Bilge Mıhcı Şenel
Twitter: @MIHCIBilge
8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü, kararından vazgeçmeyen“Beni acıyarak değil, düşünerek severek, kucaklayarak hatırlayın. Tiyatro varsa ben varım!” diyen Afife’lerin hikayesiyle kutlu olsun…
1902’nin Kadıköy’ünde doğdu Afife. Mini mini parmakları henüz tiyatro sahnelerinde canlanmamış ve sırf bu nedenden baskınlarda gözaltına alınmamıştı masum bedeni.
Afife büyüyor, büyüdükçe serpiliyordu… O, yavaş yavaş kadın bedenine evrilirken ne babası Hidayet Bey ne de annesi Methiye hanım kızlarının bir ateşin ilk kıvılcımı, bir türkünün ilk notası olacağını bilmiyordu. İstanbul Kız Sanayi Mektebi’ne göndermişlerdi onu. Ne de olsa iyi eğitim görmüş bir beyle evlenecek ardından da çocuklarına annelik edecekti Afife. Ancak ana-babası bu hayallerini 10 Kasım 1918’de Darülbedayi’nin tiyatro kursları için açtığı imtihanla rafa kaldıracaklarını henüz bilmiyordu.
Müslüman kadın en çok hemşire olabilirdi o yıllarda… Sahneye çıkmaları ‘geleneksel’ olarak yasaktı. Afife’nin kuş gibi çırpınan yüreği sahneyi arzuluyordu. Aşk yasak dinler miydi ki Afife’nin yüreği de dinlesin? Darülbedayi’nin ‘Müslüman kadınlar sadece özel gösterilerde oynayabilecekler’ kararını da duyunca Afife tüm bedenini hayalleri için siper edeceği ilk adımı atıp kursu almaya hak kazanan beş Müslüman kadından biri olmayı başarmıştı. Kurstan geriye bir Afife bir de Refika Hanım kalmıştı. İki inatçı kadın… İki inatçı nefer… Oysa Afife nefer olmak değil oyuncu olmak istiyordu sadece. Refika Hanım suflör, Afife ise stajyer oyuncuydu artık. İki yıl sadece oyun provalarına katıldı. Her provada vardı Afife, tüm yeteneğini kusar gibi sahneye döküyordu da izleyicisinin alkışını bir türlü duymuyordu kulakları…
1919 yılının Nisan ayında şimdilerin Reks Sineması o yılların Apollon Sineması’nda Hüseyin Suat’ın Yamalar isimli oyununda Emel’i canlandıracaktı. Emeline kavuşmak için devlete karşı çıkıp yamamıştı kendini tiyatro sahnelerine bir kere ilk oyunu da ilk rolü de anlamlıdır bu yüzden Afife’nin. Sahneye çıkan ilk Türk kadınıydı artık. Ancak seyirci onu Jale adıyla tanıyacaktı. Olsundu. Sahneye çıkmış alkış seslerini işitmişti ya yeterdi…
Afife Jale’ydi artık o. Ama ne var ki tiyatro sahneleri yasak aşkı gibiydi Afife’nin. O ‘Tatlı Sır’la bir kez daha sahneye çıktı çıkmasına da Türk kadınıydı. Müslüman kadın sahneye çıkamazdı. Polis baskınından türlü yardımlarla kurtuldu. Çekirge misaliydi artık Afife. Üçüncü piyesi Odalık sahnelenirken yine baskından kaçtı Afife.
İkinci kez de zıplamıştı kaçmak için ancak Dahiliye Nezareti Afife’ye de sahnelerine de düşmandı artık. Zira üçüncü kez kaçamayan Afife’yi yakalayan polisler “Dinini milliyetini unutan sen misin?” diye hırpaladı, tam onlardan kurtuldum derken babası kötü kadın oldu diye evlatlıktan reddetti… Dahiliye Nezareti bu olayın üzerine bir de Müslüman kadınlar sahneye çıkamaz diye bildiri yayınladı. Darülbedayi Yönetim Kurulu çaresiz Afife’nin işine son verdi. O gün başladı belki de dayanılmaz baş ağrıları… Morfin belki baş ağrılarını dindirebilirdi ancak türkünün ilk notasını nasıl susturabilirdi? Geçer miydi morfinle Afife’nin sahneye olan aşkı? Öyle ya diner miydi içindeki tutku? Özlemi arttıkça morfinin dozu da artıyordu. En sonunda morfine bağımlı oldu Afife. Ama tutku bu, morfin durdurur mu? Burhanettin Tepsi Kumpanyası ile Anadolu’ya gitti ardından Fikret Şadi’nin Milli Sahnesi’ndeydi işte. Cumhuriyet’in ilanı Afife’nin de zaferiydi. İnatla ailesine, devlete ve morfine direnişinin zaferi… Ne Dahiliye Nezareti yenebildi Afife’yi ne de morfin. Morfin bedenini sarmış onu kendine esir etmiş olsa da o şimdi sahneye çıkan tüm kadın oyuncuların önderiydi artık. Afife acınarak değil bileğinin hakkıyla, emeğiyle çıktığı oyunlarla hatırlanır bu yüzden…