Röportaj: Hakan Özbek
Twitter: @gormoti
Doğu Yücel yakın zamanda bizleri Mitat Karaman’la tanıştırdı. Ben de “Kimdir Bu Mitat Karaman” diyerek, başladım onun bu yeni kitabını okumaya. Okudukça fark ettim ki, Doğu Yücel bizi bize anlatıyor. Hem de öyle güzel anlatıyor ki, kitap su gibi akıp gidiyor. İnsan olmanın kendi içinde taşıdığı absürd durumların neredeyse tamamı Mitat Karaman’la karşımıza çıkıyor. Yücel, kitabında bizlere bir ayna tutuyor ve başlıyoruz kendi halimize gülmeye…
Önceki kitaplarından farklı olarak bu romanında Doğu Yücel gerçeklik çizgisinden neredeyse hiç uzaklaşmıyor. Mitat da en fazla bizler kadar, köşeye sıkıştığında gerçekdışına sığınıyor. “Kimdir Bu Mitat Karaman” bizi ters köşeye yatırıyor. Sadece olay örgüsüyle değil, arka planıyla da bizi sarsıyor. Görmek isteyen herkese güzel bir toplum eleştirisi de sunuyor. Yani bir kitabı okumamız için gereken her şey bu kitapta karşımıza çıkıyor.
Sözü fazla uzatmadan sizleri Doğu Yücel’le baş başa bırakıyorum…
Öncelikle hem röportaj isteğimize olumlu yanıt vermeniz hem de bizleri Mitat Karaman’la tanıştırdığınız için teşekkür ederim. Bu kitabınızla yine keyifli bir okuma yapma şansı yakalamış olduk. Biz Doğu Yücel’i sürekli başarılı işler yaparken, sürekli üretirken görüyoruz. Bu üretkenliği nasıl sağlıyorsunuz?
Teşekkürler öncelikle. Aslında aynı zamanda başka bir işte çalıştığım için istediğim kadar üretken olamamaktan dertliyim. Zamanı daha iyi kullanmak ve yazar disiplinini korumak konusunda daha öğreneceğim çok şey var. Bu üretkenlik nereden geliyor? Sanırım aklıma düşen hikayelerden. Yolda yürürken, gündelik hayat içinde sıkılırken, bambaşka bir konu hakkında düşünürken birden bire aklıma bir hikâye düşüyor. Sonra o hikâye zamanla renk ve boyut kazanıyor ve “beni yaz” diye tutturuyor. Böyle anlatınca çok saçma ve akıl dışı tınlıyor ama gerçekten buna yakın bir süreç. Çocukluktan beri zihnimde dönen bir oyun gibi…
Mitat Karaman karakterini bu romanla tanısak da aslında daha önceden beri tanıyor izlenimi yaratıyor insanda. Mitat farklı insanların taşıdığı endişelerin toplamından doğmuş gibi. Bu yüzden sanırım her okuyan kendinden bir şeyler buluyor Mitat karakterinde?
Evet, ben aslında ilk başta romanın taslaklarını yakın çevremle paylaşırken bile ürküyordum. Çünkü kişinin aşırı mahrem anlarına girdiğim, kimseye söyleyemediğimiz beceriksizlikleri ve yalnızlığın en pis hallerini yazdığım bölümler var. Bunları hayali bir roman kahramanı üzerinden anlattığım halde “eyvah rezil olacağım” diye düşünüyordum. Sonra okuyan herkes “resmen beni anlatmışsın” gibi yorumlarla dönüş yapınca çok şaşırdım. Demek ki herkeste az çok Mitat’lık varmış da saklıyorlarmış! Kitaba duyulan sempatinin kaynağında da bu özdeşleşme yatıyor sanırım.
Bu kitabınız özellikle güçlü bir gözlemci olduğunuzu net bir şekilde gösterdi. Sadece karakterler üzerinden değil, olaylar ve olayların ardından yaşananların insanlar üzerindeki etkilerini de çok iyi gözlemlemişsiniz. Bu yönünüz gazeteciliğinizden mi geliyor?
Teşekkürler tekrar. Gazete ve dergilerde çalışmadan çok önce öykü yazmaya başladığım için gazeteciliğin bunda çok etkisi olduğunu söyleyemem. Daha ilkokulda otobüse bindiğimde bir kişiye odaklanıp onun nasıl bir karakteri ve hayatı olduğunu tahmin etmeye çalışırdım. Ya da yabancı insanların muhabbetlerine sırf öykü malzemesi toplayabilirim ümidiyle kulak kabartırdım. Yıllar sonra bir “yaratıcı yazarlık” kitabında bunların bir yazarlık egzersizi olarak önerildiğini okumuştum. Yani sanırım erken yaşta tuhaf bir içgüdüyle yazarlığa dair bazı kasları çalıştırmaya başlamışım. Fakat bence bu da önemli değil. Ben asıl olarak çalışmaya inanıyorum. Zaten bir öykü üzerinde uzun süre çalışırsanız bilinçaltınızdan bazı detaylar fışkırmaya başlıyor. Metninizi daha ilk taslakta “tamam bu oldu ya” diye bırakırsanız okura kara kuru bir şey sunduğunuzla kalıyorsunuz. Onun üstünde kafa patlattıkça, yazdıklarınızı cilalamaya devam ettikçe gözlemler ve metni güzel kılan diğer detaylar kendiliğinden su yüzüne çıkıyor.
Kitapta bir yandan polisiye bir durum yaşanıyor; insanlar öldürülüyor. Diğer yandan tıpkı eğlenceli kapağı gibi okuyana büyük bir keyif sunuyor. Sıkmadan okutuyor kendini. Bu insanlık halinden mi kaynaklanıyor? Biraz insanın aynaya bakıp kendisiyle eğlenmesi gibi.
Kitabı okurken eğlendiklerini, yer yer kahkaha attıklarını söyleyenleri duydukça ben de o sayfaları yazdığım anıma dönüp gülüyorum. “Tek başıma odamda boş yere gülmemişim, benim gibi bu acayip durumlara ya da hayattaki absürt detaylara gülen başka insanlar varmış demek ki”, diyerek rahatlıyorum. Dediğiniz de doğru, Mitat’a gülerken aslında kendilerine gülüyorlar. Sanırım kendimizi ciddiye almaktan vazgeçip arada bir kendimizle alay etmeye ihtiyacımız var, Mitat da bu ihtiyacı karşıladı.
Kitabınızda Mitat polis tarafından köşeye sıkıştırılınca ve hurafelere kendini kaptırıyor. İnsan köşeye sıkışınca biraz inanmadığı şeyleri de değerlendirmek istiyor sanırım. Sizce neden böyle oluyor?
İnsan en başından beri akıl dışına meyilli bir canlı. Şimşek çakıyor, şimşek tanrısı yaratıyor kafasında. Deprem oluyor, tanrılar kızdı deyip kurban kesiyorlar. Modern insanla ilgili komedi ise şurada: Bilim müthiş bir noktaya geldi, artık pozitif bilimlerle açıklayamadığımız hiçbir doğa fenomeni yok. Ama yine de insanoğlu hâlâ burçlara, fallara, nazara, cinlere, çeşitli hurafelere inanmaya devam ediyor. Çünkü bunlar müthiş bir avuntu sağlıyor. Psikolojisi bozuk, belki bipolar olan biri, “İkizler burcuyum, normal” diyor! Düzen takıntısı var, simetri hastası, “E başak burcuyum tabii”. Yahu ne alakası var? Son zamanlarda cin filmleri mantar gibi bitiyor. Cin diye bir şey de yok. Anadolu’da sara nöbeti geçirenlere cin çarptı teşhisi koyar hocalar. Ya da akrabası tarafından tecavüze uğrayan genç kız öyle bir korkar ve psikolojisi öyle bozulur ki, hem akrabasını suçlamamak hem de kendini aklamak için, cin teorisine başvurur. Aslında toplumsal bir trajedinin ürünüdür cinler. Mitat’ın hikayesinin bir bölümünde Mitat da benzeri bir şekilde, hem üstüne kalacak gibi görünen suçtan kurtulmak için cin teorisine sarılıyor.
“Kimdir Bu Mitat Karaman?”ı okurken sisteme, topluma dair eleştirileri de görüyoruz. Aslında bunlar öyle bağıran cinsten eleştiriler değil. Sadece görmek isterseniz gözünüze çarpıyor. Bu biraz da babanızın tarzı sanırım.
Bu kitap sonrasında sorulmasını istediğim ama kimsenin sormadığı bu soru için teşekkürler. Evet sanırım babamın en çok gurur duyacağı kitabım bu olurdu. Çünkü Erkan Yücel toplumsal gerçekçi bir çizgide sanat yapmaktan yanaydı. Aslında ben de onun bu bakış açısından uzak değilim ama Mitat’a kadar daha çok fantastik, bilimkurgu gibi türlerde kalem oynattığımdan bu yönüm çok öne çıkmadı. Oysa mesela Güneş Hırsızları, Gezi ruhundan izler taşıyan bir kitaptı, Varolmayanlar ise kapitalizm karşıtı mesajlara sahip bir kitap. Hayalet Kitap da bir hayalet hikayesi olsa da kapitalizmin ideal sistem olduğunu iddia eden İktisat Fakültesi’nde geçiyor ve eğitim sistemini eleştiriyordu. Fakat elbette “Kimdir Bu Mitat Karaman?” politik altmetin olarak en yoğun romanım. Brecht-vari bir yönü de var, ki babam çok severdi. Düşündüm de yaşasaydı Mitat’ı oynamayı isterdi, çok da iyi oynardı.
Ben de uzun bir süredir bu çevrede yaşayan biri olarak olayların Beşiktaş’ta, bildiğim çevrede geçmesi ilgimi çekti. Peki karakterler ne kadar gerçek? Tabii ki bir katil beklemiyorum ancak çoğunluk kurgu mu yoksa gerçek hayatta karşılığı var mı bu karakterlerin merak ediyorum?
Aramızda kalacaksa söyleyeyim! Evet, bazı karakterlerin gerçek hayatta karşılıkları var. Cennet Apartmanı ve o mahallenin sakinlerini oluştururken bugüne kadar yaşadığım apartmanlardaki komşularımı aklımdan geçirdim. Bazı karakteristik özellikleri bazı fiziksel özelliklerle karıştırdım. Aklımda kalan bazı yaşanmışlıkları ve bana anlatılan bazı hatıraları aldım. Zaten roman yazmayı gerçek hayata bir filtre tutmaya benzetiyorum. Bu filtreyi tutarak roman kahramanları haline getirdiğim Yıldız Hanım, Kadim Bey, Dilaver, kurt köpeği Cabbar ve Sfenks kedisine teşekkürü bir borç bilirim!
Bilimkurgu edebiyatına olan ilginizi biliyoruz hatta FABİSAD’ın üyesi ve kurucularından olduğunuzu. Ancak bu kitabınızda bu türden uzaklaştığınızı söyleyebiliriz sanırım?
Evet bunun birçok sebebi var. Öncelikle aklıma düşen hikaye bunu gerektiriyordu. Diğer yandan bazı kısa öykülerimde gösterdiğim gerçekçi yönümü bir romanda öne çıkarmak istiyordum. Zaten daha önce yazdıklarımın fantastik diye indirgenmesinden hoşnut değildim. Hep fantastikle gerçek arasında gri bir alandaydım, bu defa gerçeğin sınırlarından kopmadan hikayemi anlattım. Ama arada bir rüya ve kabus sahnelerinde, cin teorisinin öne çıktığı yerlerde eski fantastik tarzımdan izler var.
Biz Mitat Karaman’a doyamadık. Peki sizin aklınızda bu kitaba bir devam yazmak gibi bir düşünce var mı?
Romanı bitirmeye doğru Mitat’tan ayrılacağım için çok üzüldüm. Sonra “Niye ayrılmak zorundayım ki, belki tekrar bir Mitat romanı yazarım” diye çözüme dönük bir düşünceye kapıldım. Romanın son perdesinde devam romanlarına açık bırakan sürpriz gelişmeler yaşandı. Okur da genel olarak istiyor. O yüzden devamı gelecek diyebilirim. Ama ne zaman, nasıl, işte onu bilemiyorum.
Bizim gözlemlediğimiz kadarıyla bu kitabınıza ilgi oldukça yüksek oldu. Peki siz okuyucularınızın ilgisini nasıl değerlendiriyorsunuz? Beklentilerinizi karşıladı mı?
Bilmem ki. Yine çok satan yazar olamadım. Bir yerlerde hata yapıyorum ama nerede?! Beşinci kitabım bu. Güzel bir ivmeyle her kitapta okur sayısı artıyor. Bu defa Can Yayınları’na geçince yeni bir okur kitlesinin de dikkatini çektim. Ama bir gün çok satan bir yazar olup hayatımı sadece yazarak kazanmayı isterim, böyle bir beklentimin olduğunu da saklayamam, herhalde çoğu yazar bunu hayal eder. Ha bunun için kafamdaki edebiyat anlayışından, hikaye anlatma tarzından ödün vermem, o ayrı!
Edebiyatın yanı sıra senaryo çalışmalarına da imza attınız. Peki Mitat Karaman’ın hikayesini beyaz perdeye taşımayı düşünüyor musunuz?
Çok isterim. Okurlar da istiyor. Beyaz perde veya “Masum” gibi on bölümlük bir internet televizyonu dizisi neden olmasın?
Yazma sürecinde olmazsa olmazlarınız var mı? Kendinizi nasıl motive ediyorsunuz?
Aklınıza düşen öykünün olay örgüsü yeterince ilginçse, öykünün anlatmaya değer bir derdi varsa kendiliğinden motive oluyorsunuz. İki kitap arasında okurlardan gelen “abi yeni kitap nerede kaldı?” tarzı mesajlar da beni motive ediyor. Odanızda tek başınıza bir cümleyi diğer bir cümleye nasıl bağlayacağınızı kara kara düşünürken saatler geçiyor, saçlarınız dağılıyor, beyniniz sulanıyor. Zaman zaman kafayı yiyecek gibi oluyorsunuz. Bazen her şey anlamını yitiriyor, “neden yazıyorum ki”, “ne anlamı var” diye lanet edip bırakıyorsunuz… Derken mail kutunuzda bir okur mesajı bu macerada yalnız olmadığınızı hatırlatıyor. Bu o kadar önemli ki!
Sizin için çok değerli olan, “Mutlaka okunmalı” dediğiniz yazarlar var mı? Ayrıca sizden kitap önerisi bekleyenlere önerebileceğiniz kitaplar var mı?
Kitap önerisi soranlara zamanında benim uyguladığım, unutulmuş o geleneği anımsatmak isterim: Bir kitapçıya gidip ayaküstü kitapları karıştırın. Bir kitap ile okur arasında çok özel bir ilişki var, bu ilişki bence ancak kitapçılarda kurulabilir. Gidin bir kitapçıya, kapaklarına bakın, kapak arkalarını okuyun, giriş paragraflarını okuyun, hatta birkaç sayfa okuyun. Merak etme, kimse size ilişmez. Favori kitaplarımın çoğunu böyle keşfettim ben. Kimse bana Chesterton’ın Bay Perşembe’sini, Boris Vian’ın Kızıl Ot’unu, Lovecraft’in Cthulu’nun Çağrısı’nı, Douglas Adams’ın Uzun Karanlık Çay Saati’ni, Müfit Özdeş’in Son Tiryaki’sini önermedi. Ha öneri almasam da favorilerimden Melville – Katip Bartleby’i de okuyamazdım, önerilere kulağınızı kapatın demiyorum tabii ki. Ama Murakami’nin dediği gibi “herkesin okuduğu kitapları okursanız herkesin düşündüğü şeyleri düşünebilirsiniz.”
Son olarak okurlarınıza söylemek istediğiniz bir şey var mı?
Mitat’ı anladığınız, ona sahip çıktığınız için teşekkürler!