Semih Erelvanlı, hep kitap’tan çıkan Külleri kitabı ile bizi karanlık bir geleceğe ışınladı. Okurken zaman zaman karamsarlığa kapılsam da yazarın kurgusu ve dili beni memnun etmeyi başardı. Bu distopik romanla bizleri buluşturan Erelvanlı ile keyifli bir sohbet gerçekleştirdik.
Öncelikle bize kısaca kendinizi tanıtır mısınız? Semih Erelvanlı kimdir?
İzmir’de doğdum. Bornova Anadolu Lisesi Almanca bölümünden mezun oldum. Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi’nde lisansımı, Texas A&M University’de yüksek lisansımı tamamladım. Yayımlanmış iki öykü kitabım (Bebek Arabasında Ayvalar ve Tahtakuruları’nın Evreni) bulunuyor. İran Yeni Sineması üzerine denemelerimi ise İki Bacaklı At ya da Dört Bacaklı İnsan’da bir araya getirdim. Denize duyduğum özlemle Ankara’da yaşıyorum.
Bebek Arabasında Ayvalar ve Tahtakuruları’nın Evreni gibi iki öykü kitabının ardından hem yayınevi hem de tür değiştirdiniz. Bence çok başarılı, ancak neden romana geçiş yaptınız?
Romana geçmek yerine romanı eklemek demek daha doğru aslında. Yoksa ne sinema üzerine kalem oynatmaktan vazgeçebilirim ne öykü yazmaktan. Ki Külleri’nin içinde de pek çok kısacık öykü bulunuyor. Hatta bu roman için dünyanın karanlık görünen geleceğinde yolları kesişerek birbirinin kaderini etkileyen insanların öykülerinin bir araya toplandığı bir yer diyebilirim. Ancak önemli olan, bu öykülerin birbirine bağlanabileceği bir zemin bulabilmekti. Ayrıca son dönemde odaklandığım kimi politik ve toplumsal meseleleri en iyi romanla anlatabileceğimi hissettiğim için böyle bir karar aldım. Bu arada romanın, yazmanın başka türlü zorlukları ve hazları ile tanışmamı sağlayarak beni mutlu ettiğini eklemeliyim.
Kitabın kapağı çok etkileyici… İlk elime aldığımda pek anlamlandıramamıştım, ancak okuduktan sonra çok anlamlı geldi. Kapağa bir etkiniz oldu mu?
Kapağın çoklu okumaya açık olmasını çok seviyorum. Resme bakan kimi okurlar bu figürleri askerlere benzetiyor, kimi tekinsiz insanlara. Hatta gökdelenleri andırdığını düşünenler de var. Ki ben de her baktığımda, estetik başarısının yanında romanın anlattıklarıyla uyumlu tasarımına hayran kalıyorum. Kapakla ilgili bütün övgüleri ise hep kitap’ın görsel yönetmeni Yetkin Başarır hak ediyor.
Bir distopya yaratma fikri aklınızda var mıydı? Ben böyle bir kurguyu en az hatayla oluşturmanın ciddi anlamda zaman alacağını düşünüyorum.
Hem de nasıl! Üstelik birbirine göndermeleri bulunan üç distopya yazmaya aynı anda giriştim ben. Her birinin hem kendi içinde hem de diğer ikisiyle tutarlı ilişkilere sahip olması için epey zaman harcadım. Elbette anlatmak istediklerimi geniş bir okuyucu profiline uygun, dinamik ve akıcı biçimde sunma çabası benim adıma öğretici bir yazma süreci doğurdu. Bu arada bağlantıları sağlam biçimde kurmak konusunda bolca sinema filmi izledim. Düşünsel boyutsa zaten hazırdı. Çünkü işlediğim konuları kendimi bildim bileli mesele edinmişimdir.
Dünyanın çeşitli yerlerine baktığınızda önümüzde pek de aydınlık bir tablo yok. Kitaptan bağımsız olarak siz geleceğin dünyasının nasıl olacağını düşünüyorsunuz?
Aslında çok uzun zaman doğası gereği olsun olmasın, insanın özünde iyicil olduğuna inandım. Aynı zamanda Aydınlanmacı anlamda ilerleme fikrine bağlı kaldım. Fakat yıllar içinde dünyanın batısında, doğusunda, gelişmişinde, az gelişmişinde tanık olduğumuz olayları ve ilişkileri analiz ettiğimde, ne yazık ki fikirlerim büyük ölçüde değişti. Diyebilirim ki, gözümüzü kamaştıran bütün o teknolojik gelişmeye rağmen gezegenimizin her geçen gün daha kötüye gitmesi bana engellenemezmiş gibi görünüyor. Öyle ki sanki yüz yıl sonra dünyaya bir meteor çarpacakmış da, bunu gururumuza yediremediğimiz için ipi boynumuza kendimiz geçirip altımızdaki tabureyi kendimiz tekmelemek istiyoruz.
Külleri romanınız için sadece bir kurgudur demek yanlış olur sanırım. Toplumsal bir yanı var gibi geliyor.
Haklısınız. Sanatçı hayata ve geleceğe karşı sorumluluk taşıdığını hissediyorsa bunun yolunun toplumu uyarmaktan geçtiğine inanıyorum. Bu nedenle az önce çizdiğim karanlık tablonun ortasına bir ışık düşürmeyi gerçekten çok önemsiyorum. Çünkü insanın yaşama içgüdüsüne güvenmeden duramıyorum. Her ne kadar Külleri gibi distopyalar karanlıktan, korkudan beslenerek yazılıyorlarsa da; aslında umudu, inancı saklıyorlar içlerinde. Kötücül olasılıkların yenileceğine dair umudu, değişimin mümkün olduğuna yönelik inancı… Hem zaten gerçekten mutlak bir kıyameti bekliyor olsaydık, ne yazmayı umursardık ne de buna halimiz kalırdı.
Kurgu bir eser var karşımızda. Mutlaka gözlemler de etkili olmuştur ancak ben özellikle diyaloglardan çok etkilendim. Söyledikleri karakterlerde çok gerçek duruyor.
Hayatı sessizce okumayı, konuşmaktan çok dinlemeyi sevenlerdenim ben. Bir bara, restorana girdiğim zaman oturup etrafa kulak kabartırım. Her sabah işe giderken yolda insanları izlerim. Ne söylüyorlar, neye kızıyorlar, nasıl iletişim kuruyorlar… Sonra yazarken bir de farkına varırım ki onların dilleri benim dilim olmuş. Bu, günlük hayatın içindeki doğal gözlemci alışkanlığımın sonucu. Ama elbette bir edebiyat metni üretmek daha fazlasını gerektiriyor. Ben de disiplinli çalışmalarımda sinemanın karaktere uygun, amacı belirli, ekonomik ve net konuşma ilkelerine özellikle değer veriyorum.
hep kitap’a geçiş süreciniz nasıl oldu?
Aslında hep kitap’ı isterken sezgilerime yaslandım. Hem işinde yetkin ve olgun bir ekibin arasında olmak, hem de genç ve enerjisi yüksek bir yayınevi içinde bulunmak bana kendimi iyi hissettirecekti. Öyle de oldu. Sonrasında Külleri’nin enerjisine, duygusuna, yapısına en uygun yayınevi olduğunu görmek, beni hep kitap’a çeken güçlü mıknatısın doğruluğunu gösteriyor.
Yeni bir kitap çalışmanız var mı? Eğer varsa bu yine roman mı olacak, yoksa öykü mü?
Az önce sözünü ettiğim gibi bu aralar Külleri’ne göndermeleri bulunan iki roman üzerinde çalışıyorum. Öykülerimse fark ettirmeden kendi kabında birikmeyi sürdürüyor.
Külleri’ni okuyan okurlarınızdan aldığınız tepkiler nasıl oldu?
Aslında okuyucu görüşüne çok değer verdiğim için daha yayınevine göndermeden önce birbirinden olabildiğince farklı yaşta, görüşte, zevkte okuyucuya okuttum Külleri’ni. Durakladıkları, sıkıldıkları bir cümlenin, paragrafın olup olmadığını sordum. Ama en çok, anlamadıklarını düşünüp bir kez daha okudukları bir yer var mı diye merak ettim. Çünkü bence okuyucunun “Burada ne demek isteniyor?” diyerek bir cümleyi yeniden okuması, metinde gereksiz bir zorlamanın, hatta bir yanlışın bulunabileceğinin ve yazarın o sorunlu alanı tekrar çalışması gerektiğinin önemli bir göstergesidir.
Gelen geri dönüşler genellikle romanın akıcı, sürükleyici ve çarpıcı olduğu yönünde. Ayrıca dilinden hem sinema filmi hem de edebiyat tadı alanlar, özellikle girişini şaşırtıcı bulan okurlar var. Bir de metinde karakterlerin tarafsız bir biçimde sunulduğu değerlendirmesi yapılması beni mutlu ediyor.
Size göre insanlığı bireysellik mi mahvediyor/mahvedecek?
Bireysellik değil de, bencillik daha uygun bir yanıt olacaktır. Çevreyi umursamazca kirleten, pek çok hayvan ve bitki türünün yok olmasına yol açan, nüfusu çığırından çıkaran, güçsüzün/yoksulun karşısına yalnızca adaletsizlik değneğiyle çıkan hep “ego”nun o sahip olma, daha fazlasını elde etme ve yayılma arzusu.
Kitabın yazım sürecinde farklı kaynaklardan faydalandınız mı, yoksa sadece kendi hayal gücünüzü ve gözlemlerinizi mi kaynak aldınız?
Gerek Külleri’nde gerekse diğer iki romanda ele aldığım sorunları yazma ihtiyacı özellikle okumalarımdan ve tanıklıklarımdan doğdu. “Nasıl anlatacağım?” sorusuna ise en iyi yanıtları sinemada buldum. Akıcılığı, dinamikliği ve tutarlılığı yakalama, ayrıca iyi bir matematikle kurgu oluşturabilme noktasında sinemanın çok güçlü bir dayanak sunduğunu düşünüyorum.
Değerli vaktinizi bize ayırdığınız için teşekkür ederim.
Ben teşekkür ederim.