Türkiye’de en fazla yaz aylarında kitap okunuyor. Yayınevleri ise tüm yıl olduğu gibi bu dönemde de birbirinden kıymetli kitapları okurlara sunuyor. İşte sizler için yeni çıkanlardan seçtiğimiz 12 kitap önerisi…
1. Ağaç Diken Adam (Jean Giono / Büyülü Fener)
Ağaç Diken Adam, yaşamının son otuz yılını, yüzlerce hektarlık çorak bir alanı tek başına yeniden ağaçlandırmaya adayan ve bunu başaran olağanüstü bir karakterin hikâyesi. Aynı zamanda, doğanın, insan emeğini nasıl da fazlasıyla ödüllendirdiğinin hikâyesi.
Jean Giono’nun bu muhteşem öyküsü gerçek mi?
Elzéard Bouffier gerçekten yaşadı mı?
Fark eder mi?
2. Tepeden Tırnağa İsyan Nazım Hikmet (Enver Aysever / Doğan Kitap)
İstanbul’da bir ceviz ağacıdır o, Gülhane Parkı’nı kendine mesken edinmiş, bin yıllar boyu orada kök salmış. Elleri vardır milyonlarca, uzanır insanlara, insanlığa dallarıyla. Bir hasretlik türküsüdür, bir sokak lambasının solgun ışığında bekler durur sevgiliyi; birdenbire kalkar, köpürür. Çığlık olur göğünde hışırtısı yapraklarının… İstanbul’un… Baharları ilk önce o çiçeklenir, yüzünü döner güneşe, güz gelince hüzünle yavaştan döker altın rengi yapraklarını, bir halı serer üşüyen çıplak ayaklı çocuklara…
Bir İstanbullu şairin öyküsüdür bu, bir vatan haininin. Nereye gitse memleketini yüreğinde taşımış, gittiği her yeri memleket yapmış bir vatan haininin öyküsüdür bu. Bir kanunla Anadolu’dan, yurdundan koparılmaya çalışılan ama halkının dilinde her yeni gün bambaşka bir söz olarak bayraklaşan Nâzım Hikmet’in öyküsüdür…
3. Yeni Tabular (John Shirley / Ayrıntı Yayınları)
Kanunsuz mizahını, bilimkurgu avantürünü ve yakıcı sosyal eleştiriyi bir araya getiren bu koleksiyon John Shirley’nin külliyatının tamamından izler taşıyor. Shirley, kitabın başlığına adını veren deneme olan “Yeni Tabular”da Amerika’ya, radikal bir çerçeveden, başka gözlüklerle bakmaya çalışıyor. Nitekim yeni bir kısa hikâye olan “Tutsaklık Hâli” Hapishane Endüstriyel Kompleksi’ne hem korku dolu hem de gülmekten yaşaran gözlerle bakıyor. “Kırk Yıllık Cehennem Neden Gerekli?”de ise dünyamızın yakın geleceğine dair, umutlarından çok, endişelerini bir bilimkurgu yazarı süzgecinden geçirerek, mizah dolu bir dille bize aktarıyor. Ayrıca yazarın ilerici hassasiyetini, derin ve parlak zekâsını ve iğneleyici mizahını sergileyen, Terry Bisson’la yapılmış samimi bir söyleşisi de bu koleksiyon içinde yer alıyor… Zevkli, kışkırtıcı ve eleştiri dozu yüksek bir kitap…
4. Köy Enstitüleri Dosyası (Ahmet Özgür Türen / Destek Yayınları)
Köy Enstitülerinin Kuruluşu
Köy Enstitüleri Bünyesinde “Yaşayarak ve Üreterek” Eğitim
Köy Enstitülerinde Tiyatro
Köy Enstitülerinde Müzik
Köy Enstitülerinde Tarih Öğretimi
Köy Enstitülerinde Kızların Eğitimi
Köy Enstitülerinin Kapatılması
Köy Enstitülerinin Türkiye’nin Kalkınmasındaki Etkisi
Hümanist Bir Aydınlanmacı: Hasan Âli Yücel
Bir Aydınlanma Neferi: İsmail Hakkı Tonguç
Köy Enstitülerimizden Mezun Dört Büyük Yazar
Köy Enstitüsü Mezunlarının Anıları
Köy Enstitülerinin Yurtiçinde Yankıları
Köy Enstitülerinin Yurtdışında Yankıları
Köy Enstitülerinden Fotoğraflar
5. Çizgilerle Nazım Hikmet (Müjdat Gezen, Savaş Dinçel / Kırmızı Kedi Yayınları)
Bu kitap Türkiye’de daha önce hiç denenmemiş bir şeyi denedi: Tommiks okutur gibi Nâzım okutmak. Okuttu da. Üstelik bunu tam da zamanın ruhuna uygun şekilde “devrimci” bir çizgi, heves ve coşkuyla yaptı.
Bu taze baskıyla Nâzım’ı, Dinçel’i ve diğer tüm dostları şükranla anıyoruz.
6. Anısı Bizdik Bu Kentin (Sinan Öztürk / Kalkedon)
Edip Cansever, bir şiirinde ‘‘İnsan yaşadığı yere benzer’’ der.
Yaşadığı şehre benzeyen insanlar, şehir değiştikçe ne kadar değişmektedirler? İnsanlar mı yaşadıkları şehirleri kendilerine benzetirler, yoksa şehirler mi insanları kendisine benzetir? Doğup büyüdüğü şehrin geçirdiği travmaları içinde hissederek yaşayan insanların hikâyesini göreceksiniz bu kitapta.
Romanın kurgusu, bilinen en eski yerleşim merkezlerinden olan Trabzon’un, 80’lerin başına kadar yaşadığı değişimin biraz köklerine inmek, orada gezinirken bugünle köprü kurmak, şehrin yaşadığı acıları bir keskin bıçak gibi kalbinde taşıyan yazarın, bu şehirle hesaplaşması üzerine kurulmuş. Yüzyıllar içerisinde oluşmuş kimliğini hızla kaybeden şehir, başkalaşarak kendinden uzaklaşıp, rengini, çok kültürlülüğünü ve giderek de doğal tipolojisini terk ederken, korku dolu günlerin ve ümitsiz aşkların arasından süzülüp gelen hayatlara dair kalıntılar arasında şehrin nostaljik semtleri olan Soğuksu’ya, Kemeraltı’na, Pazarkapı’ya, Mumhaneönü’ne, Boztepe’ye düşüyor yolu yazarın. Eskinin sadece yıkılıp yok edildiği, yenininse kendisine benzemediği şehrin sokaklarını adımlarken, geçmişin gölgesinde bugünü yaşamanın buruk hüznünü süren sokakların, terkedilmiş, yıkılmış evlerin, kurumuş ağaçların, odun ve kömür deposuna dönmüş bahçelerin yalnızlığıyla daha da yalnızlaşıyor. Ama esas yalnızlaşmak, kendi şehrine uzaklaşmakla başlıyor.
7. Türk Kültüründe Vampirler (Mehmet Berk Yaltırık, Seçkin Sarpkaya / Karakum)
Türk kültüründe vampirler konusu ilginizi çekiyorsa şu an elinizde oldukça kapsamlı ve kendinden sonraki araştırmalara ışık tutacak değerli bir kaynak var. Değerli öğretmenimiz Giovanni Scognamillo hayatta olsaydı muhtemelen bu satırları o yazıyor olacaktı. Yıllar önce Metin Demirhan’ın dükkânında tanıştığımızda, şaka yollu, “Bir ara sizin vampir olduğunuzu düşünmüştüm” demiştim. Gülerek “vampir olsam yürümek için şu bastona muhtaç olur muydum” demişti. Üstad vampir değildi. Ama ben vampirlerin olduğuna bir zamanlar fena halde inanmış bir çocuktum… Anneannem yüzünden;
5–6 yaşlarımdaydım. Anneannem evin önündeki bahçede oynarken “Hava kararıyor. Vampirler gelir artık. Gir içeri” diye çağırırdı. Bir şey anlamazdım. Bir kez başka mahalleden bir çocuğu vampir ısırmış diye duyduk. İlkokulda okumayı söküp, Korku dergisinin bir sayısında vampirlerle tanışıca aklım çıkmıştı… Ortaokulda vampir diye bir şey olmadığını anlamıştım ama anneannemin niye başka anneanneler gibi öcü, bohçacı ve dunganga gibi benzer bahaneler kullanmadığını anlayamamıştım. Rahmetli hiç de Korku dergisi falan okumazdı. Bir gün vampirleri nereden uydurduğunu sormuştum; “Sen daha yoktun. Eskiden çocukları ısıran sapık vampirler vardı. Gazeteler o yakalanan vampirleri yazardı hep” demişti. Yaşlılık işte diye geçmiştim.
Son yıllarda kütüphanelerde eski gazeteleri tarayıp duruyorum. 1950 ve 60’lı yılların kimi gazetelerinde “Vampir Yakalandı” manşetleriyle karşılaştım. Her nasıl olmuşsa çocuklara musallat olan bazı sapıklar, dönemin filmlerinden etkilenmiş olsa gerek, çocukları ısırmaya kalkışmış ve bu olay zamanın medyasına da bu şekilde yansımıştı. Yani vampirler bambaşka bir gerçeklik penceresinden gündelik hayatımıza, oradan da kim bilir benim gibi kaç çocuğun rüyalarına girmişti. Velhasıl Türk kültüründe vampir vardır. Bu kitapta İçkegleri, oburları, albastıları, emegenleri ve daha nicesini bulacaksınız. Geceleri okuyun.
8. Bir Devrimi Sahnelemek ( Peter Chelkowski, Hamid Dabashi / The Kitap)
İran’daki İslami Devrim, kelimelerin ve imgelerin kurulu düzenin askerî gücüne başarılı bir biçimde meydan okuduğu olağanüstü tarihî olaylardan biriydi. Devrim’in karizmatik lideri olan Ayetullah Humeyni’nin coşkun ve ateşli sözlerinden devrimci posterlere, pankartlara, duvar resimlerine, graffitilere, şarkılara, nutuklara ve tüm bunların ortak ve kutsal tarihinin merak uyandıran sembollerine kadar çığ gibi büyüyen toplumsal duyarlılıklar devrimci hareketin öncü kişilikleri tarafından harekete geçirilmişti.
Peter Chelkowski ve Hamid Dabashi, bu toplumsal mitlerin ve kolektif sembollerin devasa organizasyonunun 1979 yılındaki İslam devrimini ve hemen ardından gelen 1980-88 yıllarındaki İran-Irak savaşını nasıl yürüttüğünü araştırıyor. İslam Cumhuriyeti’nin çeşitli aktif organlarından bol miktarda birincil kaynak kullanan yazarlar, popüler inancın ve ritüellerin nasıl pullara, banknotlara, posterlere, hatta sakız paketlerine dönüştürüldüğünü ve bunların devrim ve savaş için kitlesel seferberliğe yöneltildiğini gösteriyor. Kitap, kutsal hassasiyetlerin, devrimci eylemin ve görsel imgelerin etkileşiminin karşılıklı olarak birbirine bağlı olduğu resimsel devrimin kayda değer bir portresini temsil ediyor.
Katkıda Bulunanlar: Prof. Dr. Ali Atıf Bir, Yağmur Önay, Celal Yağcı, Ceyda Çakıcı Baş, Müstesna Yaratıcı İş Fikirleri/Anıl Çezik
9. Kırık Hayatlar Evi (Şule Toptaş / Monokl)
“Küçük bir çocuğu korumak adına yalan söylemek belki anlaşılabilirdir, ya yetişkin bir insanın suçunu örtbas etmek? Suçsuz mudur Ömer şimdi? Ya da kim ne kadar suçludur? Değişik ihtimaller vardır evet, fakat o ihtimaller sonucu değiştirmemiştir, sonuca giden yolu kesinleştirmiştir sadace.”
Kırık hayatlar evi unuttuğumuz güzellikleri, Yaşadığımız travmaları tüm doğallığı ve canlılığı içinde anlatıyor. Şule Toptaş, hasretlerimiz, acılarımız ve çıkmazlarımızdan naif bir türkiye romanı örüyor. Bir ilk romandan beklenmeyecek bir incelikle elif, ömer ve gülperi karakterlerini edebiyatımıza armağan ediyor.
Suç, suçluluk ve çocukluk etrafında türkiye’nin yakıcı travmalarına, karanlıklarına ışık tutuyor.
10. Kış (Işıl Aksoy / Paris Yayınları)
“…Hayal bile yok içinde. Bomboş. Tıntın. Karanlık nemli duvarlar çevreliyor yalnızlığını. Tek tutkusu, midesine girecek herhangi bir şeyin taze ve temiz kokusu . Onu bu hayatta başını hatırlayamadığı kadar uzun zamandır heyecanlandıran yegâne şey bu. Geçmişte kim olduğunu sezdiren eşsiz bir doyum. İnsan eli ile yapılmış, lezzetli, sıcak bir şeye büyüttüğü açlık. Çöp torbalarından sıyrılıp alınmamış. Artıkların iğrenç kokularıyla harmanlanmamış, içten içe zavallılığını ona duyurmamış. Kalbinin köşesine pençe atmamış bir şey…”
İnsanı yazıyor Işıl AKSOY: Yalnızlıkları, hayalleri, coşkuları, acıları, kaybedişleri, iç çatışmaları ve tüm yoksunlukları. Bakışlar atıyor kişilere ve derinlemesine büyütüyor içine kuruldukları anı, olduğu gibi kabul ederek “insan”ı.
“…Az demli çay renginde gün. Saatsiz. Binlerce küçük yağmur damlasının arasında ve içinde. Islak ve sıcak. Turuncu bir küreden bakıyor toprağa yakın uçarken dünyaya. Bir ucu denize açılan, öğle uykusu huzurundaki sokaklarda. Dizlerini büküp sağ ayağıyla iteleyerek havayı yukarı çıktığında simli bir griye bürünüyor derya. Bu kadar yüksekten harika, bir o kadar da saçma görünüyor aşağıda olanlar. Artık insan değil Ahu. Kendine hayran bir mucize, göğün tahtında…”
11. Dünyanın Kuruluşundan Beri Gizli Kalmış Sırlar (Rene Girard / Alfa Yayıncılık)
René Girard, insan kültürünün mimetik arzunun gerçekleşmesinden doğduğu temelinden yola çıkar. Doğamız gereği başkalarının istediğini isteriz, bu da çatışmaya, sonunda da şiddete yol açar. Dünyanın Kuruluşundan Beri Gizli Kalmış Sırlar son derece özgün bir küresel kültür teorisini sunuyor okurlara. René Girard bu çok önemli eserinde şiddetin işlevini, mimesis ve günah keçisi mekanizmasını toplum ve din tarihinde keşfe çıkıyor. Girard’ın vizyonu edebiyat, antropoloji, felsefe ve psikanalizdeki geleneksel bakış açılarına parlak ve tahrip edici bir meydan okuma.
Dünyanın Kuruluşundan Beri Gizli Kalmış Sırlar aynı zamanda Girard’ın bugüne kadar ürettiği fikirlerin de eksiksiz bir özetini sunuyor.
12. Kim Korkar Kahveden?-Kahve Kültürüne Dair Resimli El Kitabı (Chung-Leng Tran, Sebastien Racineux / Nail Kitabevi)
Kahve sudan sonra dünyada en çok tüketilen içecek. Fakat iyi bir kahve yapmak da iyi bir kahve içmek de öyle kolay bir iş değil. Eserde yer alan usta baristaların teknikleri ve açıklamalarıyla nefis bir kahve hazırlayabilmek günlük rutininiz haline gelecek. Kullanılan fincan tiplerinden kahve ekim alanlarına, kahve makinesi seçiminden, öğütme çeşitlerine ve kahve türlerini nasıl tanıyabileceğinize dek pek çok temel konuda önemli bilgiler edineceksiniz. “Filtre kahve hep vasat olur”, “Espresso filtre kahveye göre daha çok kafein içerir”, “En iyi espressoyu İtalya’da içersin!” gibi klişeleri de yıkan bu kitapta harika latte’ler yapmanın püf noktalarına da değiniliyor. Hazır toz ve üçü bir arada kahve kültürünün giderek yükselişe geçtiği bir dönemde “gerçek kahvenin” dünyasını birbirinden güzel illüstrasyonlar ve resimlerle sunan “Kim Korkar Kahveden?”, kahve severlerin yüzlerini güldürecek bir başucu kitabı niteliği taşıyor.
Köy Enstitüleri kitabını edineceğim