Özgen Aydos
Twitter: @ozgenaydos
Taşikardi, Hakan Karakaşoğlu’nun ikinci romanı. İletişim yayınlarından çıkan Taşikardi ‘de geçmişine hapsolup kalanların ve geleceğini arayanların çekişmesini okuyoruz. Giden günü düşünüyor, yaşanacakları merak ediyoruz. Sahi siz anılarda kalmayı mı isterdiniz yoksa ileriyi görmek mi?
İlk kitabı Mumsema Han ile bize Adem’in hikayesini, gel- gitlerini, aşkını anlatan Karakaşoğlu, ikinci kitabı Taşikardi ’de Zarif’ in zarif acısını, Safiye’nin her şey iyi olsun isteğini, Eyüp’ün korkutan yalnızlığını betimliyor. Kitapta birbirinin en yakını olan bu üç isim arasındaki uçurumu da görüyoruz. Bazen öyle değil midir zaten, gözümüzün önünde olanı flu görürüz yahut hep gözümüzün önünde olduğu için ne olduğunu umursamayız.
Zarif bir saat ustası. Bozulan bir saati nasıl iyileştirmesi gerektiğini çok iyi biliyor. Tamir etmesi demiyorum çünkü Zarif için saatler adeta nefes alıyor. Baba mesleği sonuçta. Fakat Zarif’in hayata küsmesiyle saatleri iyileştirmek kızı Safiye’ye miras kalıyor. Ve bir gün Safiye bir taksiye binip gidiyor. Hikayemiz burada başlıyor.
“Şimdi İstanbul’da olmak vardı”
Baba Zarif yakın dostu ile kızının peşine düşüyor. İnsan karmaşık bir varlık, bir yandan kızının iyinin olup olmadığını merak eden Zarif, diğer yandan kızının kendi isteğiyle gittiğini ve belki de artık kendisine dayanamadığını düşünüyor. Yine de düşüyor evladının arkasından yollara. O yollar İstanbul’da yaşayanların çok iyi bildiği yollar. Barış Bıçakçı’nın yazdıklarını okurken, “şimdi Ankara’da olmak vardı” diyenler, Karakaşoğlu’nun Taşikardi ’sini okurken “şimdi İstanbul’da olmak vardı” diyecekler. İstanbul’da olanlar ise koşar adım bir vapura binmek isteyecek.
Zarif ve Eyüp sonunda Safiye’ye bulacaklar. Ve bulduklarında geçmişle geleceğin kavgası başlayacak. Kim istemez ki en güzel anılarında kalmak? Ve kim istemez ki geleceği görmek? Peki siz hangisine sahip olmak isterdiniz?
“Kimim ben?”
Hakan Karakaşoğlu’nun sade bir dili var, kurgusu çok akıcı ve temiz. Saatleri sevdiği belli, saatlerle ilgili epey araştırma yaptığı da belli. Kitabı okurken kocaman bir saatin içinde oturmuş akreple yelkovanı izler gibi hissediyorsunuz kendini. Benim gibi karmaşık mekanizmaları ve sayıları sevmeyenler için bile oldukça ilgi çekici bir konuya sahip. Kitabın sonu tahmin edilebilir ama kitabın sonunda Eyüp’ün Zarif’e sorduğu şu soru çok çarpıcı: “Kimim ben?”
Ama bakmayın Eyüp’ün bu soruyu sorduğuna, kaybeden edebiyatını göze soka soka yapmıyor Karakaşoğlu. Ve bu kitabın sonunda bir nevi iyiler kazanıyor.
Hakan Karakaşoğlu’nun öykülerini okumak içinse şuraya bakabilirsiniz.