1. Bu Benim Kanım (Elise Thiebaut / Ayrıntı Yayınları)
Ayında olmak, renkli olmak, gelinciklenmek veya ku¨lotundaki Kızıl Ordu… Onu hangi biçimde isimlendirirsek isimlendirelim kadınlar için her ay (ölmeksizin!) bir miktar kan kaybetmeye neden olan bu doğal olgu, bu¨tu¨n toplumlarda tabu olarak kalmayı su¨rdu¨ru¨yor. Élise Thiébaut bu adaletsizliği ortadan kaldırmak için bizi, âdet kanının ardındaki gizli gerçekleri belgeli, öğretici aynı zamanda mizah yu¨klu¨ bir biçimde keşfetmeye davet ediyor. Kamikaze oositin ve mayonezin gizemini, dönemsel koruma u¨ru¨nlerinin şaşırtıcı hikâyesini (tehlikelerini olduğu kadar cazibesini de) ve kimi zaman dinlerin âdet kanını kullanarak gerçekleştirdiği ilginç gelenekleri kişisel hikâyesinden hareketle keşfetmemizi sağlıyor. Ayrıca son bilimsel gelişmelere göre yeni gençlik veya ölu¨msu¨zlu¨k iksiri olabilecek bu sıvı hakkında diğer birçok şeyi…
Öyleyse, âdetleri değiştirme zamanı gelmedi mi?
Menstru¨el devrim, ne olursa olsun, yaşanmaya devam ediyor. Ve bu¨yu¨k ihtimalle bu, hem kanlı hem de barışçıl ilk devrim olacak.
2. İskandinav Mitolojisi (Neil Gaiman / İthaki Yayınları)
Neil Gaiman, eserlerinde fantastik diyarlar yaratırken kadim mitolojilerden her zaman ilham alan bir yazar olmuştur. Şimdi ise dikkatini bu diyarların kaynağına yöneltiyor ve destansı kuzey masallarını kendine has üslubuyla anlatıyor.
İskandinav Mitolojisi’nde yazar mühim İskandinav tanrılarını tasavvur ederken mitlerin aslına sadık kalıyor: Odin, Yüceler Yücesi, bilge, cüretkâr ve kurnaz. Thor, Odin’in oğlu, muazzam kudretine rağmen tanrıların en bilgesi olduğu söylenemez. Ve Loki, Odin’in kan kardeşi, oyunbaz ve önünde kimsenin duramadığı bir düzenbaz.
Gaiman, eski çağa bu ait hikâyeleri tıpkı bir romancı gibi ele alıyor; hikâyeler efsanevi dokuz âlemin yaratılışından başlıyor ve tanrıların, cücelerin, devlerin maceralarıyla devam ediyor. Thor’un çekicinin nasıl çalındığından, içenlere şairane ilhamlar veren bal şarabının kaynağının ne olduğuna kadar pek çok mit Gaiman’ın nüktedan cümleleriyle yeniden hayat buluyor. En nihayetinde her şey tanrıların alacakaranlığında doruğa çıkıyor: Ragnarök’te…
“Gaiman’ın her zamanki gibi yalın ve su gibi akan kelimeleri ortaçağ metinlerinin dramatik gücünü yansıtmayı başarıyor. Hikâyeleri anlatma tarzı yediden yetmişe herkese uygun ve bu hem yerinde hem de akıllıca bir hamle.” —Ursula K. Le Guin
“İskandinav Mitolojisi’nde Gaiman eski mitleri öyle canlı anlatmış ki okurken yatak odam Valhalla’ya dönüşecek sanmaya başladım. Cüceler, devler ve yaratıklar da dahil tüm İskandinav panteonunu bir film ya da roman gibi işliyor. Ne yalan söyleyeyim, kendime göğüs zırhı sipariş etmeme şu kadar kaldı. Takdiminde Gaiman’ın da dediği gibi, bu öyküler dünyayı yaratan ateş ve buzdan başlayıp dünyayı sona erdiren ateş ve buza giden yolculuğu anlatıyor.” —Lidia Yuknavitch
“Bu kitap sayesinde, çocukken severek okuduğum mitler yeni nesle, baştan keşfedilmek üzere anlatılacak. Ne de olsa, tekrar anlatılamayan öyküler unutulmaya mahkumdur ve her neslin bu mitleri yeniden keşfetmesi ve anlaması gerekir.” —Joanne Harris
3. Tarihten Kaçış-Günümüzde Rus ve Çin Devrimleri (Domenico Losurdo / Yordam Kitap)
Komünistler tarihlerinden utanmak zorunda mı?
1990’ların başında Sovyetler Birliği yıkıldığında, çoğu komünist için geride kalan “reel sosyalizm” tarihi, utanç duyulması gereken bir geçmiş olarak görüldü.
Yazara göre, zulme uğrayan etnik veya dinsel grupların tarihinde daima böyle bir olguyla karşılaşırız. Kurbanlar, zulüm gördükleri sürecin belli bir anında zalimlerin görüşlerini benimseme eğilimi gösterirler ve bu nedenle kendilerini hor görmeye, kendilerinden nefret etmeye başlarlar.
Kendinden nefret, SSCB’nin yıkılışından bu yana, komünist hareketin savaşmak zorunda kaldığı sorunların başında yer alıyor. Kendi geçmişlerini yücelten galiplerin şişkin egoları, karşılığını mağlupların çilesinde buluyor.
Domenico Losurdo, kendinden nefret etme salgınına karşı verilen mücadelenin, Ekim Devrimi’yle başlayan büyük ve muhteşem dönemin eleştirel bilançosunun çıkarılmasıyla birleştirilmesi gerektiğini savunuyor. Bu eleştirel bilanço, ne kadar radikal ve önyargısız çıkarılırsa o kadar etkili olacaktır. Buna karşılık kendinden nefret etme, kendi tarihiyle yüzleşmekten ve bu tarihin içinden parıldayan ideolojik ve kültürel savaşımın gerçekliğinden korkakça kaçmak demektir. Eğer özeleştiri, komünist kimliğin yeniden kazanılmasının ön koşuluysa, kendinden nefret etmek de teslim olmakla ve bağımsız komünist kimliğin inkârıyla eşanlamlıdır.
Losurdo, bu anlayıştan hareketle SSCB ve Çin deneyimlerini eleştirel bir incelemeye tabi tutuyor. Güçlü yönlerini ve zaaflarını birlikte değerlendirerek, bizi tarihten kaçmamaya çağırıyor. Zorlu koşullar altında girişilen bu gözü pek deneyimlerin olumlu mirasına sahip çıkıp selamlarken, aynı zamanda geleceğin sosyalizmi için hangi bakımlardan aşılmaları gerektiğini de ortaya koyuyor.
4. Küreselleşmiş Değer Yasası-Kıyısı Olmayan Marx (Samir Amin / Yordam Kitap)
Çağımızın önde gelen Marksistlerinden Samir Amin, tarihçi, felsefeci, sosyolog ve siyaset bilimci kimliklerinin yanı sıra, bu eserinde ağırlıkla yetkin bir Marksist iktisatçı olarak çıkıyor karşımıza. Dünyanın bugün geldiği noktadaki sosyal adalet arayışının bilimsel temellerini, Marksist iktisadın cephaneliğinden devşiriyor.
Marx için “kıyısı olmayan” ifadesini kullanan ve onun çok yönlülüğüne dikkat çeken Amin, “Benim için Marksist olmak, Marx’ın başlattığı çalışmayı sürdürmek demektir; bu da, Marx’ta durmak değil, ondan hareket etmektir. … Benim buradaki temel katkım, değer yasasından küreselleşmiş değer yasasına geçiştir” diyerek koyuluyor yola.
Ve yol boyunca, “Değer yasasının temel statüsü”nü, “Faiz, para ve devlet”i, “Toprak rantı bölümü”nü ve “Dünya ölçeğinde birikim ve emperyalist rant”ı derinlemesine inceliyor.
Bu görece kısa ama hayli zengin yapıtında, iktisadın zorlu matematiksel formül ve denklemlerinin ortasında, akıcı bir anlatım geliştiriyor.
Kitabın yayına hazırlık sürecinde, 12 Ağustos 2018 tarihinde kaybettiğimiz Samir Amin için, Fikret Başkaya’nın sözleriyle:
“İnsan ve toplum yaşamının tüm veçhelerini bir bütün olarak anlamaya ve anlatmaya çalıştı hayatı boyunca… Geride kalan yaklaşık 70 yıllık dönemin birkaç parlak beyninden biriydi… Muazzam bir kavrayışa ve tahlil yeteneğine sahipti… Hayatını ezilen halkların, sömürülen sınıfların kurtuluşuna adamıştı… Yaşadığı sürece de onların gözü, kulağı ve yüreği oldu.”
5. Düşme Korkusu (Adalet Ağaoğlu / Everest Yayınları)
“Şimdi öyle bir şey ki yazmak, sigara tiryakiliğinden daha büyük bir tiryakilik. Sahiden. Ben elimden düşürmediğim sigarayı kolayca bıraktım, hiç de aramadım. Fakat yazmayı bırakamadım, tiryakilik o dereceydi. Şimdi yaklaşık son iki yıldır evden dışarı çıkamıyorum, yine de yazmadan duramıyorum. Yazmak, su içer gibi içimden geliyor hep.
Son dönemde yatakta daha sık zaman geçiriyorum. Üç kere düşmüşüm yere. Doktorlar tarafından sırt üstü yatağa yatırılmışım. Zaman içinde yavaş yavaş kendime geldim. Fakat korkuyu yenemedim. O dönemde içimde büyük bir düşme korkusu vardı. Onu mutlaka bir biçim altında anlatmak istiyordum. Düşmek sadece yere düşmekten ibaret değil. Bir de manevi yanı var.
Düşme Korkusu adı altında altı tane hikâye yazdım. Çünkü düşmenin çeşitli anlamları var. Saygınlığını kaybetmek var, değerini kaybetmek, gözden düşmek, çaresizliğe düşmek var. Bunun manevi yanını göz önünde tutarak düşme korkusunu yazmaya karar verdim.” —Adalet Ağaoğlu
6. Bitmeyen Şarkı İstanbul (Rüknü Özkök / Alfa Yayıncılık)
“İstanbul’un sokaklarında dolaşmak tarihin sonsuz zinciri içinde yolculuk yapmak, geçmişle bağlantı kurmak gibidir” diyen Rüknü Özkök, İstanbul’u karış karış gezerek birçok anıtı, binayı, tarihi yeri bizlere bütün ayrıntılarıyla anlatıyor. Her mahallede zamana direnen eserlerin, üzeri otlarla kaplanan, zamanla okunamaz hale gelen kitabelerin İstanbul’u anlatmaya çalıştığını söyleyen yazar, yaşanmışlıklarıyla İstanbul’un gizli masalını bizlere aktarıyor.
Bitmeyen Şarkı İstanbul, yedi tepeden oluşan İstanbul’un; Bizans’ın kurulduğu, Osmanlı’nın yüzyıllarca yönetildiği birinci tepesinin yani Sultanahmet ile Ayasofya’nın siluetlerinin bulunduğu tepenin önemli yerlerini, okuru bir zaman yolculuğuna çıkararak anlatıyor: Binbirdirek Sarnıcı, Hipodrom, 2. Mahmut Türbesi, Babıali Yokuşu, Yerebatan Sarayı, Sultan Ahmet Camii, Cankurtaran Feneri, Aya İrini, Gülhane Parkı…
7. Yürüyerek İstanbul (Melih Uslu / Mona Kitap)
“İyi bir dilek olarak, ‘Allah mülkünü gezdirsin,’ diye bir sözümüz vardır. Bu sözü her duyduğumda, söyleyen kişiye kalpten bir teşekkür ederim. Çünkü bilirim ki seyahatler, gündelik yaşamın boğucu koşullarından sıyrılmanın en eğlenceli yollarından biridir. Yollara düşmenin en güzel etkisi ise insanın kendisini yenilemesine olanak sağlamasıdır. Gülümseyerek eve döndüğümüz her seyahat, hayata daha mutlu gözlerle bakmamızı sağlar.”
Gezi yazarı Melih Uslu, bir kenti tanımanın ilk koşulunun, doğru seçim yapmakla başladığı fikrinden hareketle bu özel kitabı sizler için hazırladı. Kitapta yer alan 34 rotayı tek tek yürüdü ve İstanbul’un ruhuna inebileceğiniz 340 öneriyi titizlikle seçti. Bu kitabı hazırlarken ünlü yazarlardan tarih profesörlerine, esnaflardan şehir uzmanlarına ve turizmcilere kadar pek çok insandan fikir ve görüş aldı. Kitapta yer alan rotaların bazıları The Daily Telegraph, Le Figaro, Die Welt, Gulf News, Kommersant, Skylife ve .tr gibi global mecralarda yayımlandı.
8. Sızı (Canan Tan / Doğan Kitap)
Başımı göğsüne dayayıp
Ağlamamı bekleme benden
O baş çoktan ayrıldı gövdesinden
Ruhun bedenden ayrılması gibi
Sessizce, ama onurlu
Gitme kal, diyemem
Git…
Bu baş bunu da atlatır
Ama…
Yürek için söz veremem!
9. Bir Tanem (Felicien Marceau / İnkılap Kitabevi)
“Kendi kendimizin doruğuna yükseldiğimiz zaman; hayattan, ölümden, sonsuzluktan konuşmak ne kadar kolay, ne kadar doğal gelir. Sonradan, o izlerin üstüne yeniden düştüğümüzde, böyle konuşmuş olduğumuza nasıl şaşarız. Hayır, iyice farkındayım, Creezy ile beraber olduğum sürece beni bir öte dünyanın, sadece sisler içinde belli belirsiz seçebildiğim bir acunun eşiğine kadar götüren bir şeylere dokunuyordum. Ama neydi o dokunduğum? Bilmiyorum. Belki de hiçbir zaman bilmeyeceğim. Biz hepimiz metnini bilmediğimiz ya da metni bizim için okusak da anlaşılmaz kalan bir piyeste oynuyoruz; deney bir işe yaramıyor bu oyunda. Mutluluk ya da mutsuzluk elimizden kaçıp giden o şeyin iki karanlık yüzünden ibaret.
Bu oyunun adı: öteki kişi.”
Félicien Marceau’nun Goncourt Ödülü alan Bir Tanem romanında evli ve iki çocuk babası bir milletvekilinin, güzel ve güzel olduğu kadar da gizemli olan genç bir modelle yaşadığı tutkulu aşkı, Cemal Süreya’nın şiir tadında çevirisiyle okuyacaksınız.
10. Gyges ve Yüzüğü (Christian Friedrich Hebbel / Yapı Kredi Yayınları)
Tiyatro tarihinin önemli oyunlarından biri olan bu oyun, Sabahattin Ali’nin akıcı ve şiirsel çevirisiyle Türkçede daha da güzelleşiyor.
Alman tiyatrosunda trajediyi kalıpların dışına çıkarıp karamsar bir tiyatro kuramı oluşturan Hebbel, en incelikli ve olgun eseri sayılan Gyges ve Yüzüğü’nde kahramanları üzerinden güç, ahlak ve güven kavramlarını irdeliyor.
Platon’un Devlet’inde de geçen Gyges’in Yüzüğü efsanesine Hebbel yeni bir psikolojik boyut getiriyor. Peki kim haklıdır; gönlünü kralın karısına kaptıran
Yunanlı Gyges mi, onu çok seven ve güvenen Lidya kralı Kandaules mi, yoksa hayatı iki erkek yüzünden cehenneme dönen Rhodope mi?
Hebbel bu üç insan arasında doğan faciayı en ince çizgilerle işlemiş, dünya edebiyatının zirvelerinden biri olan eserini meydana getirmiştir. Narin bir yapı gibi yükselen piyes, emsalsiz bir ahenk ile kurulmuş, vakalar en mantıki sebeplerle biribirine bağlanmış, kahramanlar mübalağasız bir şekilde karakterlerinin icabını yapmıştır. Manzum olan eser, baştan aşağı lirik bir şiir gibi akmakta, bazı yerlerde dil, gözleri kamaştıran bir ihtişamla, kemale varmaktadır. —Sabahattin Ali
11. Kadınları Anlarmış Gibi Yapma Sanatı (Selahattin Duman / Karakarga Yayınları)
Diktatör Robert Mugabe, 37 yıl Zimbabve’yi tek başına yönetti. Girdiği her seçimi kazanıyordu, tabii hile yaparak. Sonunda, üstü örtülü bir askerî müdahale ile görevden alındığında 92 yaşındaydı.
Defalarca evlenen, çok sayıda metresi olan bu “siyasi çapkının” kadınların hallerine dair ettiği laflar insanlığın hafızasına kazındı. Siyaseten yaptığı zorbalıklar, hileler gündemden düştü ancak kadınlar üzerine yaptığı tespitler hiç düşmedi. Kadınları değiştirmeye çalışan erkeklere şöyle sesleniyordu eski diktatör:
“Tanrının kendilerine verdiği tırnakları beğenmeyip, takma tırnak edindiler. Tanrının verdiği göğüsleri beğenmeyip silikon taktırdılar. Tanrının anatomik yapılarına göre verdiği popoyu beğenmeyip, cerrahi müdahalelerle kendilerine yeni popolar yaptılar. Tanrının verdiği boyla yetinmedikleri için topuklu ayakkabılarla gezdiler. Tanrının verdiği göz rengini beğenmeyenler, lens takıp kendi seçtikleri renkle dünyaya baktılar. Diyeceğim o ki Tanrı bile kadınları memnun edememişken biz kim oluyoruz da onları memnun edebileceğimizi düşünüyoruz.”
Bir zorbanın doksan yaşının eşiğinde ettiği filozofça laflar, antik çağın düşünürü Sokrat’ı haklı çıkarıyor… Öğrencilerinden biri Sokrat’a “Üstad, sizce evlenmeli miyiz?” diye sormuş. Sokrat cevap vermiş: “Evlenin! Karınız iyi huylu çıkarsa mutlu olursunuz. Kötü huylu çıkarsa da filozof!”
Robert Mugabe’yi metresleri mi filozof yaptı yoksa kendisinden 41 yaş küçük olan son karısı mı bilemiyorum. Kendi payıma onun sözlerinden çıkardığım dersleri hayatımda uyguluyorum. Kadınlarla tartışmıyorum, onları değiştirmeye çalışmıyorum, zorunlu olmadıkça onlarla göz teması bile kurmuyorum. Yani “alamayacağım yan toplara” çıkmıyorum. Siz de öyle yapın.
Adam yaz sıcağında tarlasını çapalıyormuş. Kan ter içinde didinirken yanında gezinen küçük oğlu “Bubaaa! Tayyare geçiyor” diye bağırıp, işaret parmağı ile gökyüzünü göstermiş.
Adam başını bile kaldırmadan bezgin bir sesle cevap vermiş:
“Elleşme oğlum, geçsin!”
Mesajı aldınız. Elleşmeyin!
12. Ters Ninja (Efe Görgün / Karakarga Yayınları)
Özellikle aksiyon filmlerinde bir kahraman 100 kişiyi 2 dakikada, 1 kişiyi ortalama 4 dakika içerisinde dövebilmektedir. Bu senaryo klişesine Ters Ninja Kanunu denir.
Uzun yıllardır sinema ve çizgi roman kültürü başta olmak üzere fantastik kurgu kitapları, müzik ve futbol hakkında yazdıklarıyla tanınan Ege Görgün, yazılarından özel bir seçki hazırladı. Unkapanı’ndan Hiroşima’ya, Yeşilçam’dan Hollywood’a kadar popüler kültür hakkında pek çok şey bu kitapta bir araya geldi.
13. Bu Ülkeden Gitmek (Gözde Kazaz, H. İlksen Mavituna / Metropolis Yayınları)
“Gurbetçi” ailesiyle birlikte 1980’li yıllarda “sıla”ya kesin dönüş yapan Zümrüt, otuz küsur sene sonra, 10 yaşındaki çocuğunu da yanına alarak Almanya’ya geri dönüyor. Türkiye’de sosyoekonomik açıdan dezavantajlı bir konumda olmayan Zümrüt’ü Almanya’da bekleyen hazır bir işi de yok. Peki o zaman neden gidiyor? Daha doğrusu, tıpkı Zümrüt gibi iyi eğitimli, yüksek vasıflara sahip, ekonomik açıdan toplumun geniş kesimlerine nazaran daha avantajlı sayabileceğimiz Türkiyeliler ülkeyi neden terk ediyorlar?
Türkiye’de son yıllarda yaşanan göç hareketliliği öncekilerden biraz daha farklı görünüyor. Elinizdeki çalışmanın çıkış noktasını da işte bu yeni göç hareketliliğinin geçmişe kıyasla hangi açılardan farklı olduğu, kendini gitmek zorunda hisseden “huzursuz yurttaş”ların neden bu hisleri taşıdıkları ve hangi saiklerle harekete geçtikleri yönündeki sorular oluşturuyor. Amacımız, somut yaşamsal bir tehditle yüz yüze kalmamış olsa da Türkiye’den gitmek zorunda olduğunu hisseden kişilerin hikâyelerine kulak vermek.
Bu kitap, nedenler ve nasıllar hakkında; dolayısıyla son sözü söylemekten, genellemelere varmaktan imtina ettik. Çünkü asıl merakımız sayılar değil, hikâyelerdi. Burada yer verdiğimiz ve başka pek çok mecrada karşılaştığımız bireysel hikâyelerin, iyi eğitimli, donanımlı ve ülkenin gidişatından hoşnutsuz kesimde gitgide daha görünür hale gelen bu göç eğilimini anlamada istatistiklerden, grafiklerden daha faydalı olacağına inanıyoruz; zira bu ülkede “çoğunluk”tan farklı düşünen, hayatını evrensel değerler üzerine inşa etmek isteyen insanların kendilerini içinde buldukları sıkışmışlık, bunaltı, umutsuzluk gibi kanlı canlı duyguları anlamanın ve aktarmanın bize göre yegâne yolu bu.
14. Hava Kitabı (Diana Craig / Maya Kitap)
Çoğu zaman fark etmesek de hava durumu hayatımızın her ânını etkiler. Havanın çok sıcak veya çok soğuk olması bizi rahatsız eder. Kasvetli günlerde canımız sıkılır, havanın güzel olduğu günlerde ise ruhumuz âdeta yeniden canlanır. Ne var ki hayatımızı bu kadar çok etkileyen havaya dair çok az şey biliriz. Okurken hem bilgileneceğiniz hem de eğleneceğiniz Hava Kitabı, hava olayları hakkında bilmeniz gereken her şeyi sayfalarında saklıyor.
Çok soğuk havaların vücudunuzda ne gibi etkilere yol açabileceğini,
Betonlaşmış şehirlerde hava olaylarının nasıl değiştiğini,
Şiddetli sağanak yağış sırasında gökyüzünden kurbağa, balık ve hatta kan yağmasının nasıl mümkün olduğunu,
Hava durumunun ruh halinizi ve enerjinizi nasıl etkilediğini öğrenmek istemez misiniz?
15. Karikatürlerle Sultan 2. Abdülhamid (Necmettin Alkan / Kronik Kitap)
Türk tarihçilerinin bugüne kadar kullanmadığı bir metod olarak karikatürlerle II. Abdülhamid’in buluşturulduğu; şahsının ve döneminin karikatürlerin anlatımıyla ele alındığı bu kitap alanında bir ilk. Türk tarih yazımında cesur ve özgün çalışmalar dendiğinde son dönemde akla gelen isimlerden Prof. Dr. Necmettin Alkan imzalı Karikatürlerle Sultan II. Abdülhamid, işlediği konular ve karikatür örnekleriyle yakın tarihimizi tüm canlılığıyla okuyucunun gözleri önüne seriyor.
Tahta geçmesinden itibaren reformlarıyla, Rus Harbi’nden Berlin Kongresi’ne çeşitli siyasi krizlerle, Balkan Sorunu’yla, Girit Olaylarından 1897 Yunan Harbi’ne, Ermeni Meselesi’nden Avrupalı Büyük Devletlerle yaşanan stratejik oyunlara, Jön Türklerle olan münasebetinden 1908 İhtilali’ne ve nihayet 31 Mart Vak’ası’na uzanan uçsuz bucaksız dönem gerilimi yüksek olmasıyla ve oldukça ilginç anılar barındırmasıyla kuşkusuz karikatür çizenlerin hem ilgisine mazhar olmuştur hem de hışmına uğramıştır. Necmettin Alkan’ın eserinde de görüleceği üzere; Sultan II. Abdülhamid’e ve dönemine ilgili gösteren karikatürcüler arasında sadece Türkler yer almıyor. Aksine Avrupalı karikatürcüler Sultan Abdülhamid’le fazlasıyla ilgilenmişlerdir. Bu çalışmada Türk, Alman, İngiliz, Fransız, Rus, Yunan, İtalyan ve Amerikan gibi farklı milletlerden çizerlerin karikatürlerini bulacaksınız.
Karikatürlerle Sultan II. Abdülhamid, Osmanlı Devleti’nin şahsına münhasır padişahını ve dönemini propaganda ve gerçek arasındaki karikatürler eşliğinde işleyen, alanında parmakla gösterilecek bir eser.