Hakan Özbek
Twitter: @gormoti
Biraz kadınlardan bahsedelim. Sadece Türkiye’nin değil, dünyanın kadınlarından… Şimdi durduk yere neden kadınlardan konuşuyoruz diye düşünebilirsiniz. Sadece bizim toplumumuzda değil, dünyanın pek çok yerinde kadınlar sadece ‘doğurabilen varlıklar’ olarak görülüyor. Namus yükünü sırtına vurduğumuz bu kadınları büyük çoğunlukla küfür ederken anarız ki, karşımızdakini daha çok incitebilelim. Pek çok evde ailenin değil de, mutfağın bir parçası gözüyle bakılır onlara. En çok da cinsel bir obje olarak görülür. Evde başlar, sokaklara taşar, hastanelerde, okullarda, çalışma hayatında, markette, otobüslerde… Kısacası her yerde.
Bir toprak gibi bereketli kadınlar hep varlar, ancak buna rağmen var olma mücadelesi veriyorlar. Sadece toplumsal hayatta değil, Türkiye’deki örneklere bakarsanız hayatta kalmak için de mücadele veriyorlar, erkek ahlakına karşı da mücadele veriyorlar. Erkeğin elinin kiri olup, kadında ‘orospuluk’ olarak görülen şeylere karşı mücadele veriyorlar. Evlenirken kırmızı kuşak takılmasına karşı mücadele veriyorlar. Her anlamda sömürülmemek için mücadele veriyorlar. Halbuki emekçi kadınlar ne kadar da güzeller…
Kadınlar hep varlar, her yerdeler… Gülüşleri içimizi ısıtır, konuştuklarında peri masalları gözümüzde canlanır, sustuklarında tedirgin oluruz… Bütün kadınlar güzel, hepsi. Doğum sonrası kilolarıyla yavrusunu emzirirken, fabrikalarda çalışmaktan elleri nasırlandığında, ofislerden yorgun argın ayrılırken, saçlarını sadece bir kalemle tutturduklarında, mücadeleyle geçen ömürleri tükenirken, rakı içerken, kitap okurken… İstisnasız güzeller.
Anaerkil toplumdan ataerkile geçişle başlayan kadının gözden düşüşü bir türlü sona ermedi. Ne yapsalar yaranamadılar. Fiziksel görünüşlerinden ötürü, güçlü ve zayıf yanlarından ötürü ve daha pek çok şeyden ötürü sürekli tanrının kusurlu yarattıkları olarak görüldüler, şeytanla özdeşleştirildiler.
Tanrı erkeği yaratır, kadını ise onun omurgasından… Kadın erkeği ayartır ve yasak meyveyi yerler, cennetten kovulurlar, dünyaya düşerler, mücadele etmek zorunda kalırlar… Uzayıp gider böyle. Hem kadın, hem emek payını alır bana göre bu hikayede. İnsanoğlunun rahatı kaçmıştır en nihayetinde.
Bugün eşitlik, demokrasi gibi kavramları sürekli dile getirirken, erkek egemen bir toplumda yaşadığımız gerçeğini en çok kadınlar hissediyor. Kadın figürü sadece bugün değil, geçmişten bu yana sadece doğurgan olarak görülüyor, zayıf ahlaklı olarak kabul ediliyor. Tüm bunların yanında kadınlar ilk etapta fiziksel görünüşleri ile yargılanıyor. Fiziksel çirkinlik ‘asla kabul edilemez’ olarak görülüyor.
Yıllar geçtikçe toplumlarda güzellik anlayışları değişiyor. Önceleri bir toplumda hoş görülen bir başka yerde hoş karşılanmazken, kitle iletişim araçlarının gelişimi kadını tamamen belli kalıplara girmeye zorluyor. Moda ve güzellik anlayışı tanrısal bir figür olarak görülen insanları tek tipleştirirken, bu en çok kadını etkiliyor. Kadın sürekli dönüşmek istiyor, belki de böyle hissetmeye zorlanıyor. Sıkı ve şekilli bir kalça, dimdik göğüsler, ince bel, çıkık elmacık kemikleri, kusursuz burun, çizgisiz yüz… Uzayıp gidiyor. Yani ‘manken’ gibi bir kadınla hayatı paylaşmak istiyorsanız başarabilirsiniz, çevrenizde onlardan çok sayıda var.
Birlikte güldüğünüz vakitlerden kalma kırışıklıklar, akşamları film izlerken yediğiniz atıştırmalıklardan ortaya çıkan göbek ve kilolarla gelen çatlaklar, yaş almanın sonucunda ortaya çıkan beyazlar pek de gördüğümüz şeylerden değil artık. Modern kadınlar genç kalmak zorundalar. Kadın bugün kusursuzluğun sembolü olması gerekiyormuş gibi bir misyonu yükleniyor.
Güzel kadınları konuşmuyoruz aslında, güzel kadın olabilmenin gerekliliklerinden bahsediyoruz sürekli. “Bir kadın şunu yaparsa güzeldir, böyle yaparsa kusursuzdur” gibi kalıplar yaratıyoruz. Güzellik konusundan bunca konuşurken, çirkinlikten ise bulaşıcı bir hastalık gibi kaçıyoruz. Peki ‘çirkin kadın’ algısı nereden geliyor? Bunu merak edenlerin mutlaka okuması gereken bir kitap var; ‘Kadın Çirkinliğinin Tarihi’.
Claudine Sagaert’in kaleme aldığı bu kitapta çirkin kadın kavramının ortaya çıkışından, gelişimine kadar konu detayları ile ele alınıyor. Ahlakın tamamen erkeklere göre düzenlendiği dünyamızda kadının bir artık olarak görülmesinin ardındakileri gözler önüne seriyor. Kelime kökünden çıkıp tanrısal boyuta varana kadar kadın çirkinliği fikrini bizlere anlatıyor. Serdar Kenç’in çevirisiyle Maya Kitap’tan okurlarla buluşan kitap, 2017’nin mutlaka okunması gereken edebiyat dışı çalışmalarından biri.
Bu arada yeri gelmişken; ben Maya Kitap’ın özellikle inceleme türü yayınlarını yakından takip ediyorum. Pek çok konuda bilgilenmemizi sağlayan Maya Kitap, Kadın Çirkinliğinin Tarihi ile belki biraz daha fazla empati yeteneğimizi artıracak, farkındalık yaratacak. Kadınları kategorize etmeyi bırakmanın zamanı geleli çok oldu. Özellikle ülkemizdeki sadece son bir yılda yaşananları göz önüne getirirsek ne demek istediğimi daha iyi anlayacaksınız.