Zeynep Karaca
Olmak ya da olmamak
işte bizim büyük yanılgımız
Gökhan Özcan’ın ilk kitabı Hiçbişey, yedinci baskısını yaptı. Birkaç güzel güne ithaf edilen kitapta anlatılanlar, biraz değişik. Gerçek ve kurgu arasında gidip gelen metinler okurken insana ayrı bir anlam katıyor. Bi-Kanat, Akordsuz Zamanlar, Sen’sizliğe diye üç bölüme ayrılan kitapta; Öyle Sapsız Bir Hayat, Maydanozlu Varoluş Güncesi, Gri Serenat, Rucü, Rölanti, Hiçbişey, Doküman, Muhteris Tramvay, Kırmızı Bavul Yumuşak G, Bulanık Tekerleme, Bir Varmış Hiç Yokmuş, Başkabişey, Bulunmuş Ceset, Hayat Sokağı Numara Ölüm gibi makaleler yer alıyor. Yazıklarımızı anlaşılsın diye yazarız, düz olsun okunaklı olsun kafa karıştırmasın diye ama Özcan bu klişelerin dışına çıkmış adeta anlaşılmamak ve anlatırken kendini gizlemek için yazmış. Kimi zaman okuyucuyla direkt iletişim kuran yazar kimi zaman da okuyucuya yeni anlam dünyaları sunuyor. Sunduğu bu anlama dünyasından yeni dünyalara açılmak sizin elinizde. Yazıları okuduğunuzda kendinizi bir sabah uyandıktan sonra kendini böceğe dönüşmüş olarak bulan Gregor Samsa gibi hissetmeniz normal.
Bu yazılar, bunalmış yolcular için
Şair, yazar, düşünür İsmet Özel’in bir kitabı vardır. Faydasız Yazılar diye. O kitabın girişinde şu şiir yer alır;
“Meyva vermeyen bir ağaç kadar
Faydasız olsun bu yazdıklarım.
Dallarını meyvasına tamah edip
Kimse taşa tutmasın.
Bu yazdıklarım çok budaklı, çok bükümlü
Bir ağaç kadar faydasız olsun
O zaman marangozlar kesip biçmeye değer bulmazlar böyle bir ağacı.
Dokusu gevşek, gözenekleri geniş, reçinesiz
Bir ağaç kadar faydasız olsun bu yazdıklarım.
Kökü toprakta, başı gökyüzüne dönük
Belki kimse bahçesine dikmez
Şehrin bulvarlarına da sokmazlar onu.
Ama uzak, kıraç bir ıssızlıkta, bunalmış bir yolcu
Dibinde oturacağı, sırtını dayayacağı bir ağaç buldum diye ferahlarsa,
Bu yeter.”
Şiir böyle. Gökhan Özcan’ın yazılarında da bu şiirde ki gibi bir tat var. Kelimeler zihnin akışına bırakılmış, gelişi güzel değil elbette yine de özenle seçilmişler ama insanda bıraktığı izlenim gelişi güzel bir şeylermiş gibi. Biraz Dostoveski’nin Yer Altından Notları gibi, içinden geçen her şeyi perdesiz okuyucuyla konuşuyor yazar.
Ağladıkça daha çok sözcük düşüyor
Şahidi olduğunuz kelimler biraz farklı bir anlam oluşturuyor. Kendisi de kelimelere biraz takmış durumda. İnsanıslatan yazısında; retorik birçok açıdan incelenmiş. Ontoloji, diyalektik. Burada Özcan’ın kendi ifadelerine yer verirsek, şunları söylüyor: “Sonra, EMPİRİK, NOSYON, ARGÜMAN, EPİSTOMOLOJİK ve SOFİSTİKE düşüyorlar sırasıyla kafasına. Hani oldukça da acıtıyor beynini bu sözcükler. Sağa sola kaçmaya çalışıyor ama boşuna… Dünyanın kaçılabilecek hiçbir yerini bulamıyor İNSAN.
Çare dediğimiz şeyden bir tane bile bulamıyor. Çaresiz kalıyor. Sözcükler birbiri ardına düşüyor kafasına. Kanamaya başlıyor beyni. Düzene ve disipline soktuğu her şey birbirine giriyor. Galiba her şey bitiyor. Ağlamaya başlıyor beyni İNSAN’ın. Ağladıkça daha çok sözcük düşüyor daha çok, daha çok…
Sonunda sağanak halinde sözcükler yağıyor gökyüzünden.
FENOMEN, HİPOTEZ, RELATİVİST, A PRİORİ, PARADİGMA
Dünyanın üstü sözcükle kaplanıyor. Biriken sözcükler üst üste yığılarak yükseliyor. İNSAN sözcüklerin altında kalarak kayboluyor ve zaman duruyor.”
Bir yerden başlamak gerekir
Rölanti adlı anlatısında bütün mesele ‘olmak ya da olmamak’ olarak özetleniyor, işte insanın büyük yanılgısı bu. “Hep bir yerden başlamak gerekir” diyor Özcan bu hikayesinde, kahramanları Yadigar Haktanır, Sisyphos’u konuşturduktan sonra daktiloyu parçalayıp hikayeyi buruşturup attığını söylüyor.
Okuyucu ne okuyacağını bilse nasıl olurdu?
Bir çok yerde okuyucuyu konusuna dahil eden Özcan, okuruyla dertleşerek yazılarını sürdürüyor. Onlardan biri şöyle: “Bugünlerde aklıma giren çıkan hiç belli değil. Neyse, kimseye söyleme sen. Okuyucu, bundan sonra hangi cümleyi yazacağımı bilmediğimi öğrenirse fena bozulur. İdare edelim gitsin. Daha olmazsa sorarız. Nasılsa okuyucu da bundan sonra ne okuyacağını bilmiyordur. Bilse ilginç olurdu. İşsiz kalırdım. Mesela ben daktilonun başına oturduğumda, okuyucu ne okuyacağını bilse; 48. cümlede bir cinayet işleneceğini önceden bilir ve ben daha 32. cümlede filanken hemen polis çağırırdı. Polis 47. cümle bitmeden gelir katili alır götürürdü. Her şey yarım kalırdı o zaman. Şurada bir cinayet bile işlettiremezdik. Bu işler gittikçe sıkıcı oluyor zaten. Adam kadının boğazını sıkarken, bir yandan kadının gözleri kocaman kocaman açılıyordu ki, birden kadın ölmeye razı oldu. Oh!.. Neyse bugün de 48.cümleyi kazasız belasız yazmayı başardım.” Vadi yayınlarından çıkan kitap 132 sayfa. Yazarın diğer kitapları şöyle: “Altmışikiden Tavşan, Günlerin Gölgeleri, Ruh Yordamı, Kim Duma Dum Kime, Serçe Parmağı, Gözağrısı”