Özgen Aydos
Twitter: @ozgenaydos
İlk olarak kitabın adı dikkatimi çekti. Bazen öyledir, bir kitabın kapağına, adına vurulabilirsin. Kapağın ardındaki seni doyurmazsa, “bir daha isimden etkilenmeyeceğim” dersin. Tecrübedir. İnsan ilişkileri gibidir bazı zamanlar kitaplarla kurduğumuz ilişkiler. “Emine’nin Yanında Konuşulmayacak Şeyler”i okumaya başlarken “lütfen hayal kırıklığı yaşamayayım” dedim. İnsanlar bunun için yeterince maharetliydi.
Yaşamadım da. Edebiyatın genç kalemlerinden Deniz Poyraz’ın ilk kitabı olan “Emine’nin Yanında Konuşulmayacak Şeyler” hem dili hem kurgusu açısından muazzamdı. Kitapta 10 öykü var. Bir öykü bittikçe üzülüyorsun. “Tadı da damağımda kaldı” diye hayıflanıyorsun.
Deniz Poyraz, küçücük bir mahalle kurmuş da her bir evin hikayesini anlatıyor gibi… Son yıllarda yazılan ve popüler olan öykülerden farklı olarak “kaybedenlerin” öyküsünü anlatmıyor. Karakterler zaten kaybetmişler ama farkında değiller. Yani kimi zaman iş arkadaşımız, kimi zaman yanımızdan geçip giden biri, kimi zaman kendimiz gibi.
İlk öyküdeki “Küçük Prens” vurgusu beni çok güldürdü. Aslında birdenbire ortaya çıkan ve herkesin peşinden gittiği popülist beğenilere de inceden bir eleştiri gibiydi. Hikayemizin kahramanının âşık olduğu kadından “Küçük Prens’in koyunu çiçeği yedi mi sence, söylesene” sorusuna, “Küçük Prens’in güttüğü koyun kadar benim siktiğim çoban var” yanıtı bunun bir göstergesi.
Poyraz kitabında mekanları da çok güzel kullanmış. Bir tespihin peşinden İstanbul’dan Diyarbakır’a giden Ata Kemal’le beraber siz de tedirgin olacak ve sonunda insanlığın iyi- kötü yanıyla tanışacaksınız. “Yara” adında bir öykü var ki sonunu okuduğumda kalbimin üstüne bir fil oturdu, nefesimin tıkandığını hissettim. Dünyadaki tüm ciğersizlerin ölmesini diledim. Kitaba adını veren Emine’nin Yanında Konuşulmayacak Şeyler ise bir babanın çaresizliği, bir medya kanalının iradesizliği ve bir ülkenin inancını buluşturuyor. Emine’nin yanında konuşulsa bunları anlar mı?
Muhakkak Emine akıllı bir çocuk çünkü. Ama yine de çocukların yanında bunlardan bahsetmemeliyiz.
Ama Deniz Poyraz bize akıp giden sokaklardan, mahalle arkalarından, kahvehanelerden, korkulardan, aşklardan, terk edilmişlikten, terk edenlerden, geriye kalanlardan ama “ne kadar güzel geride kaldık” diyenlerden, duyduğumuzda içimizi yangın yerine çeviren gerçekten bahsetmiş. İyi ki de yapmış. Umarım şimdiye kadar yazdıkları yazacaklarının teminatıdır ve umarım ikinci kitabı da en az bu kitabı kadar leziz bir tat bırakır okurun bünyesinde.
Kitaptan
Uçu-yor-dum…
Deniz Poyraz’ın dumanlı öyküleri, aşkın ve yenilginin gürültüsü, bir bardak su… Sokaklar yorgun, insanlar kirli, uzun bir yaz akşamında geçiyor bitimsiz bir sonbahar. Emine’nin Yanında Konuşulmayacak Şeyler eski geceleri, çocuk aklında kalan yaraları, mahalle kokusunu anlatıyor. Üstümüzde gökyüzü, ufuklara karşı…