1. Bozlak (Emirhan Dağkan G. / İletişim Yayınları)
“Zaman zaman, karanlığın içinde karşıma birden biri çıkar diye tedirgin oluyor ve sağımı solum etraflıca süzerken, kıstığım gözlerimin saklanmama yardım edeceğini düşünüyordum. Bunun üstüne bir de, mezarlık yoluna yaklaştığım her dakikada anlatılan cin hikâyelerini hatırlıyor ve garip bir şekilde, bunları unutabilmek için zorladığım zihnime hükmedemiyordum. Hem içimde biriken korkudan hem de bedenimi çepeçevre sarmalayan soğuktan kaçabilecekmişim gibi adımlarımı hızlandırmış ve değil sağa sola bakmak, kimi zaman gözlerimi dahi kapatır olmuştum.” Çamurlu yollar, yabancıları sevmeyen köylüler, kaynayan bir kahvehane… Namus bekçileri, haset ve husumetler… Sırtından “zopası” eksik edilmeyen çocuklar, erkekler ve erkeklikler… Karanlık evler, ışığı pır pır eden odalar. Muammalı bir ölüm ve çiçeği burnunda bir öğretmen…
Bozlak, polisiyenin kıyılarında gezinen bir novella, bir köy hikâyesi. Konup konup havalanan kuşlar. Emirhan Dağkan G., bir ölüyle doğrulanan parçalanmışlığın hikâyesini, cayır cayır süren bir sessizliği anlatıyor.
2. Aşk Aptallığı (Wilhelm Genazino / Jaguar Kitap)
“Genazino’nun eserlerinde çağdaş Alman edebiyatındaki hüznün, melankolinin ve can sıkıntısının en derin hallerinden biri görülür.” —Svenja Frank
Kıyamet hakkında seminerler vererek hayatını zar zor kazanan elli iki yaşında bir adam ve onun birbirlerinden habersiz iki sevgilisi: Sandra ve Judith. Mükemmel bir Genazino romanı için gereken her şey işte bu kadar…
Yıllar önce başarısız bir evlilik yapan kahramanımız bu iki kadından hangisi ile yaşamak istediğini daha sık düşünmeye başlar ve işler iyice sarpa sarmadan bir karar vermek zorundadır. Sandra ve Judith ikilemini neredeyse bir yazı tura atışıyla çözecek kadar çıkmaza giren isimsiz kahramanımız aynı zamanda yaşam, toplum, aşk, geçmiş gibi konular hakkında ilginç gözlemler yapar, tuhaf işlere kalkışır. Böylece Aşk Aptallığı, kafası karışık bir adamın portresinden ziyade, daha derin bir meseleyi sezdiği halde bunu bir türlü çözemeyen zeki ve hüzünlü bir adamın hikâyesine dönüşür.
Özden Özberber’in Almanca aslından çevirdiği Aşk Aptallığı ile Genazino, yine bildiğiniz gibi…
3. Korku (Dirk Kurbjuweit / hep kitap)
Silah düşkünü, sert ve sevgisini gösteremeyen bir babanın üç çocuğundan biri olarak sorunlu bir çocukluk ve gençlik dönemi geçirmiş olan Randolph, iş ve özel yaşamında babasının tam tersi bir yol izlemeyi kendine hedef edinmiş, barışçıl, hukuk devletine güvenen ve her türlü şiddetten uzak yaşayan, başarılı bir mimar ve sevecen bir babadır. Karısı Rebecca ve iki çocuğuyla güzel bir apartman dairesinde yaşamaya başladıktan sonra tüm hayatları değişir, kâbus dolu günler başlar.
Alt katında oturan yaşlı komşusunun, ailesine uyguladığı psikolojik işkence Randolph’un o güne kadar inandığı bütün değerleri sorgulamasına neden olacaktır. Korku, “Ailenizi korumak için ne kadar ileri gidersiniz?” sorusunun cevabını ahlaki ve felsefi açıdan bir kez daha düşünmenize neden olacak, elinizden bırakamayacağınız bir roman.
4. Yedi Yıl (Peter Stamm / Nebula)
Alexander birbirinden çok farklı iki kadın arasında kalmıştır. Bir yanda üniversitede tanıştığı, üst sınıf bir aileden gelen, güzel, iyi eğitimli, hırslı Sonja; diğer yanda silik, neredeyse çirkin, sessiz sedasız, “kendini birilerine, hatta kendine bile beğendirmeye dair her türlü umudunu yitirmiş” gibi görünen Katolik, Polonyalı göçmen Iwona. Alex, kendi tasarımları olan bir evde yaşamayı ve birlikte başarılı bir mimarlık ofisi kurmayı hayal ederek Sonja ile evlenir fakat anlam veremediği ve kendisine yakıştıramasa da yıllar içinde bir türlü engel olamadığı bir çekimle dönüp dolaşıp Iwona’nın yanında, onun o yoksul, loş odasında bulur kendini. Hayalleri bir bir gerçeğe döndükçe Alex de yaşamını, değerlerini, seçimlerini sorgulama noktasına gelecektir.
İsviçre’nin son yıllarda en çok konuşulan yazarlarından biri olan, eserleri otuz yedi dile çevrilen Peter Stamm akıl sır ermez insan doğasını, mutluluk ile bitmeyen imtihanımızı bir aşk üçgeni vesilesiyle resmederken ustalığını konuşturuyor. Yedi Yıl, modern hayatın çarkları arasında kendini keşfetmeyi geciktiren ruhları mercek altına alan farklı, çarpıcı ve cesur bir roman.
5. Anarşist Banker (Fernando Pessoa / Sel Yayıncılık)
Dünya edebiyatının en yetkin ve üretken kalemlerinden Fernando Pessoa’nın bir dergide sessiz sedasız yayınladığı tek anlatısı olan Anarşist Banker, Pessoa evreninin tüm dünya dillerinde köşe taşlarından biridir.
Antikçağ felsefesine özgü diyalog yöntemiyle sofizmin ve paradoksların gücünü maharetle kullanan, keskin bir retorik sergileyen mizah yüklü bu metin, kışkırtıcı paradokslarla ve abese varan akıl yürütmelerle zihnin sınırlarını zorlar. Bir yandan hâlâ içinde yaşamakta olduğumuz burjuva toplumun ikiyüzlülüğüne ve yalanlarına, paranın ve gücün tahakkümüne, diğer yandan ise bu düzeni yıkma iddiasındaki düşünce ve hareketlerin benzer bir tahakkümü yeniden örgütleme potansiyeline edebiyatın sınırları içinde ışık tutar.
Anarşist Banker, ustalıklı diyaloglar ve leziz görüş alışverişleriyle dokunmuş, berrak ve akıcı, yayınlandığı dönemden ziyade günümüzde ses getirecek türden, infilak gücü yüksek, yakıcı ve zihin açıcı bir metin.
6. Asya’da Bir Barbar (Henri Michaux / Sel Yayıncılık)
Fransız edebiyatının sıradışı kalemi Henri Michaux, 30’lu yılların başlarında gerçekleştirdiği uzak Asya yolculuğunu Asya’da Bir Barbar’da anlatıyor.
“İki hayal arasındaki gerçek” olarak adlandırdığı bu yolculuk sırasında, yaşamında ilk kez gördüğü topraklardan ve halklardan edindiği izlenimleri kendi gerçeklik süzgecinden geçirerek özümsüyor. Bu halklar ile Batı Avrupa halklarının farkları ve Avrupalıların onların kültürel pratiklerinden öğrenebilecekleri şeyleri iyi niyetli fakat uzlaşmaz bir bakış açısıyla, esprili bir dille anlatıyor. Bir başkasının yolculuğuymuş, bir başkasının keşifleriymiş gibi bir yandan kendisini yabancılaştırarak, bir yandan da Batılı perspektife yabancılaşarak tuttuğu bu yolculuk güncesinde hakim kanıyı alaşağı edip Batı’nın barbarlığını şiirselliği elden bırakmadan vurguluyor.
Hindistan, Endonezya, Çin ve Japonya topraklarında kaleme aldığı bu güncenin direncine ve kişilikli tarzına bizzat yenik düşen Michaux, okurları etkisi altına alacak metniyle ilk kez Türkçede…
7. Küçük Zaches Namıdiğer Zinnober (E.T.A. Hoffmann / Can Yayınları)
Mutlu; demek ki sen bu sayfaların yazarının arzu ettiği ruh hali içindeydin ve böylece birçok bakımdan onu mazur görebilirsin!”
E.T.A. Hoffmann’ın ilk olarak 1819’da yayımlanan bu masalı, Aydınlanma’nın “ithal” edildiği ve akabinde şiirin yasaklanıp perilerin sınır dışı edildiği, masalların hor görüldüğü bir diyarı anlatıyor. Ülkede kalabilen tek peri Rosabelverde günlerden bir gün ormanda sırtında küçük oğlunu taşıyan bir köylü kadınla karşılaşır. Köylü kadının oğlu Zaches, sevimsiz, kötü huylu, çirkin ve annesinin bile tahammül edemediği bir hilkat garibesidir. Peri, merhamet duyduğu oğlana bir tılsım bahşeder: Bundan böyle, bu tuhaf yaratık kendisine bakan insanlar tarafından dünya güzeli ve akıllı bir insan olarak görülecektir. Küçük Zaches, büyüyüp muhteşem Zinnober olarak başarı merdivenlerini birer birer tırmanır, olaylar gelişir…
Alman edebiyatının klasikleri arasında yerini alan Küçük Zaches Namıdiğer Zinnober, gerçeklik ile masalsılığın usta bir dengeyle harmanlandığı, Aydınlanmacı akla yönelik kimi zaman körlüğe varan tutkunun satirik bir üslupla eleştirildiği bir başyapıt.
8. Bir Mars Destanı (Stanley G. Weinbaum / İthaki Yayınları)
“Weinbaum, Bir Mars Destanı’yla birlikte sempatik uzaylıyı icat etti. Bilimkurgu onunla birlikte bağnazlıktan uzaklaştı.” –Ursula K. Le Guin
“Bilimkurgu alanında klişelerden kurtulup özgün hikâyeler üretebilen tek yazar. Büyük bir hayranıyım.” –H. P. Lovecraft
“Weinbaum, var olmak için kendi sebeplerine sahip dünyadışılar yaratan ilk yazar.” –Isaac Asimov
“Stanley G. Weinbaum, kısacık kariyerinde bilimkurguda bir devrim gerçekleştirdi. Biz de hâlâ onun bize kazandırdığı temaları keşfediyoruz.” –Poul Anderson
“Stanley G. Weinbaum, modern bilimkurgunun kurucularından biri olarak Wells ve Heinlein’la anılmayı hak ediyor.” –Frederik Pohl
Asimov’un deyişiyle bilimkurgunun üç büyük novasından biri olan Stanley G. Weinbaum, bir buçuk yıllık yazarlık kariyerine ve trajik ölümüne rağmen erken dönem Altın Çağ’ın en başarılı yazarlarından biri. Hem ilk hem de en önemli öyküsü “Bir Mars Destanı” da bilimkurguyu kökten değiştiren ve uzaylı algısında devrim yapan gerçek bir klasik.
Yakın gelecekte insanlık Mars’a sefere çıkar ve mürettebatın asi üyesi Dick Jarvis’in başından beklenmedik bir olay geçer: Mars’ta yepyeni bir ırkla tanışır; devekuşu benzeri Tviil’le. Ancak Mars’taki tek hayat formu Tviil değildir. Onun yardımıyla Jarvis, “Bir Mars Destanı” ve devam öyküsü “Hayaller Vadisi”nde Mars’ın diğer mucizeleriyle de karşılaşacaktır.
Bu iki klasik öyküye ek olarak Weinbaum’un yarattığı bir diğer çarpıcı karakter olan Profesör Manderpootz’un yer aldığı “Eğer Dünyaları” ve “İdeal”in yanı sıra ters giden bir bilimsel deneyi anlatan “Uyumun Doruğu”, uzaylı ekolojilerine yoğunlaşan saykedelik öykü “Üşütük Ay” ve sanal gerçekliği işleyen ilk öykülerden “Pygmalion’un Gözlüğü” de bu derlemede kendine yer buluyor.
Bir Mars Destanı, modern bilimkurgunun ilk adımları.
9. Bildiğimiz Dünyanın Sonu (Erlend Loe / Yapı Kredi Yayınları)
“Zaman her şeyi silip süpürür.”
Eserleri yirmiden fazla dilde okunan Norveçli yazar Erlend Loe’nun unutulmaz bir modern zaman figürüne dönüşen kahramanı Doppler yuvaya dönüyor. Doppler romanının devamı niteliğindeki Bildiğimiz Dünyanın Sonu ormanın derinliklerinden sistemin derinliklerine uzanıyor: Çemberin içinde duramayanların bütün oyunlardan kovulduğu bir dünyada özgür kalmak mümkün mü?
Ormanın derinliklerinde geçirdiği macera dolu ayların ardından bir ailesi olduğunu hatırlayan Doppler, geyiği Bongo’yu boynuzlu hayvanlar barınağına bırakıp soluğu Oslo’da alır. Kendisini ölesiye özlediklerine inandığı karısına ve çocuklarına kavuşacağı için çok heyecanlıdır ama küçük bir problem vardır: Onca yıllık posta kutusunun üzerinde “Andreas Doppler” değil, “Egil Hegel” yazmaktadır! Dibe vurduğunu düşünür ama aşağılanma nedir, görmemiştir henüz..
Hafiflemiş ve özgür hissediyordu kendini. Gerçekten özgür. Borcu yoktu, işi yoktu, yükümlülükleri yoktu. Sadece kendisi vardı. İyisiyle kötüsüyle. Ve güzel bir geyiği. Vergi dairesinin bisiklet parkına bağladığı Bongo’yu çözdü ve durup üst katlara baktı.
Her yerde toplantılar yapıldığını varsayıyordu; bu toplantılar ki, hem araştırmalar hem de deneyimler sonucu yalnızca yersiz olmakla kalmıyor, doğrudan verimi de baltalıyordu.
Bongo’ya tırmanırken yüzüne bir gülümseme yayıldı. Artık bu hayattan elini eteğini çekiyordu.
10. Kuru Otların Kokusu (Giorgio Bassani / Yapı Kredi Yayınları)
Kuru Otların Kokusu, Giorgio Bassani’nin edebiyatının kökenlerini besleyen şehri Ferrara’yı ve Yahudi cemaatinin varlık koşullarını anlattığı Ferrara kitaplarının sonuncusu.
Giorgio Bassani zamanının diğer yazarlarından farklı olarak Yeni Gerçekçi tavırdan uzak kaldı. Yapıtları faşist diktatörlüğe, savaşa ve Direniş’e, savaş sonrasının yeni bir toplumsal ahlak oluşturma umutlarına ve bu umutların çöküşüne tanık olunan İtalya’sındaki tarihî süreçte ortaya çıktı. Yazdıklarında yalnızlık ve dışlanmışlık duygularını, dahil olduğu burjuva sınıfının politik yetersizliğini, Yahudi ırkından olmanın getirdiği acıları vurguladı.
Bassani’deki boşluk duygusu, geçmişle bağlantı kopukluğundan kaynaklanan bir kimlik eksikliğinin dışavurumudur. Yazar için geçmişe dönüş, hayatını kesintiye uğradığı yerden tekrar başlatıp sürdürme gereksinimidir.
Geçmiş ölmedi –aynı anlatım örgüsü kendince iddia ediyordu–, asla ölmez. Tam tersine uzaklaşır, anbean. Geçmişi telafi etmek, o halde mümkündür. O halde uzamaya anbean devam eden türde bir koridorda ilerlemek gerekir, tabii gerçekten telafi etmek isteniyorsa. Orada, geçmişin sonunda, koridorun karanlık duvarlarının güneşle buluştuğu noktada, yaşam, bir zamanlar olduğu gibi, canlı, kıpır kıpır, ilk yaratıldığı haliyle durmaktadır. O halde ölümsüz müdür? Ölümsüzdür. Ve bununla beraber hep daha uçarı, hep daha ulaşılmaz, yeniden ele geçirilmeye hep daha gönülsüz.
11. Rıza Bıyık (Betül Tarıman / Yapı Kredi Yayınları)
2005 Necatigil Şiir Ödülü sahibi Betül Tarıman, şiirlerinden sonra bu kez öyküleri ile karşımızda.
Rıza Bıyık’ta, kendine ve dünyaya göçebe olduğunu fısıldayan, eşyanın eski yüzünü, ansızın bastıran yağmuru, insanların telaşlı hallerini, kara bıyıklarıyla bilinen bir babanın varlığını hayatın bir yerine mühürleyip bırakan anlatıcının öykülerine kulak veriyoruz.
Gündelik hayatın ayrıntılarında canlanan bir duygunun peşi sıra, insana özgü bir kısırdöngüyü kırmak isteğiyle konuşan kısa öyküler.
“Annecik uzun uzun camdan dışarıya baktı. Evleneli beri eşyaları oradan buraya, buradan oraya taşımaktan ağzı burnu çarpılmış. Habire ekmek, çorba, kuru fasulye yiye içe, memeli göbekli, kocacığı hoş tutacağım diye… Allahsız gözü hep dışarıda. Evi temizlese ne temizlemese ne, varsın bok götürsün, içine ettiğimin evi. Yere çorba dökülmüş. Kalsın. Bardak kırılmış. Kalsın. Yerde kitaplar kalsın, vitrinin camı kırılmış, saçlarının boyası gelmiş, kalsın. ‘Kala kala olduğum yerde kaldım.’ dedi. Ansızın canavara dönüştü. Kaç kez geçtiği kendinden, bu kez de bağırarak geçti. Bekledi, hiçbir şeyi bekledi.”
12. İç Gerçeğin Romanı (Işıl Yüce / Tera)
FıratSeher’in canını yakmaya devam ediyordu. “Hoşlanıyorum de hoşlanıyorum de!” Seher hoşlanmıyor, sessizce olayın bitmesini bekliyordu.
Fırat büyük çığlıklar atarak boşaldı. Seher boşalmadı. Boş aldı Fırat. Boş alamadı Seher. Odadki haykırış seher’in nesneleşen bedenine çarparak kocaman yankılandı, tüm dünyaya yayılırcasına. Kimyası yayılımlı gaz olan yara, ten duygusu yitirilmiş etlerin üzerinde gezindi bir süre, sonrakatılaştı boşluğun merkezinde. Tıpku umutsuz bir sürüncemenin eşiğine gelmiş Seher’in bedeni gibi. Boşlukta sallanna iki adet meme, boşlukta sallanan bir adet penis… Salgısal aşk, hazzın gözyaşlarıydı geriye kalan. Aşk salgıydı, salgıydı acının hazyaşları…
Ve bütün delikler ve bütün çıkıntılar sanki dünyanın tün açıkları tük gedikleri tüm boşlukları tüm eylemcileri tüm tepkicileri tüm tüm ha hhah ha aha aha aha ha haahahahahahahahah
Önemliydi gülüş, acıydı haz, acılı haz, hazlı acı, ağlayan sperm, dört duvarlı bir oda, boş boş bomboş yalnız iki beden artık ten olmayan yani hisleri yüzülmüş ten yani
Et
Et
Et
Et
Et
Et
13. Küyük (Fethi Arslaner / Erguvan Yayınları)
Değişen, yok olan ya da yok edilen onca değere karşı “değişmeyen” tek amaç: Ne pahasına olursa olsun kazanmak.
“Küyük” Anadolu’nun küçük bir köyünde, kırk yıl yönetimde kalma becerisi göstermenin, bir şekilde ele geçirilen iktidarı elden bırakmamanın; yakın tarih eğitim-siyaset, din-siyaset, asker-siyaset, kısacası toplum ve siyaset ilişkisinin taşralı hikâyesi.
Bilgece duruşlar, hüzünlü vedalar, basit hesaplar, burukluklar… İyi ve kötü yönleriyle son kırk yıl Türkiye’sinin insanlık hâli. Bitmeyen merak unsuru ve akıcı üslubuyla çabucak okunabilecek bir roman.
Yerellikten evrenselliğe kanat açmanın başarılı bir örneğini görebileceğimiz romanda, edebiyatımızda pek yer edinememiş özgün bir yörenin ve farklı insanların hikâyesini bulacaksınız.
14. Tapınaktaki Tüccarlar (Gianluigi Nuzzi / Kitap Kurdu)
Tapınaktaki Tüccarlar, İtalyan gazeteci Gianluigi Nuzzi’nin ‘çok gizli’ belgelere dayanarak yazdığı, Vatikan’da son yıllarda yaşanan akıl almaz skandalların ve Papa Francesco’nun bunların üzerine kararlılıkla gitmesinin öyküsü.
Jorge Mario Bergoglio’nun Papa Francesco ismini alarak 2013 yılında en yüksek siyasal ve dinsel makamına oturduğu Vatikan’da o yıldan bu yana sular durulmuyor. Önceki papa XVI. Benedikt’in ağırlığına dayanamayıp istifa etmek zorunda kaldığı ekonomik yolsuzluk ve her türden skandalın üzerine korkusuzca giden Papa Francesco sergilediği kararlı tutumla hem Vatikan içinden hem de dışından takdir almanın yanı sıra bolca düşman da kazanmış bulunuyor. Vatikan’da görevli yüzlerce kardinalin sebep olduğu inanılmaz ölçülerdeki savurganlık, israf, suiistimal, görevi kötüye kullanma türünden tartışmalı olayların üzerine giden Papa Francesco’nun Vatikan’ı ahlaki ve ekonomik çöküşten kurtarma çabalarının perde arkası bu kitapta tüm çıplaklığıyla gözler önüne seriliyor.
İtalya’da çıktığı anda çoksatana dönüşen bu kitap Katolik Kilisesi’nde gerçek bir depreme yol açacak cinsten bir araştırma. —Süddeutsche Zeitung
Vatikan’ın gizli sırlarla dolu odalarına tüyler ürpertici bir keşif gezisi. Yalnızca çok üst düzey bir köstebek bu kadar açık seçik delillere erişebilirdi. —L’express
Tapınaktaki Tüccarlar Vatikan’ı sarsacak ifşaatlar içeriyor. —The New York Times
Nuzzi’nin Vatikan’ın gizli saklı işleri üzerine yazdıkları son derece özgün ve özel. —Corriere della Sera
15. Paramazlar-Beyazıt’ta 20 Darağacı (Kolektif / Kor Kitap)
Ermeni sosyalist liderlerden Paramaz’la 19 arkadaşının idam sürecine ve sonrasına tanıklık eden bu kitap, Türkiye’de sosyalist kültürün ve sol hareketin tarihinin gerçek kökleriyle anlaşılması için önemli bir olanak sunmaktadır.
İstanbul’daki bir halk kütüphanesinde tesadüfen bulunan kitap, Ermenice aslından Aris Nalcı tarafından Türkçeye kazandırıldı.
Tanıkların ve idam edilenlerin günyüzüne çıkan yazılarıyla birlikte “Sosyal Demokrat Hınçak Partisi Nizamnamesi” de kitabın en dikkate değer bölümlerinden biridir. Bu çalışma, yalnızca tarihi değişik boyutlarıyla incelemenin ve tartışmanın önemini göstermekle kalmıyor, aynı zamanda bugünü anlamak için de değerli ipuçları sunuyor.
16. Başkasının Yüzü (Kobo Abe / Monokl)
“Muhtemelen kızgınsın, kendini aşağılanmış da hissediyorsun ama lütfen kendine hâkim ol ve gözlerini ayırmadan okumaya devam et. Bu ânı yara almadan atlatıp, bana doğru bir adım atmanı, nasıl çaresizce istediğimi bir bilebilsen. O mu beni yendi, yoksa ben mi onu? Her hâlükârda maskeli oyunun perdesi artık kapandı. Onu öldürdüm ve kendimi suçlu ilan ettim…
Ve çok iyi biliyordum. Artık senin üzerinde hiçbir hakkım olmadığı hâlde, bana zincirle bağlı bir kurban olduğun fikri, işime geldiği için uydurduğum koca bir yalandan ibaretti. Sen bu kaderi bir an olsun bocalamadan kendi isteğinle kabul etmiştin. Gülümsemeye geçerkenki o parıltın belki de en çok senin kendin üzerinde etkiliydi. Bu da demek oluyor ki istesen beni hemen bırakıp gidebilirdin. Bunun benim için ne kadar korkunç bir şey olduğunu anlayabilir misin? Senin binlerce ifaden var fakat benim tek bir yüzüm bile yok.” —Kobo Abe
“Hem dolambaçlı hem de bağımlılık yapıcı.” —David Mitchel
“Hem Poe hem de Kafka akla geliyor. Kobo Abe sayfalarda hiç dinmeden atan bir heyecan yaratıyor. Okudukça okuyorsunuz ve okuyorsunuz.” —The New Yorker
“Bazıları onda Kafka’nın bilinmeyene yönelik manipülasyonlarını, başkaları ise örneğin yarattığı kum çukuru metaforu ile Beckett’in esintilerini bulacak.” —Saturday Review
Japon edebiyatinin büyük ustasi kobo abe’den unutulmaz bir roman:
“başkasinin yüzü” yüzünüz tümüyle yandi, yeniden yapildi, şimdi başka bir yüzünüz var. Kendinizi taniyamaz haldesiniz, başkalari da sizi taniyamaz halde. Peki şimdi nasil yaşayacaksiniz?
Hiroshi Teshigahara tarafından aynı adla sinemaya uyarlanan roman dünya çapında büyük ilgi görmüştü.
17. Öyle Basit Bir Şey (Boris Lavrenyov / Yazılama)
“Devrim ve ardından gelen iç savaş döneminde; çekilen acılar, verilen çetin mücadeleler, gösterilen fedakârlıklar ve kahramanlık öyküleri halk arasında anlatılıyordu. Birçok Sovyet yazarının romanlarında, öykülerinde işlenen bu anlatılar bir büyük dönemin tanıklığı ve devrimin büyük öyküsünün bir parçasıdırlar.
“Sovyet Öyküleri” serimizin ilki olan bu kitap; dünyaya “devrim sonrası Sovyet edebiyatı” için gelmiş olduğunu söyleyen yazar Lavrenyov’un kaleminden onurlu bir direnişin ve bu direnişin koşul fark etmeksizin onurunu koruyan bir temsilcisi olan Orlov’un öyküsünü anlatıyor.”
18. Şevketmeap (Ercüment Ekrem Talu / Koç Üniversitesi Yayınları)
“Tefrika Dizisi”nden, bir dönemin çok okunan yazarı Ercüment Ekrem’in renkli romanı…
Şevketmeap’ta Ercüment Ekrem yan hikâyelerle beslenen bir aşk, kıskançlık ve ihanet hikâyesini bazen komik bazen dramatik unsurlarla ustaca kurguluyor.
Öte yandan roman, Cumhuriyet’in ilk yıllarından yakın geçmişe belirli bir siyasal tutumu yansıtırken, yazarın kıvrak diliyle dönemin toplumsal ve kültürel hayatının capcanlı bir resmini sunuyor.
Latin harflerine aktarılmış orijinal metniyle sadeleştirilmiş metin bir arada.
19. Ada (Haluk Şahin / Kırmızı Kedi Yayınları)
Aşk yazgıyı değiştirebilir mi?
Haluk Şahin ilk romanı Babıâli’de Cinayet’te medyadaki çürümenin derinliklerine dalmıştı. 2018 yılı Homeros Ödülü’ne layık görülen yazar, bu kez Susurluk dönemi Türkiye’sinden masum Bozcaada’ya, mitolojinin karanlık köşelerine ve Troya’ya uzanıyor.
Dâhi matematikçi Deniz Yorgancı, evrenin sırlarını çözümleyecek teoriyi oluşturmanın eşiğindeyken hayatı hiç ummadığı bir yönde değişir. Yorgancı Holding’in sahibi babası, magazin sayfalarının kraliçesi Feri ile evlendiğinde karanlık ilişkilerin ördüğü ağ yavaş yavaş Yorgancı ailesini kuşatır.
Bir yazgı gibi gelişen olayların sonunda kendisini Bozcaada’da bulan Deniz, Troya’nın gizlerini araştıran arkeolog Gülderen’le tanışır. Tetikçiler peşindedir.
Deniz için ada bir sığınak mı, yoksa tuzak mı olacaktır?