Röportaj: Hakan Özbek
Twitter: @gormoti
Tatil planlayanların aklına gelen ilk yerlerdendir Ege kıyıları. Genellikle bu planlar bu yaka için yapılsa da, karşı yakada neler olduğu da sıkça merak edilenler arasında… Nazlı Gürkaş, Zeytin Ağacının Gölgesinde Yunanistan kitabında karşı yakayı anlatıyor. Bu kitabı salt bir seyahat kitabı olarak düşünmemek gerekiyor, çünkü Nazlı Gürkaş bizi anılarına, hissettiklerine de ortak ediyor. Henüz tatile çıkmadıysanız bu kitaba bir göz atın. Kendinizi o yolları adımlarken bulacaksınız.
Sözü uzatmadan sizleri “Zeytin Ağacının Gölgesinde Yunanistan” kitabının yazarı Nazlı Gürkaş ile baş başa bırakıyorum…
Öncelikle okurların sizi daha yakından tanıyabilmesi için bize kendinizden bahsedebilir misiniz? Kimdir Nazlı Gürkaş?
1988 yılında mutlu insanlar şehri Kırklareli’de doğdum. Uludağ Üniversitesi’nde İngilizce Öğretmenliği bölümünü bitirdikten sonra yüksek lisansımı Barselona’da gazetecilik ve iletişimde araştırma üzerine yaptım. İtalya, Yunanistan ve İspanya’da yaşadım. 2013 yılında Türkiye’ye döndükten sonra Kalem Ajans’ta edebiyat ajanı olarak çalışmaya başladım. Bu, edebiyat ve seyahat tutkularımı birleştirebildiğim bir meslek olduğu için şanslı hissediyorum. Son beş yıldır iyi kitaplar keşfetmenin peşinde dünyanın çeşitli köşelerine seyahat ediyorum.
Bir yandan Kalem Ajans ile yaptığınız çalışmalar, diğer yandan seyahatler, bir de bu kitap… Oldukça yoğun bir temponuz var sanırım?
Evet, Kalem Ajans’ta yabancı romanların telif haklarından sorumluyum. Güzel kitaplar keşfedebilmek için başka bir tutkumu hayata geçirip seyahat ediyorum. Yoğun bir tempo bu ama şikâyetçi değilim kesinlikle. Kitap yazmak, bunların dışında bir noktada; sevdiğim şeyleri paylaşabilmek için yazmak bir nevi meditasyon gibi.
Pek çok yere seyahat eden birisiniz. Peki seyahat konusunda bir kitap yazma fikri nasıl ortaya çıktı? Kitabınızda yer alıyor bu sorunun cevabı ancak bir de biz soralım istedik; Yunanistan üzerine yazmaya nasıl karar verdiniz?
Yunanistan’a orayı yazmak gibi bir düşünceyle gitmedim. Yaşadığım muhteşem deneyimler, hayatıma kattığım güzel insanlar getirdi bunu bana. Orada bir yıl yaşayıp öğretmenlik yaptıktan, öğrencilerimin evlerine konuk olup ailelerle nice yemekler yedikten yıllar sonra İstanbul’a döndüm. Tam zamanlı bir çalışma hayatı bile beni çok sevdiğim ülkemden koparamadı. Her fırsatta kendimi çok sevdiğim mavi ülkenin başka bir köşesinde buldum ve anılar birikmeye devam etti, Zeytin Ağacının Gölgesinde Yunanistan kendini böylece yazdırmaya başladı.
Kitabınız temelde Yunanistan’da yaptığınız seyahatleri anlatsa da, bu kitabı bir salt bir seyahat kitabı olarak değerlendirmek doğru olmaz gibi geliyor. Kentlere dair kısa bilgiler var, buralardaki ziyaretleriniz var, bir de size hissettikleri var… Anlatımınız anlattıklarınızı daha özel bir hale getiriyor. İlk aşamadan itibaren aklınızda böyle bir dil kullanmak var mıydı?
Evet, ilk aşamadan beri böyle bir dil kullanmak vardı aklımda, çünkü kitap kendisini yazdırdı. Seyahatlerimle ilgili bilgileri mekânların bana hissettirdikleriyle harmanlamaya çalıştım. Çünkü bir mekânı orada tanıştığımız kişilerle yaşadıklarımızdan, onların bize hissettirdiklerinden ayrı tutamayız. Bu samimi dilin kaynağı da bu.
Kitabınızda anlattığınıza göre seyahatlerinizde günü gününe notlarınızı alıyorsunuz. Bu daha fazla detaya yer verebilmenizi sağlıyor sanırım. Peki bunları bir kurguya/plana oturtma süreci de günlük notlarınıza dahil miydi?
Bugüne kadar tüm seyahatlerimde yanımda taşıdığım bir defter oldu. Deniz tuzu ve yemek lekeleriyle harmanlanan sayfalarına en güzel anlarımı aktardım hep. Ancak yaşanan her şeyi bir kitap düzenine oturtmak bu notları düzenlemekten çok daha fazla emek istiyor. Mekânlarla ilgili araştırmaların derinleşmesi gerekiyor. İnsan bazen bu araştırmalar sayesinde gittiği bir şehri, köyü döndüğü zaman daha iyi anladığını bile hissedebiliyor.
Zeytin Ağacının Gölgesinde Yunanistan’da pek çok yaşanmışlığa da yer verdiniz. Peki kitabınızda yer vermek isteyip sonradan çıkardığınız bölümler oldu mu? Bir de varsa bunlardan birini bizimle paylaşabilir misiniz?
Elbette, olmaz mı! Özellikle Selanik’te yaşadığım dönemle ilgili çok fazla anım vardı, ancak kitabın hacmi nedeniyle onları çıkartmak zorunda kaldık. Bunlardan en önemlileri kampüs hayatıma ait. Şehrin 10 km kadar uzağında bir orman içine kurulu bir kampüste öğretmenlik yaptım. Burada öğrencilerimle birlikte marul da ektik, halk dansları da öğrendik, yemek de yaptık. Oradaki deneyimlerime daha çok yer verebilmeyi isterdim.
Her bölümün başında alıntılar yer alıyor. Ben bunları hem bölüme başlarken, hem de bitirdikten sonra okumayı tercih ettim. Böylece bu alıntılar daha anlamlı hale geldi benim için. Alıntıları bölümlere koyarken, kriteriniz neydi?
Alıntılar her bölümün ruhunu yansıtıyor. Alıntı “Yunanistan’da insanın başına harikulade şeyler gelir” diyorsa o bölümde harikulade bir maceranın sinyallerini alıyoruz. Kazancakis “Hiçbir şeyden korkmuyorum, özgürüm!” diyorsa onunla birlikte özgürleşiyoruz, o bölümde yaşadıklarımızın da etkisiyle.
Bir de her bölüm için seçtiğiniz şarkılar var. Bu müzikler eşliğinde okumak kitabı daha keyifli hale getiriyor, insan kendini tam anlamıyla kaptırıyor. Seçtiğiniz müziklerde kriteriniz ne oldu ve bu seçimleri yaparken orada edindiğiniz dostlarınızdan öneriler aldınız mı?
Öncelikle her bölümün başına o şehirde/adada doğmuş ya da yaşamış bir müzisyenden bir şarkı seçmeye çalıştım. Bu mümkün olmadığında da şarkıları gözlerimi kapatıp bana o mekânın duygusunu geçirenlerden seçtim.
Kitabınızda Türkiye ile Yunanistan ilişkilerine ya da iki ülke arasındaki gerilime hem siz hem de Alex Amca gibi farklı kişilerin yorumlarını görüyoruz. Siz oradaki dostlarınızla bu konu üstüne daha fazla konuşma fırsatı bulmuş olmalısınız. Bu noktada iki ülkeden insanların da fikirlerini dinleme fırsatı bulmuş biri olarak bir değerlendirme yapmanızı istesek?
Türkiye-Yunanistan ilişkileri üzerine politik birçok kitap yazılmış bugüne dek. Benim iddiam bu konuda bir fark yaratmak, sadece insani ilişkilerden bahsedip politikaya olabildiğince girmemek. Ancak elbette bunun bir insani noktası da var. Birbirimize sarılıp eski topraklarımıza dair özlemlerimizi paylaşmaya başladığımızda geriye ne politika kalıyor ne de başka bir şey. O zaman sadece burnumuzu sızlatan hasreti konuşuyoruz arka planda çalan şarkılar eşliğinde… Çok klasik bir söylem var: Sorunlar devletler arasında, halklar arasında bir şey yok. Bu gerçekten böyle; halklar arasında hiçbir sorun yok. Biz kendi aramızda en fazla baklava senin kahve benim kavgasını yapıyor, sonra da gülüp geçiyoruz.
Bir yandan seyahatleriniz devam ediyor. “Seyahat Sanatı” kullanıcı adının hakkını veriyorsunuz. O seyahatlerin hiçbiri sanattan kopuk faaliyetler olmuyor sanırım. Yakın zamanda nerelere seyahat ettiniz?
Seyahat sanatı benim için, klasik tatil anlayışının dışına çıkabildiğim her türlü seyahat. En son Likya Yolu’nun ikinci etabını yürüdük yol arkadaşım Berk’le birlikte. Geçen yıl Ovacık’tan başlayıp Kalkan’a kadar varmıştık. Bu yıl bir etap daha yürüdük. Birçok yurtdışı seyahatim de dahil, bu kadar doyurucu bir deneyim hatırlayamıyorum. Köylerden geçerken matarama doldurulan buz gibi kaynak sularını, birkaç dakika içerisinde hazırlanan menemenlerin tadını unutamıyorum.
Edebiyatla hep içli dışlısınız. Kalem Ajans’taki çalışmalarınız, seyahatlerinizde kitaplarınızdan hiç kopmamanız, kütüphanelerden vazgeçemeyişiniz… Edebiyat konusunda bu sıralar neler yapıyorsunuz, bir çalışmanız var mı?
Her seyahatimin öncesinde mutlaka o şehirde / ülkede yaşamış bir yazar bulup onun eserlerini okuyorum. O mekânları onun ışığında gezmeye, görmeye çalışıyorum. Bu şekilde seyahatiniz tamamen farklı bir perspektife bürünüyor. Kardamili’yi Patrick Leigh Fermor okuyarak gezmek lazım, Girit en iyi Kazancakis eşliğinde hissedilebilir. Skiathos’a Papadiamantis okumadan gitmek olmaz.
Sizden yeni bir seyahat kitabı okuma fırsatımız olacak mı? Eğer olacaksa bu kez rota neresi?
Evet, Zeytin Ağacının Gölgesinde Yunanistan, “Akdeniz Üçlemesi”nin ilk kitabı; Akdeniz hayatı maceralarım İspanya ve İtalya ile devam edecek.
Son olarak okurlarınıza söylemek istediğiniz bir şeyler var mı?
Yaşadığımız stres dolu hayatı biraz geride bırakabilmenin tek yolu kendini Akdeniz ritmine bırakmak. Yaseminler tütüyor; haydi yollara düşelim!