Her hafta olduğu gibi bu hafta da zorlu bir karar verme sürecinin ardından sizlere 20 kitap önerisi listemizi hazırladık. Pek çok kitap içerisinden seçtiğimiz bu listede, yeniden okuyucuya sunulan Türk ve Dünya klasiklerinden ziyade ilk kez okurlarla buluşan kitaplara ağırlık vermeye çalıştık. Şimdi sizler 20 kitap önerisi ile baş başa bırakıyoruz.
1. Yeryüzü Yorgunları (Neslihan Önderoğlu / Can Yayınları)
Hiç içeride kaldığın oldu mu anne? Ama öyle ara sıra değil. Yani içeride doğmak ve orada yaşamaya devam etmek gibi. Hiç dışarı çıkamadan.
Hem de her gün, yaşadığım her gün, diyemedim.
İnsan çocuğuna kendi çaresizliğini anlatamaz.
O gün ona bir kardeş yapmaya karar vermiştim. Çünkü konuşulmaması gereken karanlığı biliyordu ve yalnızlığı beni telaşlandırmıştı.
Haldun Taner Öykü Ödülü sahibi Neslihan Önderoğlu, yeni romanı Yeryüzü Yorgunları’yla Can Yayınları’nda. Önderoğlu aşkı, şiddeti, evlilik kurumunu ve doğadan kopuşu sorguladığı romanına bu adı vermekle hem kahramanlarına hem de insanlığın kutsal metinlerin yazılışından bu yana bir türlü çözemediği ve “yorgun” düştüğü sorunlarına vurgu yapıyor. İlişkilerimiz bize hep çalışmadığımız yerden sorar. Sonunda kendimizi yaralı ve hiç tükenmeyecek bir değişiklik özlemi içinde buluruz. Yeryüzü Yorgunları’nı bir solukta okuyacaksınız.
2. Doğal Roman (Georgi Gospodinov / Metis Yayıncılık)
Bir romanda nelerden bahsedilmesini beklemeyiz? Tuvaletlerden mesela. Sineklerden. Bitkilerin üreme biçimlerinden. Gündelik hayatın sıradan detaylarından. Bunlar her ne kadar “doğal” şeyler olsalar da romanlara giremeyecek kadar yersiz ya da önemsiz görülürler genelde. Bulgar yazar Georgi Gospodinov ise bütün bu dışlanmış konulara kucak açarak “muzip” bir roman çıkarmış ortaya: “Sineğin bakışını anımsatan çokyönlü bir roman. Ve onun gibi, ayrıntılarla, sıradan gözün görmediği küçücük şeylerle dolu bir roman.”
Bir boşanmayla başlıyor hikâye: Bir yazar olan anlatıcı, karısından ayrılıyor ve eski hayatıyla birlikte görünüşe göre akılcı benliğini de geride bırakıyor. Kahramanımız dış dünyadan giderek koparken, biz de onun iç dünyasının dolambaçlı dehlizlerine çekiliyoruz. “Doğal” bir romandan bekleneceği üzere, anlatı çizgisel bir doğrultuda değil zikzaklarla ve fragmanlarla ilerliyor; iç içe geçen kurmaca katmanları kimi zaman gerçekliğe göz kırpıyor.
“Kendi hayatımızı anlatmanın imkânsızlığı hakkında bir kitap,” diyor Gospodinov, Doğal Roman için – ama yaratıcı bir yazarın yapacağı gibi, bu imkânsızlığın içindeki imkânları keşfedip kullanmayı iyi başarıyor.
3. Okuru Jack Kerouac’ı Nasıl Öldürdü? (Şenol Erdoğan & Murat Arslan / Sub Yayın)
Merhaba. Bu kitap 4 bölümden mürekkep: son 2 bölüm (yani 3. ve 4. bölümler) Jack Kerouac’ın 1957 senesinde Playboy dergisinde kaleme aldığı Beat Kuşağının Gerçeği ve Felsefesi üzerine artık yapmaktan bıktığı açıklamaların nam salmış metnidir, daha yaşadığı yıllarda yanlış anlaşılmaktan tükenmiş olan Kerouac’ın ölümünden sonra ıstırabına okurunun ona yapıştırdığı etiketler de eklendi, zaten yaşarken medyanın hatalı pop çıkarımlarının zaman içinde değişime uğramış kökü aynı varyasyonları hala bunlar.
1. bölümü girizgah muayetinde sunmak istedi-ğimizden, A. D. Winans’ın; bilmeyene çok değerli, ezberlemiş olana hatırlatma muayetindeki makalesinden oluşmakta. Winans Kerouac’ın bağırmaktan usandığı haklı çıldırışa harika bir zemin hazırlıyor.
Kerouac’ın öncesindeki son yani kitabın 2. kısmı ise Dan Kaplan’ın kendi başına kitap gücüne sahip metninden örülü. Aslında hemen sonraki sayfalarda Jack Kerouac’ın dile getireceği yakınmaları çok daha öte noktaya taşımış olan bir deneme Kaplan’ınkisi.
En başta da belittiğimiz gibi eserimizin son iki kısmında sazı Kerouac eline alıyor, her ne kadar derdi ve buna dair ifadeleri yaşadığı dönemin televizyon ve gazete kültürüne ait karşı çıkımlar olsa da okurun hala görmezden geldiği, çıtayı aşmış belirli bir kitlenin de hendine haç ettiği bu serzenişler bir porselen pop biblosuna dönüştürülen Kerouac’ın Celin ve Proust’a giden köprüsünde taşlar oluyor.
4. Şiir Okulu (David Meltzer / Sub Yayın)
Şiir okuma ve yazma hakkında her şey ve elbet çok daha fazlası…
5. Artemis (Andy Weir / İthaki Yayınları)
Goodreads okurlarına göre 2017’nin en iyi bilimkurgu romanı.
Son yılların en iyi bilimkurgu romanlarından biri olan Marslı’nın yazarı Andy Weir’dan yepyeni, soluk soluğa bir kitap!
Jazz Bashara hiçbir zaman kahramanlık peşinde koşmamıştı. Tek isteği zengin olmaktı.
Artemis… Ay’daki tek şehir. Eğer çok zengin değilsen ya da bir turist olarak ziyaret etmiyorsan Ay ve Artemis, tabiri caizse “zalim bir sevgilidir”. Haliyle hayatta kalmak için ufak tefek kaçakçılıklar yapmak pek de beklenmedik bir şey değil. Özellikle de çok borcun varsa ve alın terin bu borçları kapamaya yetmiyorsa.
Ek iş olarak kaçakçılık yapan Jazz’in hayatı da karşısına reddedemeyeceği bir teklif çıkınca tamamen değişir. Küçük bir kaçakçı olarak kalkıştığı bu büyük sabotaj boyunu aşacak ve beklediğinin de ötesinde Jazz, tüm Artemis’in kontrolünü ele geçirmeyi ilgilendiren bir komplonun ortasında bulacaktır kendini. Bundan sonra alması gereken risk, işe ilk girdiği zamankinden çok daha büyüktür.
Andy Weir, Marslı’da gösterdiği mühendislik, bilim ve teknoloji bilgisini Artemis’te de sergileyip yine fazlasıyla gerçekçi bir gelecek öngörüyor.
“Marslı’dan sonra isteyebileceğiniz her şey bu kitapta: zekice, eğlenceli, adrenalini yüksek, elinizden düşüremeyeceğiniz bir öykü.” —Ernest Cline, Başlat’ın yazarı.
“Weir imkânsızı başardı – Ay’daki bir şehirde geçen bilimkurgu noir romanıyla Marslı’yı solladı. Bu hayattan daha ne isteyebilirsiniz ki? Gidip okuyun şu kitabı.” —Blake Crouch, Karanlık Madde’nin yazarı.
“Heyecan verici, keskin zekâlı, adrenalin dolu bir macera… senenin en iyi bilimkurgu romanlarından biri.” —Booklist (starred review)
6. Op Oloop (Juan Filloy / Aylak Adam)
2000 yılında 106 yaşında aramızdan ayrılan Arjantinli yazar Juan Filloy nihayet Türkçede! 1934 yılında yayımlanan romanı Op Oloop, Buenos Aires’te yaşayan Fin istatistikçi Optimus Oloop’un sıradışı bir gününe odaklanıyor. Yaşamını da mesleğinde olduğu gibi ölçerek yaşamaya alışmış kahramanın sıradan bir günü başına gelen bir trafik kazasıyla altüst olur. Filloy’un düzmece dili, Optimus Oloop’un ruhsal çöküşüne giden yolu an be an döşer. Ruhun felsefecisi bir yazardan, çağına olağanüstü bir bakış.
“Juan Filloy, Shakespeare ve Max Ernst’in bildiği gibi mizah her yeri istila etmiş durumda.” —Julio Cortázar
“Biz Arjantinliler gerçek mizahçılarımızın sonuncusu olan Juan Filloy’u da kaybettik. Filloy, ruhun filozofuydu; 3 asra da tanıklık etmiş bir adamdı o, çünkü zamanın akıntısına kapılmadan nasıl yaşayacağını hep bilmişti.” —Luisa Valenzuela
“Filloy, son zamanlarda genç yazar ve eleştirmenlerce yeniden keşfedildi. Bu yazar ve eleştirmenler, onu Jorge Luis Borges’le, hatta Balzac’la karşılaştırıyorlar… Freud Op Oloop’u o kadar çok sevmişti ki Filloy’a bir tebrik mektubu göndermişti.” —The Telegraph
“Henry Miller ve Céline’in gösterdikleri üzere, özgürlüğü kullanmak önemli bir meseledir ve bir başka önemli mesele de Filloy’un bunu onlardan önce gerçekleştirmiş olmasıdır.” —Bernardo Verbitsky
7. Boşluktan Doğan (Mahmut Temizyürek / Edebi Şeyler)
“Ne zaman bir şair hakkında yazmak ya da konuşmak sorumluluğunu üstlensem, o anda başlayan bir tedirginlik karıncalanıp durur içimde. Bunun nedeni o şairin kurduğu dünyanın kapılarını ya bulamazsam kaygısı, biliyorum. Bulamazsam, afaki sözlerle havada birkaç silik çizik bırakmak, görevi savıp geçme oyununa düşmek korkusu… Bu korkuyu duyacağıma, şunu sormayı tutum edindim: Şiire giriş için bir kapı var mıdır gerçekten?” sorusuyla başlıyor çözümlemelerine Mahmut Temizyürek. Eleştirel bakışını disiplinler arası okumaları gözeterek sağlamlaştıran yazar sadece şairler üzerine değil, aynı zamanda olgulara da odaklayarak ilerliyor. Kitap, Nazım Hikmet’ten Ahmed Arif’e, Melih Cevdet’ten Behçet Necatigil’e, Can Yücel’den İlhan Berk’e, Hulki Aktunç’tan Kemal Varol’a, Şükrü Erbaş’tan Selim Temo’ya toplam 22 şair hakkında eleştirileri yazılarından oluşuyor. Kadrosu bunlarla da sınırlı değil, kitabın bütünü bir bakıma modern Türkçe şiir tarihi niteliğinde. Boşluktan Doğan, Kürt kökenli şairin ikinci dili ile yazıyor olmasının sonuçları üzerine düşünen, Ergin Günçe gibi sükût suikastine maruz kalmış bir şair üzerindeki sis bulutunu dağıtan ilk yazıları da kapsayan bir kitap. Şiirin kendinde özgü evreninde yıllardır çalışan yazarın bu emeği gözetilerek 2008 Memet Fuat Deneme Ödülü verilen Boşluktan Doğan, ikinci baskısıyla Edebi Şeyler’de…
8. Samoa’da Ergen Olmak (Margaret Mead / Alfa Yayıncılık)
Uzak denizlerde küçük bir adada yaşayan genç kızlara ve yaşadıkları topluma odaklanan bu araştırma, nasıl olup da tüm dünyada bu kadar yankı uyandırmayı başarmıştır? Dahası, bunca yıldan sonra bu küçük kitap hâlâ en ateşli tartışmalara konu olmayı sürdürmektedir.
Her şeyden önce barışa, adalete, cinsel özgürlüğe ve maceraya ilgi duyan gerçek bir idealistin, sosyal eylem yanlısı, çığır açıcı bir antropoloğun, zamanının çok önünde giden bir çalışmasıdır söz konusu olan. Mead’in pek çok farklı disiplinden yararlanmak suretiyle, Samoa’daki saha çalışmalarına dayanarak hazırladığı bu kitap, biyolojinin insan davranışları üzerindeki etkisini ihmal etmeden, kültürün bireyleri nasıl şekillendirdiğini açıklıyor. Fikirleriyle kendinden sonraki kuşaklara öncülük etmiş bir bilim insanı olan Mead en başta, cinsiyetler arasındaki farklılıkların değişmez olmadığını, ergenliğin stresli bir dönem olması gerekmediğini, ergen kızların yaşamlarının dikkate ve saygıya değer olduğunu ortaya koyuyor. Dahası, neredeyse yüz yıl öncesinden bize seslenen Mead, bizimkinden çok farklı ama daha eşitlikçi, barışçı ve yaşanmaya değer toplumların olduğunu göstererek, bizi kendi toplumumuz üzerinde düşünmeye çağırıyor.
9. Hammerstein’in Suskunluğu (Hans Magnus Enzensberger / Everest Yayınları)
“Hammerstein’ın Suskunluğu, araştırma, habercilik ve hayalgücünü ustalıkla harmanlıyor. Elimden bırakamadım.” —Eric Hobsbawm The Guardian
II. Dünya Savaşı’ndan önceki Almanya’da Reichswehr [Alman Ordusu] başkomutanı olan Kurt von Hammerstein, karizmatik bir kişilik, muhafazakâr bir isyancı, ruhu çelişkilerle dolu son derece zeki bir adamdı. 1933 yılında, Hitler’in iktidarı ele geçirmesinden kısa bir süre sonra görevini bıraktı. Bu kitap onun ve en az onun kadar başına buyruk olan çocuklarının yaşamlarını anlatıyor.
Geniş bir ailesi olan Hammerstein’ların çocuklarının kimi komünizm adına ajanlık yapmış, kimi de Albay Stauffenberg yönetimindeki Hitler’e suikast girişimi ekibinde yer almıştı – kısaca hepsi de sınırötesi faaliyet gösteren, maceracı ve başkaldıran kişiliklerdi.
Tarih, anı, inceleme, yer yer de kurgu gibi farklı yazın türlerini muazzam bir beceriyle lehimleyen bu sıradışı eser, Hitler’in yükseldiği dönemdeki Almanya’ya, Nazi karşıtı muhalefete ve Hitler’e karşı ayaklanmanın perde arkasına büyüleyici bir açıdan bakan, olağanüstü bir araştırma ürünü, Alman tarihinin sürükleyici bir öyküsüdür.
“Enzensberger, Grass ve Walser’le birlikte savaş sonrası Alman edebiyatının kutsal üçlüsünü oluşturur.” —Philip Oltermann
10. Toprak Palas (Çağrı Aktaş / Maarif)
Dünyadaki son medeniyet, yaşamış olduğunuz küçük bir şehirden ibaret olsaydı nasıl hissederdiniz? Peki dünyadan geriye kalan son kütüphaneye gidip son kitabı okusaydınız… Tüm insanlığın mirası sizin sırtınızda olsaydı öylesine yaşayıp ölmeyi kabullenebilir miydiniz?
Toprak Palas, ekolojik kıyametin yaşandığı yeryüzünden kendilerini yalıtarak yerin altındaki saraylarında yaşayan, dünyaya yeni bir medeniyet doğurmaya ant içmiş Rahim halkını kahramanımız Vera üzerinden sunuyor bizlere. Kusursuzu hedefleyen bu yaşam tarzından içten içe pek de memnun olmayan Vera, Rahim’in yüksek kubbelerinde, karanlık dehlizlerinde ne olduğunu bilmediği bir fikrin peşine düşüyor ve yaşadığı toplumdaki çatırdamalara şahit oluyor.
Çağrı Aktaş’ın bu distopyasında yerin altında yapay bir cennete ve bu cennet içinde bir cehennem fikrinin filizlenmesine tanık olacaksınız. Güven içinde yaşamak mı, yoksa ölmek pahasına özgürlüğü aramak mı?
“Ben miyim gerçek, yoksa onlar mı? Hangi taraf sahte, ayırt edemiyorum.”
11. Her Şey Çok Geç (Bülent Parlak / İzdiham)
2000 Türk şiirinin en önemli temsilcilerinden olan Bülent Parlak’ın 3. Şiir kitabı Her Şey İçin Çok Geç; beş yıllık bir çalışmanın sonucu.
Her Şey İçin Çok Geç, farklı isimli şiirleri barındırsa da baştan sona bütünlük taşıyan bir kitap. Keyifle okunmayan her kitap gibi bitirince sizi sarsacak.
“insan
sevdiğine son kez bakamaz”
12. Emine’nin Yanında Konuşulmayacak Şeyler (Deniz Poyraz / İletişim Yayınları)
Galiba
Uçuyordum…
Deniz Poyraz’ın dumanlı öyküleri, aşkın ve yenilginin gürültüsü, bir bardak su… Sokaklar yorgun,insanlar kirli, uzun bir yaz akşamında geçiyor bitimsiz bir sonbahar.Emine’nin Yanında Konuşulmayacak Şeyler eski geceleri, çocuk aklında kalan yaraları, mahalle kokusunu anlatıyor. Üstümüzde gökyüzü, ufuklara karşı…
13. Alışmadık Gözde Lens Durmaz (Metin Uca / Destek Yayınları)
Bu kitap Hitler’e insancıllığı, Beethoven’a damardan arabeski, Trumph’a da empatiyi öğreten bir taşyapıt. Bu nadide eser sayesinde kaç köçek klasik baleye başladı bir bilsen.
“Guernica” için “Bunu siz mi yaptınız?” diye soran aymaz bir generale “Hayır siz yaptınız!” diye cevap vermişti resmin en büyük fırçası…
Noel’i kutladığımızı söylemişti yılbaşında ağaç süslemenin eski bir Türk geleneği olduğundan habersiz bilgi yoksunlarının ağababası…
Bunun azı yararlıdır deyip radyasyonlu çay içmişti sağlık bakanlarının en unutulmazı…
iPhone’un ciddi bir pazar payı elde etme şansı hiç yok demişti Microsoft’un kurucu başkanlarının başkanı…
Dünyada sadece 5 bilgisayar olacağını öngörmüştü IBM’in duvarlarını hâlâ resimleriyle süsleyen dehaların dehası…
Pearl Harbor’da donanmamız asla gafil avlanmayacak iddiasında bulunmuştu ABD’nin çatık kaşlı donanma bakanı…
Vitrivius Adamı’nın çükünü sansürlemişti “çok tanıdık bir ülkenin” çokbilmiş vekil vükela takımı…
Zenci olduğu için ambulansa alınmamış ve asfaltın üzerinde can vermişti cazın dev isimlerinden bir süper gücün vatandaşı…
Seçimlerde seçmen sayısından daha fazla oy almayı başarmıştı muz cumhuriyetlerinden birinin başkan babası…
14. Oronooko (Aphra Behn / Yitik Ülke Yayınları)
Elinizdeki kitap, İngiliz edebiyatının ‘ekmeğini yazarak kazanan’ ilk kadın yazarı Aphra Behn’e ait. “Oroonoko, Jean-Jacques Rousseau’nun yaygınlaştırdığı ‘soylu vahşi’ temasını işler: Afrikalı bir kralın torunu olan yiğit ve erdemli Oroonoko, kendisi gibi kara ırktan gelen Imoinda ile sevişmektedir. Ne var ki, yüz yaşını aşmış olmasına karşın Imoinda’ya göz koyan dedesi, gençlerin birleşmelerini engeller, kızı köle olarak sömürgecilere satar. Derken, Oroonoko da köle tüccarlarının eline düşer. Tutsak yaşamaya katlanamayan Oroonoko’nun önderliğinde, köleler efendilerine karşı başkaldırırlar. (…)”
2000 yılında kaybettiğimiz çok değerli Prof. Dr. Mîna Urgan, yazar ve eseri üzerine bu yorumda bulunuyor İngiliz Edebiyatı Tarihi adlı eserinde.
1600’lü yıllarda kadınların çalışması, hele de yazar olması çok büyük bir ayıpken, yaşamını bu yolla kazanan Aphra Behn, Oroonoko adlı kısa romanını 1688 yılında yayımlamış. Yazar hayattayken pek rağbet görmeyen eser, günümüzde en başarılı eseri olarak değerlendiriliyor. Sappho’nun halefi olarak da nitelenen Behn, Afrikalıların acımasız Avrupalı sömürgecilerin elinden çektiklerine ilk değinen, öyküsünü anlatırken kullandığı ifadelerden ve canlı betimlemelerinden de anlaşılacağı gibi köleliğe ilk karşı çıkan İngiliz yazar olma özelliğini de taşıyor.
15. Marksizm ve Birey Sorunsalı (Cem Eroğul / Yordam Kitap)
Marksizm bireyi nasıl ele alır? Biyolojik, toplumsal ve psikolojik belirlenmelere nasıl yaklaşır? Bireyi incelerken yöntemini nasıl inşa eder, “bilişsel araçlar”ını nasıl oluşturur? Birey sorunsalı ekseninde “belirlenme”, “kültür”, “ruh/tin” gibi kavramların yeri neresidir? Toplumsallığın bireysel biçimi olarak ruhumuzu; ses tonumuzda, saç kesimimizde, öpüşmemizde, hatta tırnağımızda bile bulabilir miyiz? “Duygutür” nedir, birey konusuna yeni bir bakış açısı getiren bu kavrama nasıl ulaşıldı, her insanda beş duyu gibi bulunan altı “duygutür” hangileridir?
Cem Eroğul’un uzun yıllar süren araştırmalarına ve Birey Nedir? adlı özgün çalışmasına giriş niteliği taşıyan Marksizm ve Birey Sorunsalı, işte bu soruların ve daha fazlasının yanıtlarını oluşturuyor. Aynı zamanda, “diyalektik yöntem”e dair ufuk açıcı bir çerçeve sunuyor.
Cem Eroğul’dan bireye dair, Marksizmin bireye bakışına dair özlü bir rehber…
16. Bilinmeyen Numaralar (Can Yılmaz / İnkılap Kitabevi)
Can Yılmaz’ın öykülerinde okuduğumuz cakasız, sossuz, çalım atmaya çalışmayan bir tanıklıktır.
Bu öykülerde yazarın sesini duymayız. Az ama öz konuşan bir ağırbaşlılıktan söz ediyorum. Grandiyöz bir tutumdan itinayla kaçar. Bize büyüklük taslamaz. Ne gördüyse onu söylemektedir. Bir geleneğe yaslanmanın yazarın işini kolaylaştıran yanı da işte buradadır.
Dilimiz, şakamız, acımız Can Yılmaz’la ortaktır. O yüzden birdenbire tanış olur, bize lafın tamamını söylemesini beklemeyiz. Kolay olduğu kadar zor, basit olduğu kadar karmaşık, amacına ulaştığı anda da hemen evin içine giren bu üslubu yaşatmak Can Yılmaz’ın yazın derdidir.
Bugün üçüncü kitaptan, on binlerce okurdan söz ediyoruz. Öyleyse yolun büyük kısmı yürünmüş demektir. —Başar Başaran
17. Disparöni ya da Yaşama Korkusu (Nihan Kaya / İthaki Yayınları)
Disparöni ya da Yaşama Korkusu birbirini çok uzun zamandır tanıyan Feraye ve Cem’in iç içe geçmiş hayatlarını anlatıyor. Modern bir Eugenie Grandet olan Feraye, Don Juan olan Cem. Herkesin sahte olduğu bir dünyadan kendini sakınarak kendine sadık kalmaya çabalayan Feraye; aynı sahte dünyaya başka bir yöntemle, şov yıldızı olarak ve bu dünyayla onun tam içinden alay ederek başkaldıran Cem. Disparöni ya da Yaşama Korkusu, Feraye ve Cem’in hem ayrı ayrı dünyayla, hem de birbirleriyle kurdukları ilişkideki birleşme sancısı. Biri ne beklediğini bilmeden hep bekliyor; diğeri ne aradığını bilmeden hep arıyor. Biri düşünüyor; diğeri yapıyor.
Dis zorluk belirten ön ek, para ile, unia birleşme anlamına geliyor.
Nihan Kaya, Feraye ve Cem’in bu dünyayla birleşmeye çalıştıkça canlarının yanmasını anlatırken yine insan psikolojisinin dehlizlerine dalıp başarıyla çıkıyor.
“O kadar uzun zamandır bekliyorum ki artık beklemenin kendisine dönüşmüş gibiyim. Beklemek bütün vaktimi alıyor; bütün ömrümü, hayatımı kaplıyor. Artık bekçi gibi, Godot’yu bekler gibi, Mehdi’yi bekler gibi, beklemenin kendisini bekler gibi bekliyorum. Hayatım kesik elektriğin gelmesini bekleyen tam teçhizatlı bir elektrikli makine gibi. Beklediğim gerçekleşince görünür olacak mahiyeti.
O kadar uzun zamandır arıyorum ki artık ne aradığımı bile hatırlamıyorum.Net olarak zihnime kazınmış tek şey, arıyor olduğum. Her yerde, her şeyde, durmadan arıyorum. O kadar kaptırmışım ki kendimi aramaya, aradığımı bulduğumda onu aynı zamanda yitirmiş mi olacağım diye korkuyorum bir yandan.”
18. Jane Eyre ( Charlotte Bronte / İthaki Yayınları)
“En sevdiğim kitaplardan biri. Defalarca okumaktan asla vazgeçmeyeceğim.” —Ursula K. Le Guin
Jane Eyre on yaşında öksüz kaldığı için ona kötü davranan yengesinin evinde yaşamaktadır. Yengesi Bayan Reed en sonunda çareyi kuzenleri tarafından da zorbalığa uğrayan Jane’i yatılı okula yollamakta bulur.
Zor zamanlar yatılı okulda da peşini bırakmaz. Nihayetinde orada öğretmen olan Jane kendini okulda sıkışmış hissettiğinden hayatına farklı bir yerde devam etme kararı alır ve verdiği bir mürebbiyelik ilanına cevap gelince, Bay Rochester’ın malikânesinde çalışmaya başlar. Çok geçmeden oradaki hayatına alışan kahramanımız, malikânenin gizemli efendisine âşık olur ama hayat ona beklemediği zorluklar çıkarmaya devam edecektir.
İngiliz edebiyatının en sağlam kalemlerinden Charlotte Brontë’nin güçlü ve kendi ayakları üzerinde durmayı öğrenen kahramanı Jane Eyre’ın bu klasik hikâyesi gerek kasvetli havası gerek erkeklerin egemen olduğu bir dünyada kadın olmanın zorluklarını anlatmasıyla gerçek bir başyapıt.
19. Cam Büyücüsü (Charlie N. Holmberg / Altın Kitaplar)
Başarılı bir öğrenci olan Ceony, Büyücü Emery Thane’in kalbini bedenine tekrar koyup organ büyücüsü Lira’yı etkisiz hâle getirdikten sonra, kâğıt büyücüsü olarak yoluna devam etme kararı alır. Fakat Emery ile aralarında bir öğretmen öğrenci ilişkisinden daha fazlası vardır. Bu da onu verdiği karar konusunda bir hayli düşündürmektedir. Bütün bunlar olurken Ceony beklenmedik olaylar yaşamaya başlar; birkaç saldırı girişimi ve geçmişten gelen kötü organ büyücüleri genç büyücüyü zora sokmaktadır. Bir taraftan bunlarla savaşırken diğer taraftan da güçlerinin sınırlarını keşfetmekte ve bildiklerini herkese söylememesi gerektiğini öğrenmektedir. Artık Ceony için büyücülüğün kapıları aralanmaktadır.
20. İtibarlar (Juan Gabriel Vasquez / Everest Yayınları)
Güney Amerika edebiyatının yıldızlarından, Düşen Şeylerin Gürültüsü romanıyla tüm dünyada büyük yankı uyandıran Kolombiyalı yazar Juan Gabriel Vásquez, son romanı İtibarlar’da, her an, herkesin başına gelebilecek bir durumu, saygınlığın, güvenilirliğin, itibarın nasıl bir anda, geçmişteki bir olay yüzünden sarsılabileceğini, kamuya mal olmuş figürlerin mahrem hayatlarının ne gibi sonuçlar doğurabileceğini, nefes nefese okunan bir kurguyla anlatıyor.
Javier Mallarino, yalnızca mürekkep ve kalem kullanarak yasaları değiştirme, yargı kararlarını tersine çevirme, politik kariyerleri yok etme gücüne sahip, ülkesinde adeta bir efsaneye dönüşmüş, çok etkili bir siyasi karikatüristtir. 40 yıllık başarılı kariyerinin sonunda, gücünün zirvesindeyken, genç bir kadının ziyaretiyle kendisini birdenbire tüm yaşamını, geçmişini, kariyerini, itibarını etkileyecek bir olayın içinde buluverir.
İtibarların üzerinde yükseldiği zemin son derece kaygandır; geçmişin ağırlığı, politikanın çirkefi, ilişkilerin tıkanmışlığı, belleğin zaafları karşısında bir anda yerle bir olabilirler.
“Pusulasını şaşırmış zamanlar yaşıyoruz. Liderlerimiz hiçbir şeye liderlik etmiyorlar ve daha da kötüsü olan biten hakkında bize hiçbir şey anlatmıyorlar. Orada devreye ben giriyorum. Ben insanlara ne olup bittiğini anlatıyorum. Bizim toplumumuzda önemli olan ne olup bittiği değil, ne olup bittiğini kimin anlattığıdır. Bunu anlatmayı sadece politikacılara mı bırakacağız? Bu bir intihar olurdu, ulusal bir intihar.”