1. Misafir (Nermin Yıldırım / hep kitap)
Nermin Yıldırım okura bu kez garip bir Ev’in; hemşirelerin “abla”, hastaların “misafir”, başhekimin “baba” diye adlandırıldığı, her geçen gün daha katı kurallarla yönetilen tuhaf ama bir yandan da çok tanıdık bir akıl hastanesinin kapılarını aralıyor. Biri Ev sahibi, diğeri misafir, biri genç, diğeri yaşlı, biri geçmişe, diğeri geleceğe bakan Esin ve Rikkat’ten hareketle, içeridekilerin ve dışarıdakilerin, tek tek çıldırmaktan vazgeçip topluca delirenlerin buruk, muzip ve her şeye rağmen ümit dolu hikâyesini anlatıyor.
Yıldırım, Misafir’de yetkin ve zengin diliyle, yakın geleceğe dair ürkütücü, tuhaf ama bir o kadar da tanıdık bir dünya yaratıyor. Baskıcı bir düzende, bir akıl hastanesinde kurduğu bu dünya, dış dünyanın hem bir parçası hem de ta kendisi gibi görünüyor.
Misafir, normalini yitirmiş, çokça incinmiş, bolca incitmiş bir dünyada, kırılmış hayallerin, ertelenmiş sevgilerin, hakkıyla yaşanamamış ömürlerin ortasında, kendine sığınacak yer arayanların romanı. Yıldırım, sızının ve şifanın hikâyesini, o derin anlatımıyla, incelikle, şefkatle dokuyor.
2. Saklı Bahçeler Haritası (Nermin Yıldırım / hep kitap)
Nermin Yıldırım okura bu kez garip bir Ev’in; hemşirelerin “abla”, hastaların “misafir”, başhekimin “baba” diye adlandırıldığı, her geçen gün daha katı kurallarla yönetilen tuhaf ama bir yandan da çok tanıdık bir akıl hastanesinin kapılarını aralıyor. Biri Ev sahibi, diğeri misafir, biri genç, diğeri yaşlı, biri geçmişe, diğeri geleceğe bakan Esin ve Rikkat’ten hareketle, içeridekilerin ve dışarıdakilerin, tek tek çıldırmaktan vazgeçip topluca delirenlerin buruk, muzip ve her şeye rağmen ümit dolu hikâyesini anlatıyor.
Yıldırım, Misafir’de yetkin ve zengin diliyle, yakın geleceğe dair ürkütücü, tuhaf ama bir o kadar da tanıdık bir dünya yaratıyor. Baskıcı bir düzende, bir akıl hastanesinde kurduğu bu dünya, dış dünyanın hem bir parçası hem de ta kendisi gibi görünüyor.
Misafir, normalini yitirmiş, çokça incinmiş, bolca incitmiş bir dünyada, kırılmış hayallerin, ertelenmiş sevgilerin, hakkıyla yaşanamamış ömürlerin ortasında, kendine sığınacak yer arayanların romanı. Yıldırım, sızının ve şifanın hikâyesini, o derin anlatımıyla, incelikle, şefkatle dokuyor.
3. Madam Floridis Dönmeyebilir (Mario Levi / Everest Yayınları)
Bu kitabın adını, beklemediğim bir zamanda, bir yolculuğa çıkarken buldum. Bir kış gecesiydi. Beni İstanbul’dan Ankara’ya götürecek otobüsteydim. Hareket saatini bekliyordum. Otobüse o anda, ellilerinde, çok şık giyinmiş bir adam bindi, arkamdaki koltuğa oturdu. Muavin çocuk, herkesin yerini alıp almadığını öğrenmek için geldi sonra. Adama, elindeki listeye bakarak, yanındaki boş koltuğu gösterip birini bekleyip beklemediğini sordu. Adam kısa bir süre tepkisiz kaldıktan sonra, çocuğa, üzgün bir sesle,
“O arkadaş gelmeyebilir… Biz gidelim…” dedi.
Büyünün başladığı andı o an. O adamın hikâyesini o gün bugündür bulamadım. O adamın kimi, ne için beklediğini de öğrenemedim elbet, o otobüse hangi duygularla bindiğini de… Ama bu sözler, bana bir yerlerde, birilerinin dönüşünü beklediğimizi hep hatırlattı. Bu kitabı biraz da o insanlar için yazdım.
4. Kumkuma (Selim İleri / Everest Yayınları)
Selim İleri’den dorukta bir dil ve anlatış şöleni: Kapkara alayın eşliğinde ölümsüzlük!
Hazin bir azap günü, yine sonbaharda, üzüntüler cümleleri parçalıyor. Hayat bir yanıltı. Uzak, her şey çok uzak!
Bebek’teki üçüz yalı, Çamlıca’daki bülbül yuvası köşk, Maçka Palas’ta salon-salamanje…
Ulu Şair nereye adım atsa; her köşeden üstüne üstüne gelen Samipaşazâde Sezai’ler, Namık Kemal’ler, Halid Ziya’lar, II. Abdülhamid’ler, Abdülmecid Efendi’ler, Ahmed Hâşim’ler, Nurullah Ataç’lar, ötekiler! Bir ihtiyarın dehşetengiz akşamı başlıyor.
Kumkuma, sevilmek, unutulmamak isteyen Şair-i Âzam’ın haykırış metni:“Şimdiki yirmi birinci asrımızda tekrar ziyaret edeyim dedim, hiç değilse mâzinin hatıralarına. Kendimi tanıttımsa da tanıyanım çıkmadı; fakat yaşlı adamın, yorgun, bastonuyla bile yürüyemeyen, ricasını kırmadılar. Köşkü bomboş buldum! O muhteşem âvizeler, ışıl ışıl aynalar, duvarların ruhsuzluğunu örten o caanım tablolar yok olmuş! Geriye ölüm kalmış, köşkün de ölümü. Köşk ölüsünden yıkılıp giderek kaçtım…”
“Yapılacak hiçbir şey yok. Elem hiçbir şekilde engellenemez. Akşam ruha sızı verdi.
Elden bir şey gelmez.”
5. Göndermeler (Selahattin Özpalabıyıklar / Everest Yayınları)
Selahattin Özpalabıyıklar: S.Ö., şef editör, editörlerin editörü (yazarların yazarından mülhem), anlamlı tashih ustası,“Marazî Yazarlar Birliği” onursal başkanı, sözlüklerarası seyahat rehberi, çağrışım otomatı, üst-metin, üst-üst-metin, alt-metin, yan-metin yazarı, Oulipoyunbaz,“GiYazİş” (GizilYazınİşliği) genel sekreteri, kapanmayan parantezler açıcısı, çevirmen, düzeltmen, redaktör, son okur, ön okur, ideal okur, saf okur, bayağı saf okur, anagramcı, pastişçi, parodici, pastiş-parodici, başarısız intihal teşebbüsçüsü, aşırıyorumcu, “aşırıyorum”cu, arka kapak mütehassisi (böyle!), paralipomenon üreticisi, optik okuyucu, yaratıcı üşengeçlik atölyesi sahibi, bibliyofil,“Haz.”duyucu, ansiklopedist, fihrist, takdir, takriz, takdim tehir uzmanı,göndermelerin, dipnotların, önnotların, sonnotların, yannotların, içnotların, ek-notların sapmaların, metindışının, konu dışına çıkışların efendisi…
Eserleri: Selahattin Özpalabıyıklar Beyefendi’nin Hayatı ve Görüşleri, Selahattin Özpalabıyıklar’ın Olağanüstü Kısa ve Garip Hayatı.
Dalağını yarmadan, iyicene kanırtmadan, defalarca sınayıp tartmadan, uykusunu kaçırmadan, uyuduğunda düşlerine taşımadan, yeniden ve yeniden denetlemeden iş bitti diyemeyen bir canlı türü —
Göndermeler, o türün edebiyatımızdaki tek örneğinin benzersiz kitabı, ki okurken, okudukça anlayacaksınız neden. —Enis Batur
6. Alçak Basınç (Semih Tuğrul / Can Yayınları)
Semih Tuğrul’un 1977’de yazdığı ve ilk defa yayımlanan romanı Alçak Basınç, aşkın, deliliğin, gençliğin hem insanlar hem de milletler için ne kadar yıkıcı olabileceğini gösteren, çarpıcı bir metin. Osmanlı’nın son yıllarıyla başlayan roman, bizi 1950’lerin ortalarına kadar taşıyor ve başarılı bir Türkiye tablosuyla baş başa bırakıyor.
İstanbullu, kentli bir ailenin yarım yüzyıl içinde yaşadıklarının ülkede yaşananlarla harmanlandığı Alçak Basınç’ta İstanbul’un işgalinden Atatürk’ün ölümüne, Demokrat Parti iktidarından 6-7 Eylül Olayları’na birçok toplumsal olay, kahramanların gözünden anlatılıyor.
Aynı zamanda başarılı bir aile romanı olan Alçak Basınç, ’70’li yılların Türkiye’sinden, önceki elli yıla, şahsi tanıklıkların rehberliğinde ustaca bir bakış.
7. Kötü Niyet Öyküleri (Javier Marias / Can Yayınları)
“Herkesin kendi hayatı vardır, bir tanecik hayatı, kimse onun arzularına göre gerçekleştiğini görmekten vazgeçmeye razı olmaz, arzuları olmayanlar dışında, ki onlar aslında çoğunlukta. İnsanlar istediklerini söylerler, özveriden, vazgeçmekten, cömertlikten dem vururlar, hepsi yalandır, normali insanın doğal olarak başına geleni, giderek olup biteni, eline geçeni ya da kendisine verileni istediğine inanmasıdır, onlar öncesinde gerçek arzular olmamış da olsa.”
Kiralık katiller, hayaletler, akademisyenler, belalı çiftler, öldükten sonra geçmişin muhasebesini yapan ruhlar, porno oyuncuları, gizemli doktorlar, Elvis…
El País gazetesi okurlarınca 2012’nin en iyi öykü kitabı seçilen Kötü Niyet Öyküleri, İspanya’nın önde gelen edebî kişiliklerinden Javier Marías’ın en kapsamlı öykü külliyatı.
“Zekice ve tedirgin edici… Karakterler ve hikâyeler büyüleyici bir mozaik oluşturuyor.” —The Times
8. Kaçağın Portresi (David Boratav / Can Yayınları)
90’ların ortasında İngiltere’deki bir üniversitede Sébastien adında genç bir adam ardında iz bırakmadan ortadan kaybolur. Yıllar sonra arkadaşı Hermann, dostunun kayboluşunun sırrını çözüp öyküsünü anlatmaya karar verir. Kendisine bıraktığı mektuplardan, günlüğünden ve Paris’te yaşadıkları günlerden geriye kalan anılarından yola çıkarak Sébastien’in izini sürer. Gerçekte kimdir bu Sébastien? Clara’ya beslediği karşılıksız aşkla başa çıkamayan bir ergen mi, parlak bir öğrenci mi, köklerini arayan genç bir yetişkin mi?
Yeni tanıştığı amcasının emanet ettiği gizemli nesneyle hayatı daha karmaşık hale gelen Sébastien’in çocukluk, ergenlik, yetişkinlik evrelerinde üç ayrı kente, Lozan, Paris ve Clothworkers’a, Fransız Alpler’inden Saint-Michel’e oradan da İngiliz pub’larına uzanan yolculuğu, bir kayboluşun olduğu kadar bir arayışın da hikâyesi.
9. Amsterdam’da Düello (Ian McEwan / Yapı Kredi Yayınları)
İki eski dost, sarsıcı bir kayıp, tuhaf bir anlaşma: Güç, keder, aşk, kuşku ve politikanın keskin uçlarını dolanan, sonunda kaçınılmaz bir şekilde “düello”ya dönüşen hayatlar… Ülkenin en başarılı bestecilerinden Clive ve saygın bir gazetenin genel yayın yönetmenliğini yürüten Yernon, eski âşıkları Molly Lane’in cenaze töreninde bir araya gelir. Molly’nin muhafazakâr eğilimli Dışişleri Bakanı’yla kurduğu ilişkinin sırrı, politik hamlelerin ve kariyer kaygılarının arasında, Clive ve Yernon’un dostluğunu sınayan bir krize dönüşecektir.
lan McEwan, Man Booker Ödüllü Amsterdam’da Düello’da,hem ilkeleri, erdemleri ve meslek ahlâkını sorguluyor hem de insanın varoluşuna dair çelişkileri incelikle ortaya koyuyor. Dile gelmeyeni söze dökmeden sezdiren usta bir yazardan, insan ruhunun yumuşak karnında dolaşan unutulmayacak bir roman.
10. Zor Sevdalar (Italo Calvino / Yapı Kredi Yayınları)
Kavuşamazsan, aşk…
Italo Calvino Zor Sevdalar kitabında arzunun nesnesine yapılan on üç yolculuk hikâyesi anlatıyor. Yalnızlık, iletişim sorunları ve sessizlik eşliğinde aşkın hep bir kavuşamama hali olduğunu yalın ve etkileyici bir dille fısıldıyor.
Rekin Teksoy’un çevirdiği Zor Sevdalar, Calvino ile varlığın derinliklerinde müthiş bir gezinti…
“Düşte belleğin derinliklerinden gelen bir varlığın ilerleyip kendini tanınır kılması, ardından hemen beklenmedik bir şeye dönüşmesi, neye dönüşebileceği bilinmediği için, daha dönüşmeden önce bile korku vermesi gibiydi.”
11. Aptallık Üzerine (Robert Musil / Sel Yayıncılık)
Aptallığı aptallık yapan nedir? Modern edebiyatın büyük yazarlarından Robert Musil’e göre aptallık zekâ eksikliği değil, daha çok duygu hatasıdır, üstelik tam olarak kavranması imkânsızdır. Bazen deha ve aptallık öylesine iç içe geçer ki, onları birbirinden ayırmak mümkün olmaz. Üstelik onun üzerine konuşmak başlı başına bir paradoksa neden olur: Aptallık üzerine konuşan biri aptal olmadığını varsayar, böylece kendisini zeki saydığını göstermiş olur, oysa bu da aleni bir aptallık işaretidir. Elbette bir de kitlelerin ve kalabalıkların engellenemez aptallığı söz konusudur. Aptallık, insanlık durumunun bir nevi mütemmim cüzüdür. Alman faşizmi gücünün doruğundayken gerçekleştirdiği bu ünlü konuşmasında Musil, benzersiz üslubu ve kusursuz hümoruyla, kendini de temize çekmeden her tür aptallığı ciddiyetle ti’ye alıyordu. Aptallık Üzerine, Nazilerin nefret ettiği ve kitaplarını yasaklattığı Musil’in en sert, aynı zamanda en eğlenceli metinlerinden biri. “Gerçek kara mizah, ruhban sınıfını hedef alırken komünistleri de tedirgin etmeli, aptallığı yargılarken bunun içine yazarı da almalıdır.”
12. Dünya Tarihi ( Chris Brazier / Sel Yayıncılık)
Dünya Tarihi, sudan karaya çıkan ilk canlılardan insanlığın yeryüzünün dört bir yanına yayılışına, yazının keşfinden dinlerin doğuşuna, demokrasinin ortaya çıkışından savaş ve hastalıklara, Rönesans’tan sömürgeciliğe, Büyük Buhran’dan 11 Eylül’e kadar evrensel tarihimizin en önemli satır başlarını ustalıkla ele alıyor. İnsanlığın en büyük başarılarını ve en korkunç felaketlerini aktarırken, aynı zamanda dünyanın dört bir yanında eşitsizliğin nasıl inşa edildiğini de gözler önüne seriyor.
Yaşadığımız yüzyıla dair öngörüler oluşturacak bir çerçeve de sunan Dünya Tarihi, insanlığın milyonlarca yıllık tarihini deneyimli bir uzun mesafe koşucusuyla birlikte nefesi kesilmeden kat etmek isteyen ve kuru bir tarihsel aktarımdan fazlasını talep edenler için biçilmiş kaftan.
13. Dünyanın Çivisi (M. Özgür Mutlu / Sel Yayıncılık)
Pas tutmuş bir çocuk parkı, yarım kalmış bir duvar yazısı ardında nasıl bir gerçeklik saklar? Bir uzvun hikâyesi, Türkiye toplumsal tarihine ışık tutabilir mi? Bir sırrı taşımanın omuzlara bindirdiği yük, bir kaplumbağanın çatlak kabuğundan nasıl sızar?
Dünyanın Çivisi, okuru gerçekle hayalgücünün karışıp birbiriyle bütünleştiği büyülü bir yolculuğa davet ederken hayali bariyerlerle beton duvarların, iradenin kısıtlarıyla somut engellerin, hayali kahramanlarla sıradan insanların, dünyanın mührüyle şehrin çöpünün iç içe geçtiği bir evren kuruyor.
M. Özgür Mutlu üçüncü öykü kitabında bir yandan ‘50 öykücülerinin izini sürüp gerçek ile fantasma arasındaki açı farkını kapatırken, diğer yandan toplumcu gerçekçi öykücülüğün çağdaş örneklerini sunuyor.
Elindeki çekici sımsıkı tutan okurlara: Dünyanın Çivisi.
14. Kadınlar ve Başka Evrenler (Nesibe Çakır / Ayizi Kitap)
“Dünya mevsimsiz ve toleranssızken, bu kadınlar varlıklarını sürdürebilmek için taşın sonsuzluğuna sığındılar. Mermerin şeklini aldıkları anda, yaşamlarında büyük dönemece girdiler. Öteki insanlardan uzağa düştüler, değişimlerini zarafetle taşıyarak sürüldüler, kaçtılar, kayboldular, gene de kendilerini buldular. Mermerin içerisinde öyle saydam ve kırılgan görünüyorlardı ki… Işığın izini sürer gibi, diğer tarafın görünürlüğü sayesinde yönlerini buldular.”
Başka evrenler bazen uzay boşluğunun uzak köşelerinde, bazen de bahçedeki bir köknarın gövdesindedir. Nesibe Çakır elimizden tutup bizi işte o başka evrenlere götürüyor. Hayal gücümüzle, kitaplara olan sevgimizle, bitkileri tanımamızla, denizlere açılma arzumuzla geçebileceğimiz kapılardan bahsediyor. Bizi bu kapılara inandırıyor. Ki ütopya biraz da kapılarla ilgili değil midir?
15. Sana Bir Köpek Satayım (uan Pablo Villalobos / Profil Kitap)
‘Bir ressam!’
‘Bir imam!’
‘Bir haham!’
‘Bir kaymakam!’
Oysa siz belki de içindeki sanatçıyı uzun yıllardır ihmal etmiş ihtiyar bir taco satıcısısınızdır sadece ve pişmanlıklarınız, dürtülerinize etrafınızdakileri hicvetmenizi emrediyordur. Hatta ilk aşkınızı meşhur ressam Diego Rivera, gençliğinizi takıntılı anneniz, hayallerinizi ise bir deprem çalmıştır ve siz de ‘gizli’ tariflere sahip tacolar satarak elde ettiğiniz emekliliğinizi, hamam böceklerinden temizlenemeyen köhne bir apartmanda, Proust delisi komşularınızın dedikodularıyla savaşarak geçirmek zorunda kalırken, çareyi Adorno’nun Estetik Kuramı’na boğulmakta bulursunuz. Böylece kapınıza gelen misyonerlere muzır şakalarla işkence etmekte, köşedeki eski devrimci manav kadına kompliman yapmakta ve eğlence mekanlarında gününüzü gün etmekte sakınca görmezsiniz. Artık 80’ine merdiven dayamış bir ‘keşke’ yığını olabilirsiniz, ama bu, ayaklı bir edebi esere dönüşmenize engel değildir – ki zaten, herkes de sizden bir şeyler yazmanızı talep eder. Sıkılmak, boş durmak, yazmamak sizin hakkınız olamaz.
Villalobos’un o meşhur absürt ve komik üslubu, klasikleşmiş tuhaf karakterlerinin etrafında adeta kendiliğinden şekillenerek okuyucusuna Meksika’da geçen şahane bir macera romanı sunuyor. Kim bilir, eğer olaylar başka türlü gelişseydi, belki yine bu romanda aynı şeyler olup biterdi. Çünkü gelecek, her zaman kaderi geçmişten belirlenmiş bir sonuçtur ve Adorno’nun da dediği gibi, “Yanlış hayat, doğru yaşanamaz.”
16. Darwin’le Akşam Yemeği-Evrim Yeme İçmeyi Nasıl Etkiler? (Jonathan Silvertown / Kolektif Kitap)
“Her alışveriş listesi, her yemek tarifi, her menü ve yemek pişirmek için kullandığımız her malzeme evrimci anlayışın babası Charles Darwin’le akşam yemeğine üstü kapalı bir davettir.”
Jonathan Silvertown Darwin’le Akşam Yemeği’nde en eski hominin atalarımızla bizi büyük bir sofra etrafında bir araya getiriyor. Ekmek, et, süt ürünleri, deniz ürünleri, sebzeler, baharatlar, tatlılar gibi temel gıdalar ve değişen beslenme alışkanlıklarımız üzerinden yaşamın evrimine ışık tutuyor.
Tat ve koku alma duyularımızın nasıl evrimleştiğinden acının sofralarımıza nasıl girdiğine, karbonhidrat ve yagˆ düşkünlüğümüzden yemeklerimizi neden ve ne zaman paylaşmaya başladığımıza dek okuma iştahını kabartan sorularla şekillenen bu çalışma, gıda sorununun hayatımızı temelden etkilediği günümüzde, neyi nasıl yediğimizi farklı düşünmeye davet eden bir kılavuz.
“Yemek hakkında geregˆinden fazla kitap olsa da, benim gibi biri oldugˆunuzu ve bu tür davetlerin size de hiçbir zaman fazla gelmeyecegˆini umarak, s¸u an elinizde tuttugˆunuz s¸eyin bir kitaptan ziyade bir aks¸am yemegˆi daveti oldugˆunu farz edelim istiyorum. Ancak bas¸tan belirtmeliyim ki bu farklı bir aks¸am yemegˆi olacak?;? zihinlerimizi beslemeye yönelik bir aks¸am yemegˆi.”
17. Sessizlik (Engin Akyürek / Doğan Kitap)
Engin Akyürek’in Sessizlik adlı öykü kitabı okuru; insanların birbirlerini gözünün içine bakarak tanıdığı, konuşarak dokunduğu, dertleşerek anlaştığı yıllara götürüyor. Çocukların hâlâ çocuk olduğu, boş arazi görünce topu alıp koştuğu, komşuların teklifsizce birbirlerinin kapısını çaldığı, bayramların hep birlikte kutlandığı, mutlulukların acıların paylaşıldığı… Aşkların like’lara kurban gitmediği, sessizliğin ayrılık anlamına geldiğinin bilindiği yıllara.
Arsızlığı aramızdaki ilişkinin zamansal yolculuğuyla ilgili değildi. Arsız olduğu zamanlar gözlerini bana diker, benimle dalgasını geçip kedilik görevlerini asla yerine getirmezdi. Kedinin görevleri mi olur, demeyin. Hani kendini iki sevdirir, yalandan mauvv der, oyun icabı da olsa suçluluk duygusu yaratır ya, ondan diyorum…
Dünyanın en güzel aşk sahnesini çekiyorduk. Kolumdaki hesap makineli saatime bakarak “Pardon! Saatiniz kaç?” demişti. Saatim 8.15’i gösteriyordu. Zamanın çeyrekliğinin bir lüzumu yoktu. Yirmi geçelerde inecekti zaten. Sesini içimin kayıt cihazı hafızasına almıştı. Bütün seslerde artık onunda notası olacaktı.
Elimdeki kömür parçalarına bakıp kardan adamımla konuşur gibi: “Anne iyi adamlar hep güzel mi gülerler?”
“Nerden çıktı şimdi bu, kim söyledi bunu sana?”
“Kim söyleyecek: Kardan adamım.”
18. İnsanı İnsan Acıtır (Yelda Kırçuval / Destek Yayınları)
Esaret, değişime direnmenin bir sonucudur ancak.
Terk edememek, gidememek, saplanıp kalmak, vazgeçememek, değiştirmeyi göze alamamak, yeniden başlamaktan kaçınmak, sistemin dişlilerinden biri olmaya razı olmak güvensizliğin değil, korkunun bir tahakkümüdür sadece…
Özgürleşmek için geç değil… Lakin uçurtmanın ipini kesebilmek gerekir önce. Çünkü uçurtmalar, iplerinden özgürleştiklerinde yükselebilirler.
Leyla, boşandıktan sonra içine düştüğü boşlukla baş edemediği gerçeğiyle yüzleşir ve hayatında ilk kez bilinmeze doğru yürümeye karar verir. Bırakmaktan korktuğu her şeyin kölesi haline dönüştüğünü kaybolduğu ormanda, kar yolları kapayınca fark eder.
Yeniçağın mutluluk ve başarı odaklı bireyinin başarısızlığa ve acıya karşı nasıl da zayıf bir bağışıklıkla mücadele ettiğinin sert, yalın ve gerçekçi bir öyküsü İNSANI İNSAN ACITIR…
19. Açılan Kapılar (Yusuf Ziya Bahadınlı / Yazılama Yayınevi)
“Almanya’da yaşayan yada yaşamak zorunda kalan bir grup politik insanın; aşktan cinselliğe, siyasetten Almanya’ya, siyasi mücadele adına yapılan çalışmalardan, göç olgusuna kadar kendileri ve toplumla ilgili her türlü konuyu tartıştıkları bir roman Açılın Kapılar. Bir bahçede sabah başlayıp, günün sonunda biten ve geriye dönük anlatımlarla süren roman, roman kişilerinin bütün fikir yürütme süreçlerine okuru da dahil ederek keyifli bir okuma sunuyor.”
20. Zamanın Kokusu-Bulunma Sanatı Üzerine Felsefi Bir Deneme (Byung-Chul Han / Metis Yayıncılık)
“Bugünün zaman krizi hızlanma olarak nitelendirilemez. Hızlanma çağı çoktan bitti. Bugün hızlanma olarak duyumsadığımız şey, zamansal dağılmanın semptomlarından sadece biri. Günümüzün zaman krizi, zamanda çeşitli aksaklıklara ve yanlış duyumlara yol açan bir diskroniden kaynaklanıyor. Zaman, düzenleyici bir ritmin eksikliğini çekiyor. Bu yüzden de ölçüsünü kaçırıyor. Diskroni, bu zamansal bozulma, zamanın adeta dönüp durmasına yol açıyor. Hayatın hızlandığı hissi, amaçsızca dönüp duran zamanın yol açtığı bir duygu aslında…
“Geleceğin temposu nasıl olacak? Hacılık veya uygun adım ilerleme çağı kesinlikle sona erdi. İnsanoğlu, kısa bir dolanıp durma döneminden sonra, bir yürüyüşçü olarak dönecek mi yeryüzüne? Yoksa yerçekimini ve çalışmanın bütün ağırlığını ardında bırakarak süzülmenin hafifliğini, boş zamanda süzülerek gezinmenin, bir başka deyişle, süzülen zamanın kokusunu keşfedecek mi?”