Cinius Yayınları kitapseverleri yeni kitaplarla buluşturmaya devam ediyor.
Burak Çevik’in Martı Dalgıcı, Çağdaş Can’ın Son Sayfaya Kadar Gerilim, Görkem Akıncı’nın Boşluk, H. Adil Dönmez’in Başvekil’in Mahdumu, Hale Küçük’ün Haykıran Şiirler, Mahsum Saymadi’nin Aşk Teorisi, Mavibiri’nin Eski Çıktığım, Mehmet Beytüt’ün Gökteki Sır, Osman Aktaş’ın Sessiz Çığlık, Recep Karaaslan’ın Beni Yalnız Anladın ve Zennure Ertuş Erik’in Şeftali Kokusu kitapları Ağustos ayında Cinius Yayınları’ndan okurlarla buluşuyor.
Martı Dalgıcı (Burak Çevik)
Resimlerde gördüğüm
Çocukluğundan öptüm senin
Papatyayı ilk görüşün
Kaydıraktan ilk düşüşün
İlk çikolata yiyişin
Çocukluğundan öptüm senin
Kocaman mavi bir eteğin vardı
Sarılmak istedim
Ya sen hiç babanı dinlemedin mi?
Nasıl da geliverdin
Sımsıkı sarıldım da
Çocukluğundan öpüverdim
Son Sayfaya Kadar Gerilim (Çağdaş Can)
Çözüm gerekiyordu, insanın olduğu yerde savaş olmalıydı. Zarar, yıkım, yok ediş, gücü kanıtlama. Bunlar genlerimize işlemiş. Toksikolojik madde kullanımı pratik bulundu. Bildiğiniz zehirlerden bahsetmiyorum dostlarım. Teknoloji sosu içeriyor bunlar. Mailler mesela. Göz dibinize kurulu bilgisayarınıza mail gönderiliyor. Maili açmanız durumunda tansiyonunuz, nabzınız düşüyor ve ölüyorsunuz. Uyarıcı etkinliği olan ışıkları da anlatmam gerek. Bu ışık; beyaz, sarı, kırmızı olabilir, vücudunuza değdiği anda etkinlik göstermekte ve kanın damarlarınız içinde çılgınca akmasına neden olmakta. Kulaklarınızdan, ağzınızdan hatta göbek deliğinizden kan fışkırarak çıkmakta. Yine öldünüz. Bu ve daha birçok örnek verebiliriz.
Etki tepki ilkesini bilirsiniz, çözüm gecikmedi. Dedektiflik büroları kuruldu.
En iyisi mi, en iyisi Z ile D’nin kurduğu. İkisi de doktor, aynı zamanda dedektif. İşte karşınızda Tıbbi Dedektiflik Bürosu ZD dedikleri. Bu ikili mekaniklerin, kısaca Mekalar diyelim, korkulu rüyası oldu.
Boşluk (Görkem Akıncı)
Bir süre sessizce oturdu. Dışarıdan soğuk, mermer bir heykel gibi görünüyordu ama içi alev alev yanıyordu.
“Madem buna zorluyorlar beni, ben de onların anlayacağı şekilde davranırım” diye devam etti.
Ölüm eskisi gibi korkunç gelmiyordu artık ona. Varlığının sona ermesi, benliğinin yok olması korkutmuyordu onu.
“Burada,” dedi, “kendi hayatımızı yaşamıyoruz zaten. Bize uygun görülen şeye, bu şeye hayat diyemiyorum. Öldürülmek üzere yetiştirilmiş bir deney hayvanının hayatın anlamını sorgulaması ne kadar abes ise bizim yaşadıklarımız da öyle. Buna dâhil olmaktan yoruldum. Varlığım ve yokluğum gerçek dünyada hiçbir şey değiştirmeyecek. Bir şey üretmeyi, yaşam döngüsüne normal bir şekilde katılmayı, yararlı bir birey olmayı bırak, akıp giden hayata zarar bile vermiyorum. Biz aslında şu an var bile değiliz…”
Başvekil’in Mahdumu (H. Adil Dönmez)
Dünyaya gelen her insan mutlu olmayı mı hedeflemelidir, bilmiyorum. Belki de öyledir. Mutluluk denince benim aklıma ilk önce Marilyn Monroe geliyor: “Eğer,” diyorum, “mutluluk denilen şeyin parayla pulla, makamla mevkiyle ilgisi olsaydı Marilyn Monroe intihar etmezdi.”
Eğer amaç mutluluksa insanların büyük çoğunluğu için ona ulaşmak, yaygın inancın aksine, hiç de zor değil bence. Yaşamdan aldığımız keyif veya duyumsadığımız sıkıntı, yaşama nasıl baktığımızla çok fazla ilişkili. İşte bu yüzden gülmeyi de güldürmeyi de seviyorum. Çünkü gülmek mutluluğun varlığını kanıtlıyor. Yazdıklarımın tamamı klasik güldürü öyküsü olarak tanımlanamasa da hepsinin bir yerlerinde, yaşama muzip bir gözle bakan adamın parafını mutlaka göreceksiniz.
Bu kitaptaki öykülerin bir kısmını, Antalya’daki ulusal gazetelerde muhabirlik yaparken kaleme almıştım. Emekli olup memleketim Kastamonu’ya yerleştikten sonra hepsini bir kitapta toplamak istedim. İlk yazdığımla en son yazdığım arasında yaklaşık 20 yıllık büyük bir zaman dilimi var. Bu kadar zamanda sadece insanlar değil şehirler, ülkeler, kültürler bile değişir. Doğal ki mizah da değişti. Bu yüzden eski ve yeni öyküleri bir arada sunmanın okuyucu için ilginç olabileceğini düşündüm. Umarım beğenirsiniz. —H.Adil Dönmez
Haykıran Şiirler (Hale Küçük)
HAYKIRIŞLAR
Çağırmak istiyorum
Dağlara taşlara
Bağırmak isyan etmek istiyorum
Bütün dünyaya
Bağırmak çağırmak istiyorum
Bütün insanlara
Bağırmak çağırmak istiyorum
Sesimi duysunlar diye
Öyle bir bağırmak istiyorum ki
Biraz olsun acım dinsin diye
Öyle bir bağırmak istiyorum ki
Dünya âlem duysun
Sessiz çığlığımı
Aşk Teorisi (Mahsum Saymadi)
Yüz yıllardır hiç bir yazarın cesaret edip de kaleme alamadığını kaleme aldım…
Eski Çıktığım (Mavibiri)
Aklım başımda değil ama deli değilim.
ESKİ ÇIKTIĞIM
Bi dost ve sevgili arasında kalmak dünya da başınıza gelebilecek en sıkıntılı durum. Gözlerinde kaybolduğunuz insanı ve güvendiğiniz tek dostunuzu aynı gün terk etmeniz ise…
Hayat bazen canınıza okur ve siz hiç bi şey yapamazsınız ben ise aptallıklarımı telafi etmeye çalışırken gururumu yerler altına alıp üstünde tepinmeyi tercih ettim. Kazandım mı peki?
Gökyüzüne bakıp yıldızları s*kmek istediniz mi hiç? Ya da sokak köpeklerine sarılıp ağladınız mı? Aşık oldunuz mu?
Ankara’da mutlu bi aşka denk gelemezsiniz, herkes aşk acısı çeker. Ben ise yaptığım hatanın bedelini ödüyorum..
MAVİBİRİ
Gökteki Sır (Mehmet Beytüt)
Uzun yıllar yaptığım araştırmalar ve yaşadığım olaylar sonucu, aslında İslam’ı gerektiği gibi yaşamadığımız, sadece yaşamamızı istedikleri şekliyle yaşadığımız gerçeği karşıma çıktı. Kafamda dolaşan “acaba”lara bir cevap bulabilmek adına bu kitabı kaleme aldım. Amacım kimseye bir şeyi empoze etmek değil. Bilakis ben sadece bir kapı açtım, içeride ne olduğunu görmeniz, hatta benim de göremediğim şeyleri görebilmeniz için. Öte yandan “Dünya dışında yaşam var mı?”, “Bizden zeki varlıklar var mı?” sorularının cevabını aradım. Bulduğumu sanıyorum. Bir başka konu ise, yazılanların içinde kaybolup gideceğiniz için fark etmeyebilirsiniz. Aslında evrim hem var hem de yok diyebileceğiniz bir konu. Evrimin nasıl olduğu, evrimi savunanların nerede yanlış yaptıklarını bu yazıda bulabileceksiniz.
Sessiz Çığlık (Osman Aktaş)
“…
Ve beni çileden çıkarıyor büsbütün
Kendime karşı duyduğum nefret ve merhamet
Çekilmez bir adam oldum yine
Uykusuz, aksi, lanet
Yine her seferki gibi haksızım
Sebep yok olması da imkânsız
Bu yaptığım iş ayıp rezalet
Fakat elimde değil …”
Nazım Hikmet Ran
Beni Yalnız Anladın (Recep Karaaslan)
Güzel insan,
Kalemimde pencereler
Duvarlarım mürekkep
Nerdesin deme bana
Sözün bittiği yer
Traktörün peşinde römork
Dumanın tozunu yutan işçi
Kirpiksiz uyku poşeti
Evimin önünde yağmur durağı
Yürüyor minibüs
Bir kere dokunsan ,eririm sanırdım
Bakmayı unuttun bana
işte bu çok dokundu
Erimek ne kelime
Donakaldım…
Şeftali Kokusu (Zennure Ertuş Erik)
Öğrencisine sıkıca sarıldı. Ucu beyaz lastik bir tokayla tutturulan saçının örüğünden öptü. Kız koşar adımlarla oradan uzaklaştı. Deniz, bir süre arkasından baktı sonra yatağına geçip oturdu. Ne güzel hayalleri vardı Zeliha’yla ilgili. İçinde sonsuza dek uhde kalacak hayaller. Boğazında sonsuza dek yutamayacağı bir lokma, asla sonunu getiremeyeceği bir şiir, bitmeyecek bir yol, görmeyeceği bir rüya gibi. Zeliha diye diye ölecek gibi.
Rengi parlak gümüş olan kül tablasına sigarasını söndürdü. Başını ellerinin arasına aldı, şiddetli bir ağrı hissediyordu. Bir süre öyle kaldı sonra tabakadan bir sigara daha çıkarıp yaktı. Bu defa daha sakin içti. Sigarası bitince bir süredir kaynayan çaydanlığını demledi. Heyecanla geldiği köydeki bu tek göz odada son kez kaçak çay içti. Sonra yatağına uzandı ve sobasından yansıyan alevlerle, gaz lambasının cılız yansımasının dansını seyre daldı. Yarın terk edeceği köydeki son uykusunu uyumak üzereydi…
Sır nedir? Kendi gerçeğinden kaçtığın bir kuyu… ya da belki de çaresizliğin cesaretsizliğin ta kendisi… tüm hayatlara gri bir bulut gibi çöken bir ayrılık… ve zamanın acımasızlığına sıkışan bir gerçek! Bu hikaye, kayboluştan, yeniden varoluşa uzanan bir hayat yolu… bu yolculuğa gözlerinizi, kulaklarınızı kapatan her şeyden arınarak başlayın… heybenize umudu almayı da unutmayın…