Her hafta olduğu gibi yine bir kitap önerisi listesi hazırladık. Bu listede de okumaktan keyif alacağınız kitapları bulacaksınız. Bu haftanın listesinde romandan anıya, şiirden futbol kitaplarına kadar çeşitli önerileri göreceksiniz. İşte haftanın yenilerinden 20 kitap önerisi…
1. Fırtına Takvimi —Jale Sancak
2014 Duygu Asena Roman Ödülü sahibi Fırtına Takvimi daha çok öyküleriyle tanıdığımız Jale Sancak’ın ilk romanı.
Yelnehir, Doğu’nun ücra bir köşesinde, fırtınaların eksik olmadığı bir kasaba. Yaşam şartlarının zaten çok zor olduğu kasabada bir avuç insanın kaderi acı bir olayla kesişir. Kevser ile Halil birbirlerine aşkla bağlı olsalar da yoksulluğun, çaresizliğin pençesinde kıvranmaktadırlar. Yüksek ateşle kasabanın hastanesine götürdükleri kızları Berru’nun ölümüyle iyice yıkılırlar. Kızlarının ölümünden büyük şehirden kasabaya tayin edilmiş doktor Levent’i sorumlu tutan ve adalet arayan Halil’in başına gelmedik kalmaz: Karakolda dayak yer, aşağılanır ve çevresinden iyice kopar. Doktor Levent’in karısı Süreyya rüzgârın hiç dinmediği bu küçük kasabada çok mutsuzdur. Küçük Berru’nun ölümü, evliliğini ve kendi hayatını sorgulamasına yol açar. Levent’le gizli bir ilişki yaşayan hemşire Nur da geçmişiyle barışabilmek için iç hesaplaşma yoluna gitmek zorunda kalır.
Geçmişin ve şimdinin travmalarıyla başa çıkmaya çalışan insanların yürek parçalayan hikâyeleri, usta edebiyatçı Jale Sancak’ın kalemiyle hayat buluyor.
2. Altınkanat Okulu —Ari Çokona
Büyük bir şehirde yaşayan minik sincap Pofuduk okulunu çok seviyordur. Müzik öğretmeni olan annesi başka bir yerde iş bulunca taşınmaları gerekir. Bu önemli haberi duyunca Podufuk çok şaşırır. Pofuduk öğrenim hayatına annesinin görev yapacağı Altınkanat Okulu’nda devam edecektir. Bütün öğrencilerinin kuş olduğu bu okulda kanatları olmayan tek öğrenci Pofuduk olacaktır. Kitap Pofuduk’un yeni okulunda yaşadığı üç maceradan oluşuyor.
An-su Aksoy’un resimlediği Altınkanat Okulu 6 yaş üstü çocuklara hitap ediyor.
3. Yumuşakçalar —Elmas Şahin
TANRI mı yazmış bu oyunu efendimiz?
hangi oyunu?
oyun dediniz.
oyun mu dedim?
evet efendimiz
oyun
oyun efendimiz
ne oyunu?
TANRI’nın oyunu
herkes oyun oynar molric
siz oynuyor musunuz?
bilmiyorum molric.
oynamalı mıyım?
olabilir efendimiz
cevap vermediniz
neye molric?
bu oyunu kim yazmış?
bilmiyorum molric
kimin yazdığının önemi yok
kimin oynadığının da
onların önemi yok
önemli olan ne efendimiz?
Oyun
oyun mu?
evet oyun
4. Penceredeki Kadın —A.J. Finn
New York’taki evinde yalnız yaşayan Anna Fox kendini tamamen evine kapatmıştır. Asla dışarı çıkmaz. Tüm günü içerek (bazen çok), eski filmleri seyrederek, eski zamanları anarak geçirir. Bir de komşularını röntgenleyerek.
Bir gün tam evinin karşısına Russell’lar taşınır. Bir baba, bir anne ve bir oğuldan oluşan muhteşem bir ailedir. Ama Anna, bir gece penceresinden onların evini gözlerken görmemesi gereken bir şey görür. İşte bundan sonra tüm dünyası altüst olur. Tüm sırları önüne dökülür.
Gerçek nedir? Hayal olan nedir? Kim tehlikededir? İpler kimin elindedir?
Bu sürükleyici psikolojik romanda hiç kimse ve hiçbir şey göründüğü gibi değil.
5. Ale’l-Itlak Baldırı Çıplak Hâtırât, Makalât, Mülâkât —Mehmet Yüce
“Futbolist”. 19. yüzyılın sonlarında Türkiye’de ilk futbol oynamaya başlayanlara, dönemin neşriyatında böyle denirmiş! Mehmet Yüce’nin dönemin basınını tarayarak yaptığı çalışma, Osmanlı’nın son on yıllarındaki öncü “idmancı” ve “futbolist”lerin portrelerini çiziyor. İngiliz öncülerden ve ilk Osmanlı “futbolisti” Osman Efendi, Mehmet Ali Fetgeri, Ahmed Robenson, Galip Hasnun, Refik Osman, Zeki Rıza, “Bombacı” Bekir, “Arslan” Nihat gibi nispeten bilinen adlardan unutulmuşlara, elli portre. Spor tarihimiz yanında, gündelik hayattaki modernleşmenin şimdiye kadar pek bakılmamış bir cephesine bakan, bedenle ve “hareket”le ilişkinin dönüşümüne ışık tutan lezzetli bir kitap.
6. Aydınlanma Düşüncesi —Ahmet Çiğdem
Aydınlanma Felsefesi gerçekten ‘karmaşık’ bir konu, çünkü bu felsefeyi oluşturanlar ayrı dilleri konuşan, ayrı felsefî gelenekleri ve toplumsal formasyonları olan insanlar; net, çünkü Aydınlanma Felsefesi, felsefe ve düşünce tarihinde ilk kez felsefe dışından ölçütler ve kavramlar getirilerek, deyim yerindeyse felsefeye pratik bir müdahalede bulunarak oluşturulmuş bir birikimi ifade ediyor.”
Aydınlanma, genel itibarıyla “tek bir kafanın” ürünüymüş gibi algılanır. Ancak, bir eğilim olarak aydınlanma çeşitli coğrafyalarda çeşitli kişiler üzerinden serpilip gelişmişti. Ahmet Çiğdem Aydınlanma Düşüncesi’nde Fransız, Alman, İngiliz (İskoç) Aydınlanma tecrübelerini ayrı ayrı irdeliyor ve böylelikle bu düşüncenin, başka bir anlamda hareketin, girift yapısını ana hatlarıyla okur için çalışıyor.
7. Kanaatkar Bolluk Toplumuna Doğru —Serge Latouche
Gayrı safi yurtiçi hasılayı temel gösterge alan büyüme ekonomisini ve büyüme ideolojisini eleştirince ortama bir şaşkınlık hâkim olur. Birçok iktisatçı ve siyasetçi için büyüme ekonomisinin eleştirisi cahiliye döneminin bir kalıntısıdır. Sürekli büyüme amacı etrafında örgütlenmiş toplumu eleştirmenin, tarihin karanlıklarına, genel yoksullaşmaya ve herkesin herkesle savaştığı bir ortama geri dönmek olduğuna inanırlar.
İktisadi büyüme hedefine odaklanmayınca, dünyada yokluk ve sefalet ortadan nasıl kaldırılacaktır? Büyümeme fikri Güney toplumlarında ne anlama gelir? Büyümeme projesini kim destekleyecektir? İşçiler mi, karnı tok sırtı pek bir orta sınıf mı yoksa giderek sayıları azalan köylüler mi? Büyüme ekonomisini eleştirince, buna tepkiler sağdan olduğu kadar soldan da gelir.
Serge Latouche, bu kitapta ekonomik büyüme toplumundan çıkma projesiyle ilgili gerçek kaygıların ve yanlış bilgi ve kanaatlerin dökümünü yaptıktan sonra, bu konuda ortalıkta dolaşan hayal mahsulü endişelere son verecek, belgelere dayanan güçlü yanıtlar getiriyor. Hayır, “küçülme” sıfır büyüme demek değildir? Ne taş devrine dönüşü hedefler ne de bizi cemaatçi ve ataerkil bir düzene götürür. Hayır, “küçülme” ne teknoloji düşmanıdır ne de herkesi işsizler ordusuna katmanın aracıdır.
Serge Latouche “küçülme stratejisi”ni kanaatkâr bolluk toplumu olarak tanımlıyor. Önümüzde bir gereklilik olarak duran iktisadi ve siyasal dönüşümü, enerji kullanımıyla ilgili değişimi gerçekleştirecek bir toplum projesi üzerine düşünmeye davet ediyor.
8. Kan Bağı —Paul Joseph Fronczak, Alex Tresniowski
Bir kaçırılma ve kendini yeniden bulma hikâyesi.
1964 yılında kendini hemşire olarak tanıtan bir kadın Paul Fronczak adlı bir oğlan çocuğunu Chicago’daki bir hastaneden kaçırır. Bu olaydan iki yıl sonra New Jersey’deki bir mağazanın dışında terk edilmiş bir oğlan çocuğu bulunur. Onun hastaneden kaçırılan çocuk olduğunu düşünen polis annesine ulaşır, kadın da bulunan çocuğun kendi çocuğu olduğunu doğrular. Aile on beş yıl boyunca oğullarıyla bir araya geldiklerine inanarak yaşar ama Paul gerçekten onların oğlu olduğundan hiç emin değildir.
Yıllar sonra ilk çocuğu doğan Paul DNA testi yaptırır. Test sonuçları onun Paul Fronczak olmadığını doğrulamaktadır. Bunun üzerine Paul hastaneden kaçırılan gerçek Paul’ü aramak ve kendisini kimin, neden bıraktığını bulmak için araştırmalara başlar.
Kan Bağı Paul Joseph Fronczak’in gerçek hayat hikâyesi. Paul’ün biyolojik ailesini bulmak için verdiği mücadeleyi soluksuz okuyacaksınız.
9. Dördüncü Yıldız – Alman Futbolunun Kendini Yeniden Keşfi ve Dünyayı Fethi —Raphael Honigstein
13 Temmuz 2014, Dünya Kupası Finali, uzatmaların son on dakikası, André Schürrle’nin soldan kestiği ortayı karşılamak için ceza sahasındaki Mario Götze hafifçe sıçrıyor ve topu göğsüyle yumuşatıyor. Sol ayağıyla yere basıyor, sağ ayağıyla ufak bir adım atıyor, havada süzülürcesine sol ayağıyla topa hamle yapıyor ve top yere değmeden Arjantin kalecisinin yanından geçip uzak köşedeki filelerle buluşuyor…
İşte Almanya’ya yaklaşık yirmi beş yıl sonra yeniden Dünya Kupası getiren bu gol, tek bir ânın değil, yıllarca üzerinde çalışılan bir sistemin sonucu. Belki de haddinden fazla sabır gerektiren bir mühendislik sürecinin nihai ürünü.
Dördüncü Yıldız’da, gazeteci ve yorumcu Raphael Honigstein, Alman futbolunun 90’ların sonunda başlayan çöküşünden Götze’nin golüne kadar geçen süreçte nasıl bir geri dönüş yaptığını ve böyle bir başarının arkasında ne kadar muazzam bir emek olduğunu gözler önüne seriyor. Bir ülke olarak Almanya’nın üretkenliğine karşın futbolunun kısır kalmasından, göçmen ailelerin çocuklarının milli takımın önemli bir parçası haline gelmesine; Bayernli ve Dortmundlu oyuncuların çekişmelerinden, merkez santraforsuz oynanarak gelen başarılara kadar yirmi yıllık süreçteki neredeyse tüm inişler ve çıkışlar bu kitapta kendine yer buluyor. Honigstein gözlemlerinin yanı sıra yaptığı röportajlarla da bu başarının ardında ne yattığını ortaya çıkarıp bizi Gary Lineker’in sözünü hatırlamaya davet ediyor: “Futbol basit bir oyundur; 22 adam 90 dakika boyunca bir topun peşinde koşar ve nihayetinde her zaman Almanlar kazanır.”
10. Ölüm Terbiyesi — Zeynep Sayın
Baş/sız ve başkan/sız, hüküm/süz ve hükümran/sız bir sarsılmaya teslim olanların, başsızların bir araya geldiğinde oluşturduğu bir cemaat mitosu. Yolda Buda ile karşılaşırsan, Buda’yı öldür diyen öğreti gibi, hiçbir tanrıya, hiçbir öndere, hiçbir akla, hiçbir puta tapmayan, bu dünyayı bir yukarıdakine, bir ötesine teslim ederek varoluşu içinde değersiz kılmayan bir mitos…
Kıyametin kopması aslında insanlığın doğrulmasına, uyur iken uyanmasına, uyur iken uyarılmasına, isyan etmesine bağlıdır. İsyan eden, bu dünyayı ve ahireti temellük ve temsil etmeyi bırakacak, tığ-ı teber şah-ı merdan olacaktır. Hiçbir kusur, mülkiyetçilik kadar kötü değildir ve bu mülke, en başta kişinin kendi başı ve kimliği dahildir.
11. Alavara —Can Yücel
Bana Bir Varmış… de!
Bir Varmış Bir Yokmuş… deme! İçime dokunuyor…
12. Sürgün Ruhlar —Levent Yanlık
“Tuhaf bir cazibesi vardır bu şehrin. Uyuşturucu gibidir, bağımlılık yapar. Çok şehirler gördüm ama rüyalarıma giren sadece odur.
Belki de şehrin üzerinde asılı duran kesif esrar dumanının eseridir bu.
Amsterdam, hem Amsterdam’dır hem de çok daha fazlasıdır; birazcık Paris, hallice bir Heidelberg, şurasından bakınca tıpatıp Brugge, hatta Fas; İstanbul, Güney Amerika’dır ve aynı zamanda değildir.”
İri kıyım Mike, fahişe Julia, uyuşturucu kaçakçısı Selahattin, kötülüğü severek yapan Emil, adı bile tuhaf Sanayi, Sanyok, Vanyok, Danil üçlüsü ve Tanya…
Her nedense, dilini bilmedikleri bir yabancıya dert anlatır gibi yaşadıkları kaçak göçek hayattan söz eden bu karakterler, Levent Yanlık’ın ustalıklı anlatımıyla ete kemiğe bürünerek bir araya geliyor. İnsan zihninin derinliklerine farklı bir pencereden bakan Sürgün Ruhlar, iyilikle kötülüğün arasındaki hüznü ve neşeyi, kederi ve sevinci yansıtıyor.
13. Gözlemci Olarak Buradayız —Emirhan Burak Aydın
Onlar sustukça okyanusun derinliklerinde yaşayan devasa bir canavarın karnı şişiyor. Denizanaları taş üstünde, sıcak güneşin altında. Sahile kurulmuş antik bir kent. Orada da insanlar yaşıyor, balık tutuyorlardı. Artık yoklar. Yusuf. Derin. Hamza. İlayda. Bu isimlerin hepsi unutulacak. Tarih budur işte, unutulanları öğüterek kendini devam ettiren bir canavar.
Kainattaki her şeyi görebilen fakat hiçbir şeye müdahale edemeyen bir gözlemci…
Nehrin akışını değiştiremeyen bir grup genç…
Bir yere varamayan ilişkiler, geleceğe dair imkânsız beklentiler, filme çekilmeyi bekleyen bir cinayet, çaresizlik, buhranlar, ihtiharlar… Emirhan Burak Aydın bu ilk romanında okuyucuyu, sonunda ışık olmayan bir tünele sokuyor.
14. Ekim 1917 —Patrick Rotman, Benoit Blary
Patrick Rotman, “dünyayı sarsan” günlerin öyküsünü anlatmaya bu cümleyle başlıyor.
Benoît Blary’nin resimlediği bu çizgi tarihçe-roman 1917’de Petrograd’da yaşananları yeniden canlandırıyor. Kendiliğinden gelişen eylemler, ateşli söylevler, duraksamalar, devrimci liderlerin farklı tercihleri, sıradan askerlerin ve işçilerin olaylar karşısındaki tavırları Blary’nin çizimlerinde hayat buluyor.
Şubat 1917’de azınlıkta olan Bolşevik Parti, Çarlık boyunduruğundan yeni kurtulmuş Rusya’da, o uçsuz bucaksız ülkede iktidarı ele geçirmeyi nasıl başardı? Lenin ve Troçki birkaç haftada bütün devrimci hareketi peşlerine takıp sürüklemeyi nasıl becerdiler?
Ekim Devriminin 100. yılında, 20. yüzyıla damgasını vurmuş, ama gündelik akışı içinde yeterince bilinmeyen bu büyük tarihsel olay kronolojik seyriyle roman tadında aktarılıyor.
15. Uzaktan Yakından —Claude Lévi-Strauss
Yazar Didier Eribon’un 1980’lerde Lévi-Strauss ile iki yıl boyunca belirli aralıklarla bir araya gelerek sürdürdüğü diyaloğun ürünü bu kitap. Önce Lévi-Strauss’un hayatı ve tanık oldukları hakkında konuşuyorlar: Brezilya’da Yerli kabileleri arasında yaptığı saha araştırması, İkinci Dünya Savaşı başında askere alınması, Soykırım’dan kurtulması, Fransız gerçeküstücülerle Amerika’da kurduğu yakın ilişkiler ve yapısalcılığın kuruluşu. Ardından, birkaç kuşağı derinden etkilemiş bu büyük düşünürün kitapları ve düşünceleri geliyor. En temel önkabullerimizi dahi tartışmaya açan bir eleştirel düşüncenin yanı sıra, 20. yüzyılın zanaatkâr entelektüellerinin dünyasına açılan bir kapı gibi bu söyleşiler. Felsefe, sosyal bilimler ve düşünce tarihiyle ilgilenen okurlarımızın zevkle okuyacağına inanıyoruz.
16. Değiştirilmiş Karbon —Richard K. Morgan
21. yüzyıl bilimkurgu edebiyatının en önemli eserlerinden biri olan Değiştirilmiş Karbon’dan uyarlanan ve Netflix’in yayımlayacağı distopik dizi Altered Carbon, 2018’in en çok seyredilecek projelerinden biri olmaya aday!
25. yüzyıl. İnsanlık BM’nin gözetimi altında tüm galakside hüküm sürmekte. Irk, inanç ve sınıf farklılıklarının hâlâ devam ettiği bu dönemde teknolojideki yükseliş hayatı âdeta baştan tanımladı. Bir insanın bilinci depolanarak yeni bir bedene (ya da “kılıf”a) kolayca indirilebilir hale geldi ve ölüm olgusu, ekrandaki bir bip sesine indirgendi.
Eski bir asker ve BM elçisi olan Takeshi Kovacs daha önce de öldürülmesine rağmen son ölümü bilhassa acı vericiydi. Evinden 180 ışık yılı uzakta, eski adıyla San Francisco, yeni adıyla Bay City’de yeni bir bedende uyanan Kovacs kendini, “varoluş”u alınıp satılır şeyler olarak gören bir topluma göre bile karanlık ve büyük ölçekli bir komplonun tam merkezinde buldu. Dünyanın en güçlü insanlarından biri olan Laurens Bancroft bir ölümün sırrını açığa çıkarmak için Kovacs’ı tutmuştu: Kendi ölümünün.
Blade Runner ve Neuromancer gibi eserlerin izinden giden siberpunk türündeki Değiştirilmiş Karbon, son zamanların en dikkat çeken bilimkurgu-distopya romanlarından biri.
17. Karikatürler 1992-1996 —Cem Yılmaz
Cem Yılmaz’ın imzalı kariatürleri…
18. Yıkılış ve Kuruluş —Murat Bardakçı
Bir tarihî metin yayını olan bu kitapta Osmanlı İmparatorluğu’nun yıkılışı ve Cumhuriyet’in doğuşu ile ilgili belgeler yeralmaktadır.
Bu belgeler arasında Birinci Dünya Savaşı öncesinde Almanya ile imzaladığımız gizli andlaşmalar, dünya savaşına giriş kararımız, cihad-ı mukaddes fetvaları, Mondros Mütarekesi, Sevr Andlaşması, Mustafa Kemal Paşa’nın Samsun’a gidiş evrakı, İstanbul ile İzmir’in işgal notaları, yine Mustafa Kemal Paşa’nın “Ordular! İlk hedefiniz Akdeniz’dir. İleri!” emri, Misak-ı Millî, ilk Teşkilât-ı Esasiye Kanunu, Lozan Andlaşması ve Cumhuriyet’in ilân belgesi ile daha birçok önemli evrakın orijinallerinin görüntüleri bulunmakta ve çoğu şimdiye kadar arşivlerde kapalı kalmış olan bu belgelerin bazıları ilk defa yayınlanmaktadır.
19. Osmanlı Ekonomisinde Bağımlılık ve Büyüme —Şevket Pamuk
Osmanlı tarihinde 19. yüzyıl dünya ekonomisiyle bütünleşme açısından ayrı bir önem taşır. Ticaret ve yabancı sermaye yatırımları 1820’lerden itibaren Osmanlı ekonomisini Avrupa kapitalizminin etki alanına çekmiştir. Türkiye Cumhuriyeti’nin devralacağı iktisadi yapılar bu dönemde ortaya çıkmıştır. Osmanlı-Türkiye iktisat tarihçiliğinin önde gelen isimlerinden Prof. Dr. Şevket Pamuk, bu çalışmasında, 19. yüzyılda Osmanlı ekonomisinin dünya kapitalizmiyle ilişkilerini ve bu ilişkilerin üretim alanındaki sonuçlarını ele alıyor. Köklü iktisadi dönüşümleri nicel yöntemlere geniş yer ayıran bir çerçevede inceleyen Pamuk, dışa açılış sürecine egemen olan eğilimlerin, artan bağımlılık ile birlikte durgunluk değil, yapısal dönüşümler ve iktisadi büyüme olduğunu vurguluyor. Osmanlı Ekonomisinde Bağımlılık ve Büyüme, 1820-1913, 1984’teki ilk basımının ardından, 1987’de de Cambridge University Press tarafından yayımlanmış (The Ottoman Empire and European Capitalism, 1820-1913) ve Osmanlı iktisat tarihi alanında önemli bir tartışma başlatmıştı.
20. Dünyada ve Türkiye’de Barış Süreçleri
15 Ekim 2016’da İstanbul’da Friedrich-Ebert Stiftung (FES) Türkiye Temsilciliği, Türkiye Ekonomik ve Sosyal Etüdler Vakfı (TESEV) ve Sabancı Üniversitesi tarafından düzenlenen “Barış Süreçlerini Canlandırmak: Kolombiya, Filipinler, Endonezya” adlı konferansta, bu ülkelerin barış süreçleri içinde olmuş, müzakerelere katılmış kişiler bir araya gelerek yaşadıkları deneyleri dile getirdi. İşte Prof. Dr. Ayşe Betül Çelik’in derlediği bu kitap, böyle bir çalışmanın ürünü olarak ortaya çıktı. Aslında bu çalışma, bir anlamda ülkemizde 29 Temmuz 2009’da dönemin İçişleri Bakanı Beşir Atalay’ın açıkladığı ve buna bağlı olarak görüşmelerin başladığı Kürt Açılımı’nın yerini tekrar çatışmaya bıraktığı 2015’e kadar yaşanan bir dönemden sonra biçimlenerek, başka ülkelerin de inişli çıkışlı seyreden deneyimlerinden esinlendi. Kitapta barış süreçlerinin nasıl geliştiği, çatışma yaratan sorunların ne olduğu ve bunları bilerek barışa giden değişik yolların nasıl geliştiği incelenirken, farklı diyalog yollarını geliştirmenin de önemine değinilmektedir. Yazar ve konuşmacılar barışın en temel özelliğinin “öteki” ile yeni bir ilişki kurma biçimi geliştirmek olduğunu örneklerle açıklarken, varılacak en temel sonucun da tarafların kullanmakta oldukları “eski dil”i terkedip, “yeni” ve “ortak” bir dilde birleşmek olduğu da önemle vurguladı. Konferans bu anlamda üç önemli soruya cevap arıyordu: Bir barış sürecinin kapsayıcılığı nasıl genişletilebilir? Bu süreci bozan ve şiddeti araç haline getiren aktörlere karşı ne yapılabilir? Açmazları aşmada hangi yeni yaklaşımlar üretilebilir? Kitabın son bölümünde ise Türkiye’deki barış sürecini tartışan üç milletvekilinin, AK Parti Diyarbakır milletvekili Galip Ensarioğlu, CHP İstanbul milletvekili Sezgin Tanrıkulu ile HDP Mardin milletvekili Mithat Sancar’ın görüşleri yer alıyor. Gerçekten barış süreci, bu kitapta da göreceğiniz gibi tüm dünyada uzun ve zahmetli bir yolda yürümeyi göze almaktır. Kuzey İrlandalı barış görüşmecisi Jonathan Powel’ın dediği gibi; “barış süreci bisiklet sürmeye benzer, yerimizde saysak bile her şeye rağmen pedalı çevirmeye devam edelim.”