıcı”, anavatanında karşılaştığı ruhsal ve manevi engellerle birlikte sorunun mekânla veya coğrafyayla sınırlı olmadığını anlayacaktır. Kuşaktan kuşağa devrolan bir kimlik ve aidiyet sorununu sınırları ve milliyetleri kateden bir anlatı içinde sunan Sessizliğe Hayranlık insanlığın evrensel ütopyasına yönelik bir umut kıvılcımı.
“Abdulrazak Gurnah’ın bugünkü Afrika romanının önde gelen temsilcilerinden biri olduğunu düşünüyorum.” —Murat Belge
“Irk, ihanet ve kimlik meselelerini böylesine güçlü ve satirik bir içgörüyle sunan çok az roman var.” —Carolıne Gascoıgne
11. 365 Gün 365 Cinayet (Mümtaz Arıkan / İthaki Yayınları)
İnsanlık tarihi cinayetle başlar; Mümtaz Arıkan bu bilgiden yola çıkarak yedi senesini dünya tarihinin seyrini etkileyen cinayetleri araştırarak, resimleyerek, öyküleyerek geçirdi. Faili meçhullerden seri katillere, kan donduran sadistliklerden nefret cinayetlerine uzanan bu cinayet takvimi gazeteci ve çizer Mümtaz Arıkan’ın bilgisayar kullanmadan, tamamen elde hazırladığı titiz bir çalışmanın ürünü.
12. Kutsal Bir Beat Kitabı (Jeremy S. Poken / Cumartesi Kitaplığı)
Kutsal; cazın, uyuşturucun, zenin, yolun, şiirin, Beatlerin, The Beatles’ın, Kurt Cobain’in, David Bowie’nin, Tom Waits’in, Bob Dylan’ın, Leonard Cohen’in, sinemanın… kısacası Beat’i etkileyen ve Beat’ten etkilenen her şeyin incelemesi.
“Bazen cümleler başlar sonra biter, arası uzun bir boşluk… Kutsal, aradaki boşluğu anlatıyor.” —Kaan Çaydamlı
İnceleme serisinde dert edindiğimiz konuları, farklı yönleriyle ele alıyoruz. Bir şeylerin sadece sonrasının değil öncesinin de bilinmesini istiyoruz. Edebiyattan sinemaya, müzikten teknolojiye birçok meselenin bilinmeyen yanlarını kitaplığınıza taşımayı hedefliyoruz.
13. Yara Bende (Abdullah Ataşçı / Everest Yayınları)
Abdullah Ataşçı’nın kaleminden Dağda Duman Yeri Yok ve Birîndar’dan sonra yeni bir roman: Yara Bende!
Tepeden başlayıp dereye uğrayan, dereden sonra ekmeğe varan, ekmekle gönül, gönülle saik, saikle veda bahsini beraber açan, nihayetinde yol, ağıt ve kuyu diyen bir anlatı kuruyor Ataşçı. Bu dokuz parça boyunca da anlatıyor: Kelimenin ilk anlamıyla, anlatıcı karşısında durduğunu düşündüğümüz oğluna anlatıyor. Ve anlatıcı gene kelimenin birinci anlamıyla kaydediyor: Bir teypten kurtarılan anlatıyı okuyoruz biz de.
Abdullah Ataşçı, öykülerinden sonra romanlarıyla açtığı hattı derinleştiriyor. Salıbaba ile, Kasımbeyliler ile, Çayda Çıra Heykeli ile, Bay Miyagi ile, öldükten sonra mahalleliyle konuşmaya devam eden dede, Birîndar’ı yazan bizzat kendisi ile ve dahası ile…
“Çünkü doğrular insanı farkında olmadan büyütürken ya da hiç olmazsa birer makineye dönüştürürken; hatalar, onun çocukluk sularında biraz daha kalmasını sağlayacak kadar iyilik doluydu. Çocukluğumun rengi solmasın, orada biraz daha istediğim gibi oynayayım diye, büyüklerimi üzecek yanlışlar da yaptım bu yüzden. Sana o günü anlatacakken bak, yine hayat konusunda ahkâm kesmeye başladım, iyi mi? Derdim seni büyütmek değil kesinlikle.”
14. İyi Bir Evlilik-Şiddetin Çocukları 2 (Doris Lessing / Everest Yayınları)
“Doris Lessing’in pasif kahramanı Martha, hayatından hiç memnun değil ve bir türlü kendi kaderinin kontrolünü eline alamıyor. Ancak bu romanlar iyi sonla bitmeseler de çok daha geniş ölçekte bir ihtirasın kanıtı olacaklar en azından: kişisel bir hikâyenin izlerini bütün toplumsal ve tarihsel bağlamı içinde yansıtan bir Bildungsroman yazma ihtirası.” —J.M. Coetzee
İyi Bir Evlilik, Nobel ödüllü Doris Lessing’in, iki dünya savaşı arasında doğup büyüyen bir nesli anlatan beş kitaplık “Şiddetin Çocukları” dizisinin ikinci cildi.
İyi Bir Evlilik’te, sıradan bir evliliğin tuzağına düşen sıradışı kahramanımız Martha Quest’in dünyasında gömülü cinsel, toplumsal ironiler ve çelişkiler yakıcı bir zeka parlaklığıyla gözler önüne seriliyor.
Doris Lessing bir erkeği, bir kadını, birbirlerine ulaşmak için harcadıkları boşuna ve yanlış anlamalarla dolu çabaları, patlayıp onur kırıcı bir şiddete dönüşen hüsranları, sadakatsizlikleri ve sonunda Martha’nın evliliğe sırtını dönerek, çocuğundan yürek burkan bir şekilde vazgeçişini olağanüstü bir sezgiyle dile getiriyor.
“Eğer 20. yüzyıl yazarları için bir Rushmore Dağı Anıtı olsaydı, üzerine oyulmuş yüzlerden biri kesinlikle Doris Lessing olurdu.” —Margaret Atwood
15. Bay Uzay Gemisi (Philip K. Dick / Alfa Yayıncılık)
En büyük bilimkurgu yazarının 5 ciltlik bütün öykülerinin ilk cildi yazarının alışılmadık, nüktedan, kendisine özgü felsefi dünya görüşünü gözler önüne seriyor.
“Bilimkurguda görüşlerini ifade etmek için ideal formunu bulan Felsefi bir yazara uygun bir çaba.” —The Independent
“Kurmaca edebiyatın her türünü en özgün biçimde uygulamış bir yazar. Phılıp k. Dıck avrupalı avangartçıların çoğunu çıkmaz bir sokakta yerinde sayanlara dönüştürüyor.” —Sunday Times
“Tarifi mümkün olmayan ve benzersiz bir sanatçı.” —Ursula K. Le Guın
16. Ekonominin Kısa Tarihi (Niall Kishtainy / Alfa Yayıncılık)
“Sürükleyici ve eğlenceli bir ekonomi tarihi. Ekonomist deyip gözardı ettiklerimizin dünyaya yönelik kavrayışımızı nasıl değiştirdiğine şaşıracaksınız.” —Tim Harford, Money and the Undercover Economics
“Ekonomiye yeni başlayanlar için mükemmel bir rehber. Kishtainny’nin Ekonominin Kısa Tarihi, ekonomi hakkında bilmek ve sormak istediğiniz her şeyi ayağınıza getiriyor. ” —Robert J. Shiller, Nobel Ekonomi Ödülü sahibi
“İnsan hayatının en önemli unsurlarından biri olan ekonomiye dair, derin fikirleri kolayca anlaşılır kılan bir tarih.” –Charles Wheelan, Naked Economics’in yazarı
“Ekonomiden anlarım diyenler, daha iyi anlamak isteyenler, sohbetlerinden ekonomik konuları eksik etmeyenler, tam size göre bir kitap!” —Robert H. Frank, The Economic Naturalist
17. Nazım Hikmet ve Tosca’sı Semiha Berksoy-Mektuplaşmalar (Nazım Hikmet, Semiha Berksoy / Kırmızı Kedi)
Bir tarafta Türkiye’nin ilk opera sanatçılarından yüksek dramatik soprano Semiha Berksoy. Diğer tarafta Berksoy’un dünya çapında “değerini” herkesten evvel fark eden Türkçenin en büyük şairlerinden Nâzım Hikmet.
İkilinin ortak yönü olan “sanat” vesilesiyle başlayan ve kimi zaman aşka evrilen bir yakınlık. Nâzım’ın mahpusluğu yüzünden “gerçekleşmeyen” bir aşk ve bunun da etkisiyle iyice pekişen bir dostluk.
Bu aşkî dostluğu tüm yoğunluğu ve saflığıyla ortaya koyan karşılıklı mektuplar…
Nâzım Hikmet ve “Tosca”sı Semiha Berksoy – Mektuplaşmalar, merkezinde aşkın yer aldığı bu dostluğu 70 yıl öncesinden bugüne, bugünden sonsuza taşıyor…
18. Şal (Silvina Ocampo / Nebula)
Hem soykırım dehşetini hem de sağ kalanların peşini bırakmayarak bir ömür süren boşluğu anlatan Şal, Nazilerin elinde eziyet görenlerin kapanmayan yaralarını hatırlamaya çağıran bir davet. Yeğeni Stella ile birlikte yol alan ve küçük bebeği Magda’yı şalına sararak gizleyen Rosa, korkunç bir trajedinin yaşanacağı bir toplama kampına varır. Yıllar sonra, Amerika’da, Rosa Lublin ile karşılaşırız; gözü hâlâ şalında, ölmüş kızına mektuplar yazmaktadır.
“ABD’nin edebi panteonunun Athena’sı”, “Bronx’un Emily Dickinson’ı” ve “zamanının en usta ve incelikli üslubuna sahip yazarlarından biri” olarak betimlenen Cynthia Ozick, çoğumuzun küçük bir mücevher gözüyle bakacağı Şal’da maneviyatından taviz vermeyen bir hikâye anlatıyor.
“Ozick, Cormac McCarthy ve Don DeLillo ile beraber ülkenin yaşayan en iyi kurgu yazarlarından biri.” —David Foster Wallace
“Ozick, son yıllarda ortaya çıkmış Amerikalı yazarların en iyisi izlenimini bırakıyor bende. Katolikliğin Flannery O’Connor’a verdiğini Yahudilik de Ozick’e verdi: yetkinlik, derinden bir kavrayış, başkaldırı.” —Edmund White
“Geçtiğimiz yarım asır boyunca kurulmuş en mükemmel cümlelerin bazılarından Ozick sorumludur; o kendine has, kusursuz bir üslupçudur.” —Giles Harvey, The New York Times
“Bilgeliğini gururla gösteren, öz farkındalığı yüksek bir tarzı olan Cynthia Ozick, yazarların üstadı.” —Ilan Stavans, Times Literary Supplement
19. Cosima (Grazia Deledda / Kolektif Kitap)
Eğitim şansının ve dünyevi imkânların kısıtlı olduğu, doğanınsa kendini sınırsızca sunduğu bir coğrafyada geçirilen çocukluğun hayal gücünde ve dilde yarattığı tüm etkiler Nobelli yazar Grazia Deledda’nın bu otobiyografik romanında masal diliyle karşımıza çıkıyor.
“Sanatçının bir genç kız olarak portresi benzersiz ve son derece tatminkâr.” —Belles Lettres
“Nuoro’daki büyük bir aileden gelen asi genç kadın Grazia Deledda hassas gözlem gücü ve dikkat çekecek derecede duru üslubuyla Sardinya’da ilgi uyandırmıştı. Adada olay yaratan yazar bu arada Nobel’i de aldı. Deledda’nın toplu eserleri gerçek bir keşif: Balzac’ın Fransa’ya yaptığını, o Sardinya’ya yapıyor.” —Paul Chutkow, The New York Times
20. Hollywood (Jean-Baptiste Thoret / Karakarga)
Easy Rider’dan Apocalypse Now’a Yeni Hollywood
60’lı yılların sonunda büyük yapım şirketlerine savaş açan, Vietnam Savaşı’ndan etkilenip politize olan genç nesil yönetmenler çağına “Yeni Hollywood” diyoruz. Elinizde tuttuğunuz çizgi roman denemesi, bu altın çağı aydınlatırken Scorsese, Coppola, Peckinpah, Romero ve diğer yönetmenlerin ortak yanlarını da ortaya koyuyor.
JEAN-BAPTISTE THORET, 1970’ler Amerikan sineması uzmanı Fransız yazardır. Aynı zamanda radyo ve televizyon mecralarında da yer alan Thoret, Amerikan ve İtalyan sineması hakkında kitaplar yazdı. Ayrıca, Charlie Hebdo’nun sinema yazarıdır.
BRÜNO, blaxploitation ve Yeni Hollywood yapımlarından ilham aldığı Lorna albümü ve Tyler Cross, Inner City Blues gibi serileri sayesinde, çizgi roman aleminde saygın bir yer edindi.
21. Mor Bir Serserinin Gezi Notları (Osamu Dazai / Dedalus)
Her roman otobiyografiktir. Yazalar bunu kendilerinden bile saklarlar. Ancak, Japon edebiyatının aykırı yazarı Osamu Dazai, bunu kabullenerek çıkıyor kitaptaki yolculuğuna. Mor Bir Serserinin Gezi Notları’nda doğduğu Tsugaru Yarımadası’na yaptığı “hac yolculuğu” ile birlikte belleğinin patikalarında gezinmeye başlıyor. Bu gezinin notları, genç yaşta intihar eden Dazai’nin hayatındaki sert dönemeçlerden izler taşırken, gerçek ile kurgu arasında gidip gelen bir anlatıya dönüşüyor.
Dazai, 20. yüzyılın en önemli yazarlarından biri. Onu okumak, hepimiz için büyük bir ayrıcalık.
22. Sekizinci Günahın Sonrası-Denemeler (Enis Batur / Sel Yayıncılık)
Alberto Manguel, “Yedi Temel Günâh” antologyasının ithafında “bir sekizincinin varlığını bilen Enis’e” notunu düşmüştü; bu kitap oradan boyattı: Alberto, Enis, başkaları – hepimiz yedi temel günâhın altında yeralan asal günâhın Tecessüs olduğunu yolda öğrenmiştik: Merak ediyorum, ergo sum; öyleyse sen busun.
23. Müşterek Mekan (Stavros Stavrides / Sel Yayıncılık)
Neoliberal saldırıların dünya çapında artmasıyla birlikte yeni direniş ve kolektif karşı koyma biçimleri de ortaya çıktı. Savaşların ve kemer sıkma politikalarının yarattığı umutsuzluk havasını dağıtan işgal ve müşterekleşme hareketleri ise gün geçtikçe çoğalıyor. Dolayısıyla bu yeni hareketlerle ortaya çıkan yeni mekân politikasının altyapısını oluşturacak tarihsel ve kavramsal dayanaklar üzerine düşünmek de kaçınılmaz hale geldi. Günümüzde katı sınırları olan, ayrıştırıcı ve ötekileştirici, çitlenmiş mekânsal anlayışların yerini eşik mekânlarının, gözenekliliğin ve geçişimliliğin aldığı kentsel müşterekleşmenin barındırdığı potansiyel giderek daha çok önem kazanıyor.
Hem kent üzerine akademik araştırmalara imza atan hem de kentsel müşterekleşme hareketleri içinde aktivist olarak rol alan Stavros Stavrides, mekânı bir meta, çitlenmiş bir yer ya da devletin idaresindeki bir alan olarak değil, başka bir dünyaya ilişkin potansiyeller ve ipuçları barındıran müşterekler olarak ele alıyor. Stavrides, ülkemizde de Gezi isyanıyla yaşanan ve pek çok kişinin hayatında silinmez izler bırakan mekânsal müşterekleşme deneyimlerinin teorik zeminini kurmaya girişiyor ve niteliklerini koruyarak süreklileşecek müşterek mekânların varlık koşullarını sorguluyor.
24. Doğu Seyahatnamesi-Bir Dominikan Keşişin Anadolu ve Ortadoğu Yolculuğu (Ricoldus de Monte Crucis / Kronik Kitap)
Ricoldus de Monte Crucis’in dürüst ve nispeten tarafsız bir dille kaleme aldığı seyahatnamesi, Ortadoğu’daki Latin varlığının sona erdiği, Moğol istilası sonrası bölgenin istikrara kavuşmaya başladığı ve o coğrafyaya sonraki yüzyıllarda hâkim olacak aktörlerin ortaya çıktığı bir dönemin panoramasını çizmesi bakımından oldukça değerli bir eser. Bunun yanı sıra, Müslüman dünyasına yönelik militarist perspektifin dışına çıkarak, sonraki 300 yıl Doğu-Batı dikotomisinin yönünü belirleyen bir kaynak ve oryantalizmin öncülü olmasıyla da Doğu Seyahatnamesi mutlaka okunmayı, anlaşılmayı bekliyor. Müslüman inancına fazla müsamahakâr bakmasa da kendisinden önce, İslam’ın reddiyesi üzerine yazan dindaşı teologların düştükleri hataya düşmeyerek, İslam’ın sapkınlık değil apayrı bir din olduğu gerçeğini ortaya çıkardığı düşünülünce, Ricoldus’un bölgeye ve insanına bakışını apayrı bir yere koymak gerekiyor.
1240’larda Tiflis’te faaliyete başlayıp Ortadoğu’yu kendine faaliyet alanı olarak belirleyen Dominikan Tarikatı, zamanla görev sahasını Tebriz’e kadar genişletmiştir. Tarikatın Anadolu ve Ortadoğu toprakları hakkında bilgi almak ve misyonerlik faaliyetlerinde bulunmak üzere görevlendirdiği keşişlerden biri de Ricoldus de Monte Crucis’tir. Kutsal Topraklardan başlayan yolculuğunu Kilikya, Doğu Anadolu, Azerbaycan, İran ve Irak’ta sürdürüp Bağdat’ta sonlandıran Ricoldus, yazdığı eserle Ortadoğu halkları ve gelenekleri üzerine benzersiz bir kaynak ortaya koymuştur. 1289-1291 yıllarında keşişin Bağdat’ta olduğu günlerde yazdığı ve orijinal ismi Liber Peregrinationis in Partibus Orientis olan Doğu Seyahatnamesi, Bağdat’ın Moğol işgali altındaki dönemini anlatan kısımlarıyla da modern tarih yazımını aratmayan Batılı kaynakların başında gelmekte.
Ahmet Deniz Altunbaş’ın Latince aslından çevirdiği ve notlandırdığı Doğu Seyahatnamesi, Suriye, Celile, Tiberya, Yafa, Kudüs, Ürdün, Filistin, Trablusşam, Tartus, Kilikya, Yumurtalık, Toroslar, Sivas, Erzurum, Ağrı, Tebriz, Bağdat, Musul, Tikrit gibi dünyada benzersizliğini hâlâ koruyan Ortadoğu ve Mezopotamya diyarlarının kendine has çok kültürlü atmosferini başarıyla yansıtıyor ve bugün de ilgiyle okunmayı fazlasıyla hak ediyor.