Her hafta çok sayıda kitap bizlerle buluşurken, bizler de haftanın başında listemize hangilerini koyacağımızı konuşuyoruz. Bu listeyi hazırlamak aslında bizim için oldukça zor oluyor çünkü tüm kitaplar değerli olduğu düşüncesiyle okuyuculara sunuluyor. Her zaman güzel şeyler okumanız dileğiyle sizleri bu hafta için hazırladığımız 23 kitap önerisi ile baş başa bırakıyoruz.
1. Şantiye Gürültüsü (Devrim E. Alkış / İthaki Yayınları)
Şantiye Gürültüsü, gündelik hayatın acemisi, uyumsuz ve hiçbir yerde dikiş tutturamayan yalnız bir adamın hüzünlü ve trajikomik anlatısı. Devrim E. Alkış, üçüncü sınıf lokantaların, ele yüze bulaşan zamparalıkların, birbirine karışan sarhoş şarkılarının, unutulamayan aşkların hikâyesini anlatıyor.
Büyük laflar etmeyen ve buna rağmen her lafı başına dert açan, hayata geç başlamış, tutunamamış, şanssız biri en çok ne kadar kaybedebilir?
İnsanı tüketen hırslar, kıskançlıklar, iftiralar ve düşmanlıklardan korunmak için klasik müzik notalarına ya da kitapların harflerine saklanabilir mi?
Kaybeden olmayı kabul ettiğinde bütün bunlardan kurtulabilir mi?
Alkış, bu ikinci kitabında şantiyeye dönen günlük hayatın içinde bu soruları sorarken insan sesini arıyor.
Gürültü sokaklarda, gürültü kulaklarda, gürültü beynimizde patlıyor.
Kaybetmek bir karakter meselesidir, büyük kaybedelim.
2. Öptüm Seni (Roald Dahl / Can Yayınları)
Sıra dışının krallığına hoş geldiniz!
Casus, savaş pilotu, çikolata tarihçisi ve tıbbi buluşlar yapan bir mucit. Roald Dahl, yazdığı kitaplar kadar renkli bir yazar. Charlie’nin Çikolata Fabrikası ve diğer çocuk kitaplarıyla tanınan Dahl’ın yetişkinlere anlattığı hikâyeler de bir o kadar sihirli.
Dahl, usta bir öykücü, gelmiş geçmiş en iyi hikâye anlatıcılarından biri. Ağızlardan korkan bir adamı, kocalarından illallah diyen kadınları, ölümünden sonra beyninin yaşatılmasını kabul eden birini anlatırken gündeliği olağandışına, olağandışını sıradana dönüştürmeyi başarıyor. Bazen fantastik bir hikâyeyle çıkıyor okurun karşısına, bazen de dünyayı dışarıdan bir bakışla irdeleyip bizi alışılageldik düzene yabancılaştırıyor.
Çoğunlukla karıkoca ilişkilerinin ele alındığı Öptüm Seni’de insan doğasının karanlığını, var olduğunu kabul etmek istemediğimiz yönlerimizi ortaya çıkarıyor Dahl. Bunu hiçbir hikâyesinde eksik olmayan mizahla yapıyor. Püren Özgören’in incelikli çevirisiyle yayımladığımız Öptüm Seni’deki öyküler, sürprizli sonlarıyla bu sefer yetişkinler için birer şölen.
3. Oswald Amcam (Roald Dahl / Can Yayınları)
Sıra dışının krallığına hoş geldiniz!
Casus, savaş pilotu, çikolata tarihçisi ve tıbbi buluşlar yapan bir mucit. Roald Dahl, yazdığı kitaplar kadar renkli bir yazar. Charlie’nin Çikolata Fabrikası ve diğer çocuk kitaplarıyla tanınan Dahl’ın yetişkinlere anlattığı hikâyeler de bir o kadar sihirli.
Cin fikirli Oswald, henüz on yedi yaşındayken kimseciklere haber vermeden Afrika’ya gider ve afrodizyak etkisi olan yakı böceği tozundan toplar. Kimya bilgisiyle bunu ilaca çevirecek, 1913’ün şen Paris’inde bakanlara, elçilere, türlü türlü beyefendiye satacak, böylece yüz binler kazanmaya başlayacaktır. Ama Oswald’ın gözü milyonlardadır. Yakı böceği tozunun yardımıyla kralların, sanatçı ve dâhi erkeklerin “hazinelerini” çalmak için müthiş bir tezgâh kurar: gelecekte kadınlara eşsiz bir vaat sunmasını sağlayacak bir tezgâh.
Dahl yetişkinlere hitap eden bu mizah dolu romanında 20. yüzyılın büyük isimlerini hınzırca selamlıyor. Proust, Einstein, Freud, Puccini, Renoir ve diğerlerini karakter olarak sunuyor okurlarına. Ülker İnce’nin özverili çevirisiyle yayımladığımız Oswald Amcam, büyük bir savaşla başlayan, kültürel ve teknolojik gelişmelerle devam eden çağa eğlenceli bir hatıra yolculuğu.
4. Dönüşüm (Luke Kennard / Nebula Kitap)
Yakın bir gelecekte İngiltere: otomatik arabalar, kendi kendine dolan akıllı buzdolapları, daha da akıllı tabletler… Diğer yanda ise bir türlü ödenemeyen, ödenemedikçe katlanan borçlar. Otuzlu yaşlarını süren Karl ve Genevieve çifti “kaybedenler kulübü”nün adaylarından: Karl, son umut olarak tutunduğu sayısıyız kredi kartıyla ne kirayı ne de biriken borçlarını ödeyebiliyor. Bu noktada iki seçeneği var: hapse girmek ya da Dönüşüm Programı’na dahil olmak. Daha cazip seçenek olarak öne çıkan ve sadece çiftlerin katılabildiği altı aylık bu program süresince kendilerinden yaşça büyük, başarılı bir çift olan mentorlarının yanında kalacak ve sorumluluk, kariyer, bütçeleme, beslenme, spor, kendine güven gibi konularda aldıkları hayat dersleriyle sisteme yeniden, bu sefer “kazananlar” olarak dâhil olacaklar… Elbette kişiliklerinden ilişkilerine sürekli test edilecekleri bu zorlu süreci atlatabilirlerse.
Luke Kennard, Dönüşüm’de hayal etmesi hiç de güç olmayan, distopyaların bile “mutenâlaştırıldığı” zamanların tekinsizliğini seriyor gözler önüne. Günümüz değerlerine eleştirel bir bakışla yaklaşan, kara mizahı eksik etmeden okuru son sayfasına kadar kendine bağlayan bir ilk roman.
5. Konuşan Öyküler (Yusuf Reha Alp / Küsurat Yayınları)
“Tanrı sustuğunda,” dedi bu kez büyükannem, “insanlarO’nun adına konuşurlar…” “Merakını gideremeyen bir kalabalık her zaman tehlikelidir. Böyle bir kitleyi galeyana getirmek çok kolay, ancak sakinleştirmek hayli zordur. Zaten aşağı yukarı tüm devrimlerin kısa bir özeti de budur.
“Kader,” dedi, “En beklenmedik anda, sana bir sürpriz sunmuyorsa, ona ancak kara yazı denir…” “Cehennem, insanların korkularıyla yüzleşmesinden başka bir şey değildir…”
Kulaklarımızı kapatırız kimi zaman duymak istemediklerimiz için. Hayatın ise mutlaka başka bir planı vardır. Bazen bir baba-oğul arasında yılların kayıp özlemini telafi etmek için özenle paketlenen Pastırımka balığında, bazen de tam yedi yüz otuz sekiz gün boyunca ağacı kesmesinler diye üzerinde oturan kadının sabrındadır duymamız gereken. Yusuf Reha Alp’in kaleminden dökülen öyküler kendini aşıp okurla konuşmanın, bir iç sesin yankılanışı. Hayatın sıradan seyrinde soru soran, başkaldıran öyküler… Konuşan Öyküler’i dinlemeye hazır mısınız?
6. Gerçekler İçin Ütopya (Rutger Bregman / Domingo Yayınevi)
Çoğumuz mutlu olmadığımız işlerde haddinden fazla çalışıyor, kalan zamanda pek de ihtiyacımız olmayan şeyleri tüketerek mutlu olmaya uğraşıyoruz. Mesele bunun iyi olmaması ya da ileride her şeyin daha kötü olabileceği değil. Uygarlığımızın yönünü pek çok kez değiştirdik, bir kez daha değiştirebiliriz. Mesele elimizdekinden daha iyisini hayal edemiyor olmamız. Bugünün büyük fikirleri nerede? Son büyük idealimiz “satın alma gücü” müydü? Bundan böyle uygarlığımızın büyüklüğünü, neyi ölçtüğü meçhul gayrisafi milli hasıla üstünden mi konuşacağız?
“Gerçekçiler İçin Ütopya, bir geleceği tahmin girişimi değil, geleceğin kilitlerini açma girişimi,” diyor Bregman. “Ve bunun için, ütopyalara geri dönmeliyiz.” Köleliğin kaldırılmasından kadın erkek eşitliğine, uygarlığımıza kilometre taşı olmuş pek çok gelişme, öncesinde birer ütopyaydı. Gerçekçiler İçin Ütopya, pek çok saha çalışması, deney ve vakadan faydalanarak, günümüzde ütopik gelebilecek kimi fikirlerin (mesela çalışsın çalışmasın herkese temel gelir) aslında erişilebilir olduğunu gösteriyor. Yeter ki tüketim üstüne kurulmuş, piyasa gerçekleri üstünde uzlaşmış bir uygarlıktan daha iyisi olabileceğimizi hatırlayalım.
Yeter ki yeniden büyük hayaller kuralım.
7. Ters Kule (Murat Saat / Dedalus Kitap)
Murat Saat genç yaşta, önlenebilecek bir rahatsızlıkla hayata veda etti. Neden hapse girdiğini bilmiyordum, ama ona neden ihtiyacımız olduğunu biliyordum: İyi bir zihne ve iyi bir kaleme sahipti. Şimdi o kalemi yitirdik. —Burhan Sönmez
Ömrünün yarısından fazlasını zindanda geçiren hikâyeci Murat Saat’i kaybettik. “Yüz yıllardır ağır zincirlerle bağlı bir köle kadar yorgundum,” diye yazmış, “Yoksa Sen Benim En iyi Arkadaşım mısın?” adlı ödüllü kitabında. Belli ki çok yorulmuş, dayanmamış kalbi. —Murat Uyurkulak
İki dünya arasında süreklileşmiş sınır ihlalleri buluyorum yazdıklarımda” diye tanımladığı öyküler bıraktı ardında. Öykülere, şiirlere demir parmaklıklar, beton duvarlar kâr etmez. Aynı şair İlhan Sami Çolak’ın şiirleri gibi, Murat Saat’in öyküleri de çoktan dışarıya çıktı, çoktan içimize işledi bile. —Altay Öktem
8. Aşk, Delilik ve Ölüm Öyküleri (Horacio Qurioga / Notos Kitap)
Uruguaylı yazar Horacio Quiroga Latin Amerika’nın Poe’su olarak anılıyor; Cortázar, Borges ve Márquez’in yirminci yüzyıl başındaki öncülü sayılıyor. Öykülerinde akılla delilik, tutkuyla pişmanlık, aşkla hastalık birbirini kovalıyor, ölümse buluşma ânını bekleyen bir gölge gibi. Qurioga’nın en büyük temaları insanın faniliği ile aşk ya da dünyada bir yer gibi mutlak bir şey arayışı arasındaki dram, ölümün büyüleyiciliği ve dehşeti.
Tüm zamanların en iyi öykücüleri arasında gösterilen Horacio Quiroga Aşk, Delilik ve Ölüm Öyküleri ile Türkçede ilk kez yayımlanıyor. Arjantinli usta eleştirmen Abelardo Castillo’nun kapsamlı önsözü ve yazar kronolojisiyle zenginleştirilen bu özel basımda Quiroga’nın öykü sanatı üstüne yazdığı dört denemesi de yer alıyor.
9. Müjdat Gezen’den Masallar-“Küçükler İçin Değil” (Müjdat Gezen / Kırmızı Kedi Yayınları)
Sanatıyla, bağımsız karakteriyle, yurtseverliğiyle, elli senedir uyutanlara karşı uyandırmaya çalışan Müjdat Gezen… Bu toprakların Ezop’udur, Andersen’idir, La Fontaine’idir. —Yılmaz Özdil
Üretkenliğine hayran olduğum can arkadaşım, büyük mizah ustası Müjdat’ın masal kitabını elime alınca, kapaktaki “Küçükler için değil” vurgusu dikkatimi çekti. Bir solukta okurken neden bu vurguyu yaptığını daha iyi anladım. Çünkü yazdıkları masal değil, günümüzün gerçekleriydi! —Uğur Dündar
10. Uğur Mumcu Kemalizm ve Sosyalizm (Taylan Özbay / Telgrafhane Yayınları)
“Tanıyor ve biliyorum ki:
Bu kitabın yazarı Taylan Özbay; ülkedeki ayrımsız tüm yurttaşların özgür ve erinç içinde yaşaması ülküsünü öngören; insanına başı dik, alnı ak yaşamayı öğütleyen, uygarlık sıçramalarını hem içeren, hem de algılayan; bu topraklarda yaşayanları yoksul, çaresiz ve sömürüye bağımlı kılan her türlü girişime karşı yürüttüğü çabasında her zaman haklı çıkmış; toplumun daha kayıtsız, koşulsuz bir kardeşlik yönetimine kavuşmasını ilke saymış dürüst bir geleneğin genç, yetkin ve birikimli ardıllarından biridir.
Taylan Özbay, okumadan yazanların, güncel fırsatçılıkla düşün dilenciliği yapanların, yolsuz, yöntemsiz ucuzluğa kaçanların çoğaldığı bir evrede; araştırarak, öğrenerek, deyim yerindeyse iğne ile kuyu kazarak düşüncesini kağıda dökenlerdendir.
Taylan Özbay, bu kez, peşinden yürüdüğü çizginin en saygın adlarından biri olan Uğur Mumcu’nun uğruna ömrünü verdiği düşün dünyasına giriyor ve onun “sorumluluk”, “aydınlatma” ve “bağımsızlık”la örülü öğretisini çözümlüyor.
Kemalist düşüncenin; emekçi sınıf ve tabakaları özgürleştirmeyi ilke edinen toplumculuk ile aynı potada eriyip nasıl bir kor halinde insan bilincinde ışıklandığını yalın, ama özenli bir araştırma ile “Mumcu’nun ölümünün ardından geçen yirmi dört yılda yetişmiş kuşaklar”a anlatıyor.
Çok da iyi anlatıyor.” —Işık Kansu
11. George Orwell Arkadaşımdı (Adam Johnson / Yüz Kitap)
Adam Johnson’un olağanüstü öykü derlemesinin sayfalarında şairane bir anlatım ve kalp kırıklıkları var. Johnson, öyküleri ister New Orleans’ta veya Palo Alto’da ister Kore’de geçsin, aynı duyarlılık ve kavrayışla yazan bir virtüöz. Bu sayfalardan şaşırtıcı, komik, hüzünlü ve derinden sarsıcı sesler yükseliyor.
Bu altı öyküde, Johnson sevgiyi ve kaybı, teknolojinin özel hayata nüfuzunun etkilerini ve siyasalın kişiseli nasıl biçimlendirdiğini keşfe çıkıyor. Johnson’un öyküleri harap olmuş Amerikan şehirlerinden terk edilmiş işkence odalarına, tanıdık gelen tekinsiz bir dünyada geçiyor.
Karısının hastalığı karşısında kendisini aciz hisseden ve kaçışı simülasyonlar yaratmakta bulan bir yazılımcı, yıkıcı bir kasırganın ertesinde küçük oğlunun sorumluluğu üstüne kalan genç bir baba, ailesini geride bırakıp ölmeye hazır olmayan kanser hastası bir kadın, yönettiği cezaevinde yapılan işkenceleri hâlâ inkâr eden sabık bir Doğu Alman hapishane müdürü, içindeki sapkınlığı dizginlemeye çalışan bir bilgisayar programcısı, Kuzey Kore’den kaçıp Güney’deki yeni hayatlarında bocalayan iki arkadaş.
Johnson raydan çıkmış hayatlarını yoluna sokabilmek için güç toplamaya çalışan insanların öykülerini anlatıyor; bu satırlarda Kurt Cobain’in, totalitarizmin ezdiği hayatların, yıkılmış evlerin, kaçak babaların, kayıp organların hayaletleri dolaşıyor.
12. SPQR Antik Roma Tarihi (Mary Beard / Pegasus Yayınları)
“Romulus ve Remus kuruluş efsanesinden İmparator Caracalla’nın özgür Roma yurttaşlarına… Surlar’ın binyıllık tarihi.”
Antik Roma, modern dünyanın sağladığı olanaklarla düşünüldüğünde bile görkemli bir kentti: İspanya’dan Suriye’ye uzanan bir imparatorluğun güç merkezi; bir milyondan fazla insanın yaşadığı, genişleyen bir imparatorluğun metropolü; “lüks ve pisliğin, özgürlük ve sömürünün, kente ait olmanın yarattığı gurur ile kanlı iç savaşın birbirinden ayrılmadığı” dayatmacı bir kent…
Öte yandan İtalya’nın ortasında sıradan bir köy olmanın ötesine geçmeyen bir bölge, üç kıtaya uzanan uçsuz bucaksız bir alana hükmeden; iktidar, yurttaşlık, savaş, imparatorluk, lüks ve güzellik gibi temel kavramlarımıza biçim veren bu denli baskın bir güce nasıl ve neden dönüşebilmişti? Bu değersiz köyün alamet-i farikası neydi ve nasıl olmuştu da bu alamet açığa çıkmıştı? Romalılar kendileri ve başarıları konusunda ne düşünüyordu? Ve bizim için neden hâlâ bu kadar önemliler?
Binyıllık tarihi kapsayan ve esaretten cesarete Roma kültürünün temellerini anlaşılır kılan; ayrıca demokrasiyi, göç olgusunu, dinî mücadeleleri, toplumsal hareketliliği ve sömürüyü, genişleyen imparatorluk bağlamında sorgulayan SPQR; Cicero, Jül Sezar, Kleopatra, Augustus ve Nero gibi Roma’yı Roma yapan karakterlerden kadınlara, kölelere, azat edilmişlere, suikastçılara ve hiçbir zaman kazanan tarafta olmayan geleneksel tarihin göz ardı ettiği Roma’ya kadar Surlar’ın tarihinin izini sürüyor.
13. Faşizm Ve Kapitalizm (Kolektif / Ayrıntı Yayınları)
“Lümpen-Bohem kitlelerin, küçük burjuvazinin, orta sınıfların faşizme yatkın ideolojik konumları ile ekonomik bunalımların yarattığı umutsuzluk ve bezginlik iklimi, faşizmin oluşmasında ne kadar önemli bir faktör olarak belirirse belirsin, faşizm ortamının hazırlanmasında, faşizmin iktidara getirilmesinde, faşizmin uygulanmasında bütün kuklaların ipleri, son tahlilde, emperyalist finans kapitalin elinde bulunur.”
Marksist yazarlar August Thalheimer, Arthur Rosenberg, Otto Bauer ve Angelo Tasca’nın faşizm hakkındaki düşünceleri Prof. Dr. Rona Serozan tarafından bu kitapta toplandı. Günümüzde faşizmi anlamak ve yorumlamak için…
14. Muhammed, Şarlman ve Avrupa’nın Kökenleri (Richard Hodges, Davıd Whıtehouse / Ayrıntı Yayınları)
Belçikalı tarihçi Henri Pirenne, beşinci ve dokuzuncu yüzyıllar arasındaki klasik dönem Avrupa tarihini incelediği Hazreti Muhammed ve Şarlman adlı eserinde iki önemli sonuca ulaşmıştı: (1) Cermen akınları, ne Antik dünyanın Akdeniz’deki birliğini ne de beşinci yüzyılda varlığını sürdürdüğü haliyle Romen kültürünün gerçekten temel sayılabilecek özelliklerini yok etmişti; (2) Antik gelenekten kopuşun yegâne sebebi, İslam’ın umulmadık bir hızla ilerlemesi olmuştu.
Bu eserin üzerinden –Muhammed, Şarlman ve Avrupa’nın Kökenleri’nin yazıldığı tarih itibarıyla– elli yıl geçmesine rağmen, hâlâ önemini korumaktadır. Eserin cesur içeriği yer yer topa tutulmuştur ama bu eleştirilerle nadiren bir sonuç alınmıştır. Çünkü o günlere kadar [Pirenne’in tezini çürütecek] kanıtlar yetersiz kalmıştır.
İngiliz arkeologlar Richard Hodges ve David Whitehouse, Muhammed, Şarlman ve Avrupa’nın Kökenleri adlı eserlerinde “Pirenne Tezi” diye bilinegelen bu görüşü, Kuzey Avrupa, Akdeniz ve Batı Asya’da elde edilen arkeolojik bilgiler ışığında gözden geçirmektedirler. Yazarlar bunu yaparken, Frank Kralı Şarlman’ın devrinde rönesansını yaşayan Karolenj İmparatorluğu’nun kökenlerine dair önemli bir sorunu çözmeye çalışmanın yanı sıra, arkeolojik verilerin neredeyse şaşırtıcı potansiyeline işaret etmektedirler. Çünkü onların deyişiyle, “arkeolojinin asli niteliği ‘yalan söylememesidir’… bilimsel olarak kullanıldığında, politik sistemler kadar maddi kültür hakkında da önemli içgörüler kazandırma potansiyeli vardır.”
15. Bilinmeyen (Yılmaz Şener / İthaki Yayınları)
“Çoğu zaman söylenenler anlatılmak istenen şeylerin sadece gölgesidir. Dil yorulunca devreye suskunluklar girer. İşte bu yüzden, sustuklarımız söylediklerimizin gövdesidir.”
Sıradan bir hayatın içinde sessiz adımlarla ilerleyen Yalçın’ın karşısına, her yedi yılda bir, kendine Avcı diyen gizemli bir adam çıkar. Her seferinde hayatının çok zor bir döneminde Yalçın’ın karşısına çıkan Avcı’nın son gelişindeki sebep, diğerlerinden çok farklıdır. Ve böylece Yalçın ile Avcı; geçmiş ve geleceğin, düş ile gerçeğin iç içe geçtiği bir yolculuğa çıkarlar.
Bu yolculuğun sonunda Yalçın’ı iki şey beklemektedir; ya her şeyi olduğu gibi kabul edecektir, ya da deli gibi görünecek olmasına rağmen her şeyi inkâr edecektir.
Zekice kurgulanan ve mizahtan ödün vermeyen bir üslupla yazılan Bilinmeyen, çok katmanlı bir hikâye sunuyor.
16. Bi’milyoncu (Onay Durgun / Tefrika Yayınları)
Banyodan çıkarken ilginç bir şey oldu; bir sinek dolandı banyoda. Adnan bir süre sineği izledi, sineği öldürmeyi çok istedi ama hâli yoktu. Aklına sinekli bir fıkra geliyor gibi olunca gülümsedi, ama fıkrayı hatırlayamadı; boşu boşuna gülmüştü. Elini yıkamaya karar vermişken, yani tam olarak altı elli iki’de, ilginç başka bir şey daha oldu ki bu daha ilginçti: Adnan’ın hayatı değişti.
Adnan duysa itiraz eder gerçi ama; çok komikli, az ağlamaklı, biraz da polisiyesi olan bu hikâye, hayatı çok seven ama beceremeyen bir muhasebecinin kendiyle sınanmasını anlatır. Ve olaylar bir Bi’milyoncu’da geçmez.
17. Kendine İyi Bak (Arda Erel / İnkılap Kitabevi)
Bir şeyler yolunda gitmediğinde, sen kendi yolunda gitmiyorsun demektir. Hayat sana armağan edilmişken, sen o armağanı yaşayamıyorsun demektir.
Toplum, ailen, arkadaşların ya da sevgilin… Kendini birilerinin dediklerine göre şekillendirdikçe, kendinden uzaklaştığının farkında mısın? Benliğinden, isteklerinden, arzularından kopuyorsun. Başka bir sen yaratıyorlar, sen de “o” oluyorsun. Özüne in. Kendine koş. O zaman sen de düzelirsin, gittiğin yol da.
Kendine iyi bak…
18. Ve Başka Bir Şey Daha (Eoin Colfer / Alfa Yayıncılık)
Bilimkurgu yazınının benzersiz ismi Douglas Adams’ın neredeyse dünyanın tüm dillerine çevrilen dizisi Otostopçunun Galaksi Rehberi, BBC’de radyo oyunu olarak yayımlanmasının ardından büyük bir okur kitlesine ulaşarak popülerliğini asla yitirmeyecek bir kült haline geliyordu…
Belli başlı her galaktik uygarlığın tarihi üç ayrı ve fark edilebilir aşamadan geçme eğilimindedir. Bu aşamalar hayatta kalma, sorgulama ve incelikli düşünmedir. Bu konuya genel ve fazlasıyla açıklayıcı bir örnek olarak ilk aşama “Nasıl yiyebiliriz?”, ikinci aşama “Nerede yiyoruz?”, üçüncü aşamaysa “Öğle yemeğini nerede yiyelim?” sorularıyla tanımlanmaktadır. Hayat, Evren ve Her Şeye Dair Nihai Soru’nun cevabını bilseniz ve uzun bir arayışın ardından ulaştığınız Evren’e hükmeden kişiyle fikir alışverişinde bulunacak olsanız bile, sizi sakinleştireceğini düşündüğünüz bir fincan demli çay içmek ya da asla unutamayacağınız mükellef bir yemek için Evrenin Sonundaki Restoran’a buyrun. Asla pişman olmayacaksınız…
19. Ben Rene Tardi-Stalag IIB Kampında (Tardi / Yapı Kredi Yayınları)
İlerleyişimiz tatmin edici olmadığından, dipçik ve cop darbeleri omurgamızın ve böbreklerimizin üzerine iniyordu. Yani soğuğa bir de etrafımızı çeviren ve Kızıl Ordu ile kendi pis kıçları arasındaki mesafeyi olabildiğince açmakta telaş eden Posten’larımızın can sıkıcı ve kaba mevcudiyetini de eklemek gerekiyordu. Tüm bunlara rağmen daha hızlı ilerlemek mümkün olmuyordu.
20. Hint Masalları (Kolektif / Karakarga)
Hikaye anlatıcılığı, dünyanın hemen her yerinde insanın toprakla ilişkisinden doğdu. Hint Masalları, bizi alışık olduğumuz bu insan-toprak ilişkisinin biraz dışına çıkarıyor. Bu masallarda krallar, racalar, fakirler ve hırsızlar, önümüze kast sisteminin dayandırıldığı inanışları getiriyor.
Büyüler, dualar, mucizeler, hileler, insanların ve hatta hayvanların bile, toprakla birleştiği değil, unvanlarla ayrıştığı bir kültüre gidiyoruz. Kültürün bu özelliği, Hindistan doğumlu masalları da diğerleriyle benzeştirilemez, özel bir kümeye alıyor.
21. Kaos ve Belirsizlik (Immanuel Wallerstein / Kopernik Kitap)
Immanuel Wallerstein’ın 1950’lerden itibaren başlayan yazı hayatı neredeyse 70 yıla yaklaşmaktadır. Soğuk Savaş yılları sırasında Amerika’daki McCartism üzerine yaptığı master tezi ile başlayan yazı ve düşünce hayatı genişleyerek devam etmiş ve bir süre sonra Batı dışı toplumlara, özellikle Afrika çalışmalarına yönelmiştir. 1970’lerden itibaren kendini son beş asrın dünya tarihindeki gelişmeleri anlamaya adamıştır. 1974’te ilk cildini yayımladığı ve hâlen devam eden en önemli çalışması The Modern World System’de, dünya tarihinde ilk defa ortaya çıkan bir dünya sisteminin oluşumunu incelemektedir. Wallerstein, bütün enerjisini ve analizlerini bu sistemi anlamaya ve gelecekte olanları tahmin etmeye adamış önemli bir düşünce insanıdır.
Bu kitapta yer alan yazılar, Wallerstein’in son iki yılda (Ocak 2016-Aralık 2017) kaleme aldığı siyasî/ekonomik analizlerinden oluşmaktadır. Orta Doğu’dan Çin’e, Fransa’dan Peru’ya ve Trump’tan Erdoğan’a kadar çok geniş bir yelpazeyi kapsayan bu metinler, yazarın temel tezlerini günlük analizlerine nasıl yansıttığını göstermesi bakımından son derece kıymetlidir.
22. Cehennem Muhabiri (Murat Nedim / Mona Kitap)
Aşırı zeki, seksi ve punk bir kadın… Üç kuruşluk umudu ve kamyon dolusu hayalleri olan bir erkek… Londralı bir psikiyatr… Bir sadist… Newyorklu bir dedektif… Ve Adolf Hitler… Eğer cehennem muhabirinin fısıldadığı sırları bilseler, aynı seçimleri mi yaparlardı?
“Tüm günahların, zaman içinde bire bir sana yaşatılır. Her kötülüğün bedelini kat kat fazlasıyla alırsın. Günah işlediğin kim varsa o, “Tamam!” diyene kadar böylece devam eder. Ruhunun en dibinde acıyı hissedersin. Ve en önemlisi, hepsini katıksız yaşarsın!”
23. Arap Demokrasileşmesi (Larbi Sadiki / Koç Üniversitesi Yayınları)
Arap Demokratikleşmesi, Arap coğrafyasında seçimciliğin yükselişini ve sürekli ertelenen demokrasiye geçişi tarihsel boyutuyla ele alıyor. Kitap, 1970’lerin ortasından 2008’e kadar Arap Ortadoğu’sundaki demokrasi ve demokratikleşme deneyimlerinin kendine özgü dinamiklerine yoğunlaşıyor. 1970’lerde yaşanan ekmek ayaklanmaları gibi aşağıdan yukarıya hareketleri ve bunların önünü açtığı söylemleri inceliyor.
Avrupa-Amerika merkezli ve Arap coğrafyasındaki demokrasiye geçiş literatürlerini tarayarak demokratikleşmenin Arap ülkelerinde nasıl ortaya çıktığı konusundaki tartışmalara katılıyor.
Arap Demokratikleşmesi, ayaklanmaların arka planındaki siyasi ortama ışık tutuyor. Yazarın Türkçe baskıya yazdığı önsözde belirttiği gibi “Arap demokratikleşmesinin bu kitaptaki ‘hikaye’si yalnızca Arap Ortadoğu’sunda demokratikleşme olasılığını araştırmıyor, aynı zamanda demokrasiye giden başka yolları tarihselleştiriyor. Bu bakış açısı, Türkiyeli siyaset okurunun ve araştırmacılarının ilgi alanına girer.”
Larbi Sadiki, Katar Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü’nde Arap Demokratikleşmesi profesörü.