Yetişkin okurların roman, öykü ve anlatı türündeki verimleriyle tanıdığı Yasemin Eğinlioğlu, “Sincaplar Ülkesinde Sincap Anneanne” adlı yeni kitabında bu defa çocuklara sesleniyor. Doğa aracılığıyla çocukları kendi doğalarına bakmaya heveslendiriyor. Doğayı kendi doğamızda, kendi doğamızı da doğada görmeye başladığımızda, iyi insan olmaya doğru giden yolun önümüzde kendiliğinden açılacağını gösteriyor.
Evrensel değerlerle yüklü bu öykü sincapların özgürce yaşadığı bir ormanda geçiyor. Sincap Anneanne, ormandaki evinde piyanosuyla ve kitaplar yazarak yaşıyor. Torunları Kestane, Tomurcuk ve Boncuk onu hem çok seviyorlar hem de çok ilginç buluyorlar. Çünkü anneanneleri onların gözünde sihirli. Müzik aracılığıyla ormanla, sincaplarla, okyanuslarla konuşuyor. İnsan iç dengesini ancak doğayla bütünleşip bütünlenirse kurabileceğine inanıyor. Torunlarına “Siz doğasınız,” diyor ve bunu nasıl hissedebileceklerinin sırrını kitap boyunca birbirinden çarpıcı örneklerle paylaşıyor. Sincap Anneanne’ye göre insan önce doğayla bir olduğunu kavrar, ardından da kendi özgün doğasını keşfetme cesareti duyar.
Sevimli torunlarsa anneannenin sihirlerinin onun yazdığı kitaplarda saklı olduğuna inanıyorlar. Yazar anneannenin yetişkinler için kaleme aldığı edebiyat eserlerini merakla inceleyip o kitaplarda sihir formülleri arıyorlar. Örneğin, anneannelerinin hatıralarını hep canlı tuttuğunu fark edip bunu nasıl yaptığını öğrenmeye çalışıyorlar. “Gerçekten de, sen bize bilmediğimiz zamanların hikâyelerini anlattığında bile biz onları yaşamış gibi oluyoruz,” diyorlar. Anneanneleri gülümseyip onlara bunu “Hatıralar Sineması” aracılığıyla yaptığını anlatıyor. Anıların toz tutmasının sırrının sözcüklerde, dilde ve hikâye etme sanatında saklı olduğunu söylüyor. Yazarlığını, hikâye anlatıcılığını bir sihir gibi kullanıp çocukları “Hatıralar Sineması”na sokuyor ve onları bu dünyaya geldikleri ilk güne götürüyor. Doğum hikâyelerini bir filmde izlercesine canlandırıyor torunlarının gözünde.
Sincap Anneanne, insanın kendini tanıyabilmesinin ve anlayabilmesinin geçmiş kadar geleceği de görebilmesine bağlı olduğunu düşünüyor. Bu nedenle torunlarına bir de “Zaman Makinesi” armağan ediyor. Sözcüklerin ve hikâye etmenin sırrını öğrenen torunlarına eğer bir de görmenin sırrını kavrarlarsa o zaman geleceğe de gidebileceklerini söylüyor.
Sincap Anneanne’nin torunlarına bu sırları vermesinin onların bilmediği bir nedeni var. O da, Tomurcuk ve Kestane kardeşlerin, henüz iki yaşındaki kuzenleri Boncuk’u birazcık kıskanmaya başlamaları. Çünkü Boncuk küçük olduğu için ailedeki tüm ilgiyi üzerine topluyor. Tomurcuk ve Kestane kardeşler de pabuçlarının dama atılmaya başladığından kuşkulanıyorlar.
Böylece, her çocuğun ilk tanıdığı, belki de ilk tattığı duygulardan olan kıskançlık, öykünün odağına yerleşmeye başlıyor. Sincap Anneanneyse “Hatıralar Sineması” ve “Zaman Makinesi” aracılığıyla kıskançlığın insanı ne hallere sokabileceğini, kendi yolundan nasıl çevirebileceğini, iyi biri olmaktan nasıl alıkoyacağını zihinlerinde yaşatıyor torunlarına. Tam bu aşamada, doğa devreye giriyor ve Sincap Anneanne, torunlarına doğanın kıskançlık karşısında neler yaptığını, kıskançlıkla nasıl baş ettiğini göstermeye başlıyor. Doğaya bakarak kendi doğalarını görmeleri, doğayla bir olarak kendileri gibi olmaları, özlerinde taşıdıkları sevgiyi ve iyiliği bulabilmeleri için…