Yine haftalık kitap önerilerimizle karşınızdayız. Bir yerlere sıkışmış hayatlarımızdan uzaklaşabilmenin en iyi yolu okumaya daha fazla vakit ayırmaktan geçiyor. Eğer okuma uğraşımızı bir bir fikir paylaşma olarak değerlendirir ve okuduğumuz şeyleri eleştirebilecek noktaya gelirsek daha güçlü bir toplu olacağımızı düşünüyoruz.
Biz bu listede rakamları sadece bir noktalama olarak kullanıyoruz. Yani tüm kitaplar ilk sırada…
Sözü çok uzatmadan sizi 21 kitaptan oluşan kitap önerisi listemizle baş başa bırakıyoruz.
1. Woodstock (Abbie Hoffman / Sub Yayınları)
Ah, evet. Nerden başlamak lazım Abbie’yi anlatmak için? Dur önce pikaba The Seeds koyalım, “Trip Maker”ı. Evet, başlayalım, Hippilerden. Hatta azcık daha geri salalım. ’65’ler, Vietnam karşıtı gösteriler Amerika’da üniversite kampüslerinde hızla yayılıyor. Celp kâğıtları yakılıyor. Siyahlar birkaç yıldır başlattıkları hak arayışında Malcolm X’in de boy göstermesiyle vitesi ikiye takmış. Ülkenin dört bir tarafında yürüyorlar, saldırıya uğruyor, dövülüyorlar. Dylan ortalığı kasıp kavuruyor. Hendrix ortamlarda yeni boy göstermeye başlamış, yardırıyor. Jefferson Airplane, Grateful Dead ve nicesi psikedelik müzikle tripler dünyasının kapılarını ardına dek açmış. Yıl 1966; İngiltere’de 1647’de ortaya çıkan, anarşizmin öncüllerinden sayılan Digger hareketinden feyz alan özel mülkiyet ve sistem karşıtı gerilla tiyatrosu topluluğu Diggers, San Francisco’da hayvan maskeleriyle trafikte arabaların arasına dalıyor. Marketlerden çalıntı ya da kullanım tarihinin sonuna gelmiş konserveler, yiyecekler, pazarlardan beleşe alınan sebzeler, vb. kullanarak insanlara yemek çıkartıyorlar (digger yemeği). Çakma dolar banknotları basıp üzerlerine çeşit çeşit resimler boyuyor, sokakta millete beleşe cigaralık dağıtıyorlar. Merkez belledikleri Haight Ashbury mahallesi psikedelik dükkanları, sebil gibi dağıtılan asitler, beleşe verilen konserleriyle ülkenin dört bir yanından gelen Hippilerin buluşma merkezine dönüşmüş. Pikaba Fire & Ice, Ltd. koyuyorum, “Summertime”. 1967’nin Aşkın Yazı olması için her şey hazır.
2. Bir Richard Brautigan Kitabı-Toz Amerikalı Toz (Kolektif / Sub Yayınları)
Ludwig Wittgenstein, “Ölüm, yaşamla ilgili bir hadise değil, ölüm yaşanmadı” der. Bununla birlikte, Kierkegaard ve diğerleri, ölüm ihtimali hayatın temel gerçeğidir ve bu gerçeğin bastırılması hayatın esas görevidir, fikrini coşkuyla savunurlar. Dahası, Ernest Becker’a göre, insanın kahramanlığı, mahlukat olmanın sınırını aşmak, ölümü “yaşam arttırıcı yanılsama” yoluyla inkar etmek için ortaya koyduğu imkansız çabalarında yatmaktadır. Bu tür yanılsamalar arasına, Wittgenstein’ın ifadeleri ve Richard Brautigan’ın kurgusu konulabilir.
Richard Brautigan 1984 yılında Kaliforniya’daki evinde öldü; Hemingway ve Kurt Cobain gibi, mümkün olan en acı yöntemlerden biriyle, hayatına son verdi.
3. Queer Marksizme Doğru-Arzunun Şeyleşmesi (Kevin Floyd / Nota Bene Yayınları)
“Tekil bölümler olarak ele alındığında bu kitap, queer çalışmalarla yakından ilişkilendirilen bazı önemli savların Marksist eleştirilerini geliştirirken, bu bölümlerin temel hedefi, şeyleşme ve bütünlük diyalektiğine bir queer bakış açısı getirmektir ki, bu diyalektik üç ismin eserlerinde örneklenir: Bu diyalektiği tüm bir Marksist gelenek için merkezî kılan Lukács ile bu diyalektiği formüle ederken cinselliğe merkezi bir konum veren Herbert Marcuse ve Fredric Jameson… Şeyleşme ve bütünlük kategorileri nihayetinde birbirinden ayrı tutulamasa da, şeyleşmeyi topluma dair queer eleştirel bir bakış açısının imkânının koşulu olarak gören kitabın bölümlerinin dizilimi, şeyleşmeyi vurgulayan tartışmalardan bütünlüğü vurgulayan tartışmalara kayar.”
Arzunun Şeyleşmesi, nadiren yan yana anılmış iki eleştirel bakış açısını birlikte taşıyor: Marksist tartışmalar ve queer teori. Dahası, bu iki düşünsel hattı kâh koşut kâh karşıt konumlandırarak işlerken, bir yeni kuramsal ufka da işaret etmiş oluyor.
Kevin Floyd, yirminci yüzyılın başlarında toplumsal cinsiyetin cinsellikten ayrışmasını şeyleşme izleğinden okuyor ve bunu da, söz konusu ayrışmanın kapitalist tahakküm tarafından dayatılan daha geniş bir “toplumsal şeyleşme” dinamiğinin esaslı bir yönü olduğunu ileri sürmek adına kuramsallaştırmaya girişiyor. Kuramın açıklayıcı gücünü ve olası sınırlılıklarını bir arada görebilen doğurgan ve kışkırtıcı bir zemini inşa etmiş oluyor.
Peki, bu kitapta neler var?
Can alıcı yenilikleriyle Tarih ve Sınıf Bilinci’nin yazarı Lukács’ın Fredric Jameson tarafından okunmasının, Herbert Marcuse’nin ise buna cinsellik aşısını zerk etmesinin Michel Foucault ve Judith Butler’ın imdadıyla bir yeniden oku(n)ması… O arada Herbert Marcuse’nin “nesnel ve öznel arasındaki ilişki bağlamında anlaşılma”sı. Hegelci felsefî bir kategori olan “bütünlük”ten [Totalität] “fark(lı)laşma”ya ve farkın hem benzerliğine hem de indirgenemezliğine dair bir tartışma yürütülmesi. Erkekliğin edimsel normalleştirilmesinin, Butler’ın görece soyut ve biçimsel kullanımıyla değil, sermaye tarafından dolayımlanan toplumsal ve tarihsel belirlenimli bir görüngü olarak geliştirilmesi. Yine erkekliğin edimsel normalleştirilmesine dair tarihsel analizin devam ettirilerek, Fordizm’in karakteristiği olan ‘düzenleme’ biçiminin daha doğrudan ele alınışı. Bunun AIDS salgınına ilişkin vurucu bir hatıratla desteklenmesi. Öznelliğin şeyleşmiş bir biçimi olarak queer ve bunun bizatihi bir bumerang etkisiyle teorinin sınırlılıklarına ve belli kavramların kırılganlığına işaret etmesi… Ve ötesi.
Floyd, bu özgün ve dopdolu eserinde “sermayenin, toplumu heteroseksüel ve eşcinsel öznellik biçimlerine farklılaştırmasının, bu farklılaşmanın toplumsal soyutlama niteliğinin ve bu farklılaşma biçiminin güdümlediği epistemolojik yetkinliğin” açımlanmasını icra eder. İddiası da şudur: “Sermayenin eşzamanlı birliği ve içsel farklılaşmasının, yani uzlaşmanın eleştirel bir hesabını vermekte kullanılan araçlar sağlayan şeyleşme ve bütünlük kategorilerinin bir araya getiriliş diyalektiği, sermayenin geniş toplumsal süreci dâhilinde cinsel normalleştirmenin olduğu kadar, varsaydığı queer eleştiri ve praksis tarihini konumlandırmak için de araçlar sağlar.”
4. Edebiyatta Eleştirinin Özeleştirisi (Ayşegül Tözeren / Manos)
Eleştirinin özeleştirisi olur mu? Elbette olur, çünkü eleştirinin öz’üne doğru yapılacak yolculuktur söz konusu olan.
Dergilerde, gazetelerde eleştiri ve edebiyat yazıları yayımlanan, bu yazılarla edebiyat dünyasında ses getiren tartışmaları konu edinen Ayşegül Tözeren’in ilk kitabı ‘’Edebiyatta ‘Eleştirinin Eleştirisi’’ adıyla Manos Kitap’tan çıktı.
Tözeren, edebiyatta eleştirel bir kaynak oluşturacak kitabında daha önce gidilmemiş yönlere gidiyor, keşfedilmemiş olan detayları keşfediyor, eleştiride öz’e inerek bizlere daha önce fark edemediğimiz birçok detayı sunuyor.
Üstelik sadece edebiyat üzerinden yapmıyor bunu. Yelpazesini geniş tutarak sosyo kültürel ve siyasi açılımları da eğilerek televizyon çağından başlayıp F tipi öykülere, müebbet edebiyattan edebiyatta TOKİ’leşmeye, kitch romanlardan Orjinin bittiği yere yepyeni keşifler vaat ediyor.
Eleştiri yaparken dahi, “bir ihtimal daha var!” diyerek yola çıkan Ayşegül Tözeren klişe olarak nitelenen tüm eleştiri unsurlarını yeni, taptaze bir bakış açısıyla ele alıyor. Sürekli olarak yaptığımız eleştiriler dahi günü geldiğinde klişe olabiliyor, öyle değil mi?
Klişelere saplanıp kalmamak adına eleştirinin öz’üne inmeye, eleştiriyi eleştirmeye ne dersiniz?
5. Sığınmacı Çocuk (Benjamin Zephaniah / Kor Kitap)
Her gün sokaklarda patlayan bombalar, bitmek bilmeyen savaşlar, açlık ve dağılıp giden yuvalar… Hiç ayrılmayacağımızı sandığımız evlerimizden, komşularımızdan koparılmayacağımızın bir garantisini bulamıyoruz. Kapitalizm çarkının hızla döndüğü bu dünyada birer kurban olabiliyoruz ve tüm bunları belirleyen de siyasetçilerin dudakları arasında patlayan kelimeler oluveriyor. Sığamıyoruz kendi ülkemize ve sığınmak zorunda bırakılıyoruz dilini bilmediğimiz, kültürüne yabancı olduğumuz topraklara. Bi’ umut besliyoruz; gittiğimiz yerde insanca yaşamanın umudunu… O topraklar da kabul etmiyor bizi, adımız “mülteci” ye çıkıyor. Hâlbuki insan kisvesinden başka yükümüz var mı omuzlarımızda?
Bir çığlık yeter mi sesimizi duyurmaya?
Bir çığlık bin çığlık olur da insanca yaşamı sunar mı bizlere?
Alem, 14 yaşında Afrikalı bir çocuk. Çekirdek ailesiyle birlikte Etiyopya’da yaşamını sürdürüyordu. Ta ki bir savaş patlak verene kadar. Bir anda her şey altüst olmuş ve Alem hiç istemediği bir yaşamın içine sürüklendirilmişti. Ülkesinde, doğup büyüdüğü topraklarda yaşayamazdı. Peki gittiği yerde… Oraya sığabilecek miydi? Yazar Benjamin Zephaniah, Sığınmacı Çocuk adlı kitabında savaş mağduru bir çocuğun ve ailesinin başına gelenleri, onların en derinde hissettikleriyle birlikte okurlarına sunuyor. Alem, dünyadaki milyonlarca mülteci çocuktan sadece biri. Gücü yetecek mi bu düzende bir yırtık açabilmeye? Kendi ve kendi gibi olan tüm çocuklar için…
6. En Güzel Şarkı (Ercüment Akdeniz / Kor Kitap)
Suriyeli mültecilerin yaşadıklarını her fırsatta dile getiren ve seslerine ses olmaya devam eden gazeteci, yazar Ercüment Akdeniz, Mülteci İşçiler ve Sığınamayanlar adlı iki kitabının ardından bu kez bir göç romanıyla karşımızda. En Güzel Şarkı her gün yanımızdan geçen ve görmezden gelinen kâğıt toplayıcılarıyla, metrobüste mendil satan çocuklarla, izbe atölyelerde ter döken işçilerle, savaşın yükünü bir başına omuzlayan kadınlarla buluşturacak sizleri.
Halep’te güneş bir başka doğar, bir başka ısıtırdı insanın içini… Süt beyazı şehrin ağaçlarında çiçekler açar, damlarının üstü asma yapraklarıyla kaplanırdı. Çocuklar sokaklarında kuşların dansından rol çalar, cıvıl cıvıl oynarlardı. Refik, Halid, Kerime ve diğerleri… Kimse bilemezdi… Bir gün doğup büyüdükleri bu topraklarda yaşayamaz hale geleceklerini kimse bilemezdi… Uzaklardan, çok uzaklardan belli belirsiz bomba sesleri yükseliyor ama iç savaşın ayak seslerini kimse duymuyordu. Ta ki kendilerini Türkiye sınırında buluncaya dek… Sonrası: İç savaş insanlar, hayvanlar, ağaçlar kadar nauraları da vurdu. Su çarklarının gıcırtısı durdu, türküler sustu, söylenceler anlatılmaz oldu. Kaideler çarksız kaldı, çarklar milsiz. Su küstü, kemerlerin dili damağına yapıştı. Börtü böcekler uçtu, son kuşlar kaçtı. Sınırın öte tarafında hiç bilmedikleri topraklar, hiç tanımadıkları yüzler, atölyeler, fabrikalar, atık kâğıt dolu sokaklar… Ya bu sokaklarda kaybolup gideceklerdi ya da mutlu bir hayat filizlenecekti kavgalarının ufuklarından…
“Başka bir şey istemem! Çocuklarımla çadırda da yaşarım. Yeter ki savaş bitsin!
7. Doğduğum Şehir-İstanbul 1926-1946 (Mario Vitti / İstos Yayınları)
1926 yılında doğduğu İstanbul’da hayatının ilk yirmi yılını geçiren, üniversite eğitimi için gittiği Roma’dan bir daha şehrine dönmeyen Mario Vitti, içinden Beyoğlu, Tomtom Sokak, Levanten yaşamları, sıradan Rum aileleri, İstiklal Caddesi, Eminönü, Hatice Sultan, aydınlanmanın münevverleri, mazideki Osmanlı ve yeni kurulan Cumhuriyet, Adalarda hayat, Atatürk, Mussolini, Lebon Pastanesi, Hachette Kitabevi, İstanbul Borsası, ilk sesli filmler, şık ciltli kitaplar, edebiyat aşkı, sis, yağmur ve çokkültürlü dostluklar, çocukluk, ilkgençlik, İstanbul’un sisi, şehirde uzun yürüyüşler, yağmur ve büyüme sancıları geçen anılarıyla Türkçeye dönüyor. Yazar ve tarihçi kimliğiyle tanıdığımız Sula Bozis’in leziz çevirisiyle…
İtalyanın en tanınmış Çağdaş Yunan Edebiyatı uzmanlarından olan ve Selanik, Paris Sorbonne ve Lefkoşa Üniversitelerinden fahri doktora ödüllü Mario Vitti geniş ailesiyle yeni yüzyılın İstanbuluna yaptığı seyahatler esnası ve sonrasında kaleme aldığı anılarını tarihe bir not ve torunlarına aile kökenlerine dair bir rehber olması amacıyla kaleme almış olsa da, Türkiyeli okur için çok da bilmediği ve okuma/dinleme şansına erişemediği hayatların ve dönemin de belgesini sunuyor.
“Anılar ve duygulara dalınca insan gevezelikten kaçınamaz. … Eklemek istediğim tek şey, Doğduğum Şehir kitabı, benim de içine doğduğum, şekil ve inançlarımın içinde belirdiği İstanbul üzerine okuduğum en güzel ve duygulu metinlerden oluşuyor.”
8. Deve Boku Savaşları (İnci Gürbüzatik / Epsilon Yayınevi)
Görülüp bilindiği üzere, develerin hüküm sürdüğü, barıştan uzak coğrafyalarda savaşlar yüzyıllardır aynı canlılığıyla sürmektedir. Çünkü üreyip çoğaldıkları o kutsal, o sıcak ülke topraklarında henüz develerin nesli tehlike altında değildir. Silah üretimi sürünce, tüketmenin gereği malum olduğu üzere savaştır. Bu gerçeği bilen yukarımahallelilerle, aşağımahalleli çocuklar, cephanenin kapanın elinde kaldığı o sıcak ağustos günlerinde develeri gördüler mi, yeni düşmanlar yaratıp, savaşlarını kaldıkları yerden aynı heyecan, aynı hırsla sürdürür, deneyimlerini geleceğe aktarırlar. Kazananın olmadığı, olmayacağı, acıyla dolu, aptalca bir savaş için bahanenin deve boku kadar çok olduğunu bilirler.
Aşk?
Aşk zaten acı’dır, savaş’tır. Kazananın olmadığı, yaralılarla dolu bir savaş.
İnci Gürbüzatik Antakya’da doğdu. İlk-orta ve lise öğrenimini Ankara’da tamamladıktan sonra, Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi’ne girdi, Tiyatro Bölümü’nü bitirdi.TRT Ankara Radyosu’nda prodüktör olarak göreve başladı.1989 yılında TRT Ankara Televizyon Drama Programları Müdürlüğü’ne atandı. Çok sayıda senaryo ve kısa dramalar yazdı. Çeşitli programların yapım ve yayınını gerçekleştirdi. Ağustos 2002’de emekliye ayrıldı. Evli ve iki çocuk annesi.
9. Gözün Öyküsü (Georges Bataille / Sel Yayıncılık)
Georges Bataille’ın Lord Auch müstear adıyla 1928 yılında el altından yayınladığı Gözün Öyküsü, 20. yüzyıl edebiyat tarihinin en aykırı metinlerinden biridir. Sayısız değerlendirmeye konu olmuş, edebiyat eleştirisinden felsefeye, psikanalizden sinemaya farklı disiplinlerce ele alınmış bu metin, Battaile’ın estetik anlayışının dışavurumudur: Romaneskten ve psikolojik yorumlamadan arınmış kısa roman.
Çağrışımların büyüleyiciliğiyle ivme kazanan, provokatif hamleleriyle güçlenen ve sinemaya da uyarlanan bu erotika acının, şiddetin, ölümün ve cinselliğin kutsallığının iç içe geçtiği estetik, esrik ve “uygunsuz” bir başyapıt.
10. Petrol! (Upton Sinclair / Sel Yayıncılık)
Pulitzer ödüllü yazar Upton Sinclair’in ABD tarihinde yaşanan en büyük finans skandallarından biri olan Teapot-Dome Skandalı bağlamında Güney California’dan sunduğu bu küçük kesit “Amerikan yüzyılı”nın başlangıcına işaret ediyor.
Rüşvet, yolsuzluk, medya manipülasyonu ve usulsüzlükle beslenip büyüyen kapitalist çarkın barındırdığı çelişkiler tüm sertliğiyle hicvedilirken, bu çarkı döndüren arazi sahiplerinin, tarikat liderlerinin, petrol baronlarının, senatörlerin ve Hollywood yıldızlarının resmigeçidi okuru baş döndürücü ve provoke edici bir politik serüvene sürüklüyor.
2008 yılında Kan Dökülecek adıyla sinemaya uyarlanarak izleyicilerin beğenisini kazanan, petrol endüstrisinin temelleri atılırken kitlesel tüketim politikasının ve açgözlülüğün yaşamın merkezine oturmaya başladığı erken dönem Amerikası’nın ayrıntılı tasvirleriyle örülü Petrol!, fırsatlar çağının büyüleyici atmosferi ardında gizlenen yozlaşmayı, sınıfsal çelişkileri ve insanın ne denli canileşebileceğini gözler önüne seren bir roman.
11. Saflık (Jonathan Franzen / Sel Yayıncılık)
Çağdaş Amerikan edebiyatının en önemli temsilcilerinden ödüllü yazar Jonathan Franzen, Düzeltmeler ve Özgürlük’ün ardından bir kez daha “büyük roman” geleneğine bağlı kalarak modern bir klasik yaratıyor.
Bir anne ve kızın “tuhaf” ilişkisiyle başlayan olayların üzerindeki perde kalktıkça sınırları aşan ve yıllara uzanan girift bir ilişkiler sarmalı açığa çıkıyor. Tatminsiz bir aşk yoldan çıkmaya, bir sırrın ağırlığı kontrolü kaybetmeye, intikamın çürütücü hazzı ise yeni krizlere yol açarken doğru ve yanlış, iyi ve kötü, haklı ve haksız arasındaki çizgiler bulanıklaşıyor. Dünyadaki tüm dengelerin değiştiği, Doğu Almanya’nın ilkel fişleme yöntemlerinin yerini dijital casusluğa bıraktığı, yıkılan duvarların doyumsuzluk da dahil yeni sınırlar inşa ettiği uzun bir kesitte, değişmeyen nadir olgulardan birini; aile kurumunun çöküşünü de incelikle örüyor Franzen.
Başarılı olay örgüsü, derinlikli karakterleri ve sorgulatan bakış açısıyla Saflık uzun yıllar akıldan çıkmayacak, etkileyici bir roman.
12. Retrotopya (Zygmunt Bauman / Sel Yayıncılık)
Çağımızın en önemli sosyal bilimcilerinden Zygmunt Bauman, 2017 yılında yazdığı bu son kitabında, yaşamı boyunca ilgilendiği pek çok konuyu bir arada tartışıyor: eşitsizlik, toplumsal değişim, teknik ve teknoloji, iletişim çağı ve sosyal medya, parçalanma, geçmiş ve gelecek, ütopya ve distopya…
Dünyanın gidişatına dair kritik soruları, çağdaş toplumun koşullarını gerçekçi bir bakış açısıyla kabullenerek soran yazar, on yıllarca süren çalışmalarının getirdiği bilgelikle, kapitalizmin ve akışkan modernliğin bizi çelişkili bir şekilde vadesi dolmuş sanılan geçmişteki toplumsal formlara doğru çekip çekmediğinin cevabını Retrotopya’da arıyor. Sınırları giderek “geçirgen” hale gelen ulus-devletlerin işlevsizleşmesinin doğurduğu politik iktidarsızlığın, değişiminn sarsılmaz temposuyla birleşmesinin yarattığı “sosyal bozulma” ve “yaklaşmakta olan felaket” kaosundan çıkış yolu bulmaya çalışıyor ve geçmişle gelecek arasında sıkışmış olan dünyaya gözlerini kapatmadan önce, yaşadığımız çağın muhasebesini yapıyor.
Bizi kötümser olmaya zorlayan bu koşullardan çıkış arayanlara bıraktığı entelektüel mirasına umudu katmayı ihmal etmeden…
13. Okuma Sanatı (Damon Young / Maya Kitap)
Bizler, eşsiz birer okur olarak doğmayız, zamanla kelimelerden dünyalar yaratmayı öğreniriz. Peki, neden güzel yazmak yere göğe sığdırılamazken iyi bir okur olmak göz ardı edilir?
Okuma Sanatı kitabında filozof Damon Young, okumanın ne kadar keyifli bir uğraş olduğunu Virginia Woolf’un günlüklerinden Batman çizgi romanlarına kadar edebiyatın içinden birbirinden değerli örneklerle gözler önüne seriyor. Young, okumakla geçen bir hayat boyunca yaptığı hataları ve yaşadığı aydınlanma anlarını içten ve esprili bir dille anlatıyor.
Her bir bölümü sabır, merak, cesaret, gurur, erdem, adalet gibi edebi bir temaya adanan Okuma Sanatı, sayfalardaki şekilleri alıp bunları hayat boyu sürecek bir maceraya dönüştüren okurun gücünü takdir ediyor.
“Okumak üzerine birbirinden ilginç bilgilerle zenginleştirilmiş, merak ve cesaret temalı harika bir kitap.” —Hilary McPhee
“Şiir gibi bir üslup… Her sayfası, bizi iç dünyamıza doğru bir yolculuğa çıkaran bir kaside gibi. Kendimizi keşfimiz ve kişisel gelişimimiz üzerinde okumanın etkisi kesinlikle göz ardı edilemez. Okuma Sanatı, bana bir kitapsever olarak yalnız olmadığımı hatırlatıyor.” —Tara Moss
14. Kırmızı Bir Ölüm (Meriç Demiray / hep kitap)
Kahraman Odabaş kırk yaşında, hayata ve ilişkilere dair ümitlerini kaybetmiş, günübirlik yaşayan bir dizi oyuncusu. Sonu hüsranla sonuçlanan evliliğinden küçük bir oğlu olan Kahraman eskisi gibi rağbet görmemekte, yeni oyunculuk teklifleri alamamaktadır. Hoşlandığı bir kadınla geçirdiği gecenin sonunda kadının eski kocası aniden eve gelince çareyi balkondan atlayıp kaçmakta bulur. Yolda duran bir bisiklete biner ve pedallara bir kez asılınca artık kendini durduramaz. Çocukluğundan beri bisiklete binmemiş olan Kahraman başlarda zorlansa da, ilerledikçe arındığını hissederek hızlanır, hızlanır…
İstanbul’dan başlayan yolculuk Ege kıyıları boyunca devam ederken her durak ve bu duraklarda tanıştığı her insan Kahraman’a yepyeni deneyimler kazandırır ve onu kendisinin bile bilmediği geçmişine doğru götürür.
Kırmızı Bir Ölüm temposu, rengârenk insanlarıyla okuru soluk soluğa, maceralı bir yolculuğa davet ediyor.
15. Savaşın ve Şiddetin Sosyolojisi (Sinisa Malesevic / Hece Yayınları)
“Kuramsal sezgi ve tarihi icgorunun bir araya geldiği bu kitap savaşın sosyolojik literature yeniden donuşu icin atılmış onemli bir adımdır. Hem oğrenciler hem uzman bilim adamları Maleševic’in bizi biz yapan savaşla ilgili değerlendirmelerini takdir edecektir.” —Miguel A. Centeno, Princeton University
“Savaş ve şiddetle ilgili kuramsal literaturun kesin ve apacık bir incelemesi. Akıcı ve geniş kapsamlı bu kitap bilim adamları ve oğrenciler icin paha bicilemez bir rehber.” —John Hutchinson, London School of Economics and Political Science
“Bu kitap hem kilit entelektuel alanlardaki (sosyolojik teori, karşılaştırmalı terminoloji bağlamında savaş tarihi ve kilit toplumsal değişkenlerin incelenmesi) araştırmalara buyuk bir katkıda bulunuyor hem de ideolojik ve bürokratik gelişmelerle ilgili guclu bir algıya dayanan yenilikci bir başyapıt olma ozelliği taşıyor.” —John A. Hall, McGill University
“Maleševic, gecmiş ve gunumuz insan topluluklarında yaşanan savaşlarla ilgili başat tartışmaları yetkin bir bicimde, toplumsal orgutlenme ve ideoloji odaklı bir teoriyle, guclu ve kışkırtıcı bir şekilde ele almıştır.” —Michael Mann, University of California
16. İskencenin Tarihi (Brian Innes / Paris)
İtiraf alma amaçlı “sertlikle” kasıtlı “zulüm” arasında akıl almaz incelikte bir çizgi… İnsanlığını, vicdanını, ruhunu kaybeden işkenceciler; eklemleri etlerinden fırlayan, gözleri oyulup tırnakları çekilen, kendi kan gölünde boğulan mahkûmlar… Zihin işkenceleri, Demir Maske, Skeffington Prangası, Çivili Tabut, Bakirenin Öpücüğü, İspanyol Sandalyesi ve daha niceleri… Bu kitap size, içine doğmuş olduğunuz dünya düzenini sorgulattıracak. “Mowung, insanüstü iradesiyle yavaş ve temkinli kesim sürecinde sessizliğini korudu; önce yanakları, sonra göğüsleri, kollarının alt ve üst kasları, bacaklarının etleri ve bunun gibi pek çok yeri hayati noktaları zarar görmeyecek şekilde bedeninden sıyrıldı. Ağzını yalnızca bir kez açtı, hemen öldürülmek istediğini söyledi -bu arzusu kurbanına işkence etmekten vahşice zevk alan işkenceciler tarafından umursanmadı bile.”
17. Cezalandırmanın Tarihi (Lewis Lyons / Paris)
Cezalandırmanın mantığı nedir?
Hammurabi Kanunları’ndan günümüze; intikam, caydırma ve engelleme üzerine kurulu olan cezalandırma teknikleri toplumlar genelinde ne kadar başarılı olmuştur?
Kaç insanın hayatı sıklıkla değişen kanunlar ve işkence aletleri altında ezilmiştir?
Suç oranları yapılan kanunlar ve uygulanan cezalandırma yöntemleri ışığında yüzde kaç oranında düşmüştür? Sahiden düşmüş müdür?
“Cellat Pierrepoint: Devlet adına, ölümü -ölüm ne kadar adil veya haksız olursa olsun- en insani ve asil şekilde sağlama görevini yerine getirdim… Deneyimlerimin meyveleri ağzımda acı bir tat bıraktı, zira gerçekleştirdiğim yüzlerce infazın her birinin o ya da bu şekilde yeni cinayetleri önlemiş olduğuna inanmıyorum. İdam cezası, bana göre, intikamdan başka bir şey değildir.”
18. Lat (H. Demir / Karakarga)
H. Demir, bir portre çiziyor ilk kitabında.
Kırmızı, beyaz ve siyah renklerin kullanıldığı bir portre.
Gertrude Stein, saatlerce poz verir, portresini yapmak isteyen Picasso’ya… Portresi tamamlanınca da “Ama bu bana benzemiyor ki” sözleri dökülür dudaklarından, şaşkınlıkla… Picasso’nun yanıtı en az tablo kadar ünlüdür: “Bir gün siz ona benzeyeceksiniz.”
Toplumun yarattığı, yalnızlaşarak kendi içine gömülen bir insanın portresini çiziyor H. Demir. Kurtarıcının olmadığı, insanın kendini kurtarmaya çalışmak yerine bir “Kurtarıcı” beklemesiyle, içindeki kötülüğün iyiliği her zaman yendiği bir dünya.
Bu portreye benziyor muyuz, benzemiyor muyuz? Kitabı okuyarak verebiliriz bu sorunun yanıtını.” —Sunay Akın
19. Zilli Kurt (Fikri Perver / Indie)
Yaşar Kemal, romanlarındaki dili doğadan alan; insanın çaresizliğini, başkaldırısını ve hiç tükenmeyen umudunu sözcüklerle resmeden, Türkçeyi yücelten, büyüten yazardır. Bu kitaptaki her söz Yaşar Kemal tarafından söylenmiş kabul edilmelidir. Söz konusu olan bir büyük dünyadır ve hınca hınç doludur bu dünya: hayallerle, başkaldırıyla, umutla. Şiirdir, destandır.
Fikri Perver, bu büyük dünyayı iyi tanımış, sanki bu dünyanın, bu dünyayı yaratan dilin içinden çıkıp gelmiştir. Bir dünya yazarı olan Yaşar Kemal’in eserlerinde insanoğlu için yarattığı umut dolu dünyayı Zilli Kurt’ta hissedeceksiniz.
20. Son Okur (Ricardo Piglia / DeliDolu)
“Pasif okur” imgesini yıkan, zihin açıcı bir kitap!
Arjantinli yazar ve eleştirmen Ricardo Piglia’nın Son Okur adlı kitabı, okur olmanın değişik hallerine yakından bakmamıza olanak sağlayan bir metin.
Ricardo Piglia, farklı okur tipleri üzerinde durduğu bu kitabında, “pasif okur” algısını yerle bir ederek, okuru bir “eylem insanı” olarak yeniden kurguluyor.
Son Okur, edebiyatın en önemli varlık koşulu sayılan okuru, Kafka’dan Joyce’a, Borges’ten Che Guevara’ya uzanan bir yelpazeyi izleyerek, adım adım sorguluyor.
Delidolu’nun kurmaca dışı kitaplar koleksiyonunun yeni halkası Son Okur, dizinin “Okumak” başlıklı alt temasının da ilk kitabı.
Ricardo Piglia, “Her şeyin yazılmış olduğu, kitaba doymuş bir evrende bir kitap ancak yeniden ve farklı şekilde okunabilir” görüşünü savunarak kitabında ezeli ve ebedi son okur imgesine odaklanıyor. Peki kimdir bu son okur? Kör olana kadar okumayı bırakmayan Borges mi, tek isteği aralıksız okumak ve yazmak olan Kafka mı, çatışmaya beş kala ağaca çıkıp kitap okuyan Che Guevara mı? Yazar sevgililerinin metinlerinin son okuru olan ve büyük bir sadakatle yeniden yazan müstensih-kadınlar mı? Yoksa henüz belirsiz bir tekno-geleceğin şafağında, geçmişten tamamen kopmadan önünü görmeye çalışan biz “sıradan” okurlar mı?
“Borges’in, yüzünü bir kitaba yapıştırdığı ve sayfalardaki harflerin ne olduğunu sökmeye çalıştığı bir fotoğrafı vardır. Yazar Meksika Caddesi’ndeki Ulusal Kütüphane’nin yüksek tavanlı galerilerinden birindedir; çömelmiş ve bakışlarını açık sayfaya dikmiştir. O, tanıdığımız en inatçı okurlardan biridir. Görme yetisini okurken kaybettiğini hayal edebiliriz; yine de her şeye rağmen devam etmeye çalışır. Son okurun ilk imgesi bu olabilir: Hayatını okuyarak geçiren, lambanın ışığında gözlerini kör eden bir adam. “Ben şimdi gözlerimin artık göremediği sayfaların okuruyum.”
21. Siyasi İktisat ve Küresel Kapitalizm (Kolektif / İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları)
Siyasi İktisat ve Küresel Kapitalizm başlıklı bu önemli çalışmada, alanlarında uzman yazarlar, neoliberalizm içerisinde adalet anlayışı ve eşitsiz büyümenin, tüketim kültürü ve para politikalarının eleştirileriyle 21. yüzyılın toplumsal düzenini kapsamlı bir sınava tabi tutuyor. Yazarlar, geleceğin siyasal iktisadının muhtemel tehditlerini ele alırken toplumsal eşitlik ve yeniden üretim mekanizmalarının krizine ilişkin ciddi uyarılarda bulunuyorlar.
Siyasal iktisat alanının önde gelen isimleri ve aktivistlerden oluşan yazarlar, günümüz iktisadi anlayışının kuramsal temellerini inşa ederken klasik Marksist eleştirilerden yararlandığı gibi Robert Brenner, Giovanni Arrighi ve David Harvey gibi çağdaş kuramcılardan da yararlanıyor. Taban hareketleri ve direnişlere, ekoloji ve toplumsal cinsiyet perspektiflerine yer verirken mülksüzleştirme, küreselleşme, hiyerarşik kutuplaşma ve sürdürülebilirlik gibi olguları da inceliyor. Kitap, Yeşil Marksizm ve yeni dünyanın sosyalist alternatifleri üzerine düşünceler ile son buluyor.
Siyasi İktisat ve Küresel Kapitalizm, sosyal bilimler öğrencileri ve akademisyenleri için olduğu kadar her kesimden eleştirel zihne hitap ediyor.