1. Süreyya (Nil Sakman / İthaki Yayınları)
“Bir varoluşun kaydını tutuyorum. Hepsi bu. Kendi varoluşumun kaydını. Ne söyleyebilirim? Hazırlıksız yakalandığım çaresiz bir hastalığı üstümden atmaya çalışır gibi bir ömür geçirdim,” diyerek başlıyor söze Süreyya.
“Ve öyküsü sessiz kalmış, kendi kendine yitip gitmiş diğer tüm kadınlar”ın coğrafyasını, alelade ya da olağanüstü tüm oluş hallerini işliyor. Kadınlığın ön bahçesinde kabul edilebilir oyunlar oynarken arka sokaklarında aynı kadınlığın en kuytuda kalmış düşüncelerini gün yüzüne çıkarıyor. Sıra dışı, meydan okuyan, direnen, pes etmeyen, bağıran ya da sessizliğe boğan bir kadının kendi gökyüzünü aydınlatmak için yıldızlarını göğe taşıması da denilebilir Süreyya’nın yaptığına. Ruhu cinsiyetsiz, bedeni kadın olan, bütün ayrımcılıkları reddeden birinin kendi olabilmek ve olduğu hali koruyabilmek adına en yakınlarına karşı verdiği mücadelenin öyküsü.
Nil Sakman, birçok metne gönderme yaptığı, feminist yazını bir basamak daha yukarı taşıdığı Süreyya’da ısrarla üzerinde durduğu tek bir benliğin “çoğul seslerini” duymamızı sağlıyor. Belki de baş kaldıran, kendine has ve özgün bu sese kulak vermek her şeyi değiştirecektir.
“İçinde bir yabancıyı taşıdığını düşünüyorsun. Binbir yüzü olan, seni oradan oraya sürükleyen bir yabancı. Saldırıya uğradığında bir canavara dönüşüyor. Rahatladığında miskin, uyuşuk, bencil birine. Dara düştüğünde somurtup oturuyor. Sen sandığın bu şeyi, koşulların belirliyor. Yolunu şaşırmış bir türün çocuğusun.”
2. Mildred Pierce (James M. Cain / Alakarga Yayınları)
Mildred yavaş yavaş, sürekli fren yaparak gidiyordu. İleride, molozun bittiğini, yolun açıldığını ve asfaltın simsiyah parladığını görünce gaza bastı. Fakat frene basar basmaz araba kaydı. Farlar söndü, motor durdu. Kocaman bir alana yayılan çamurlu su birikintisinin içinde yapayalnızdı. Ayağını frenden çekince arabanın çamura gömüldüğünü hissetti. Çığlık attı.
Aldatıldığını öğrendikten sonra hayata tutunmaya çalışan bir kadının çocuklarından birini kaybetmesi, diğerinin kibirli ve düşüncesiz tavırlarıyla uğraşması, yeni bir aşk, zenginlik, hayal kırıklıkları, başarılar, kayıplar…
Hayatın içinde var olan tüm duyguların ustalıkla işlenip okura aktarıldığı, 30’lu yılların Amerikasında yaşanan ekonomik krizin toplumsal yaşamı nasıl sarstığını anlatan Mildred Pierce, kendinizi kahramanların yeri koyacağınız keyifli bir roman.
3. Bizim Alzheimer Hikayemiz (Meryl Comer / Paloma Yayınevi)
Alzheimer konusunda aktif olarak çalışan, Emmy Ödüllü televizyon muhabiri Meryl Comer, Bizim Alzheimer Hikâyemiz isimli bu kitabında, kocasının Alzheimer hastalığıyla mücadelesini ona sonuna kadar evinde bakmayı seçmiş bir eşin gözünden anlatıyor.
Meryl Comer’in kocası Harvey Gralnick’e 1996’da erken başlangıçlı Alzheimer teşhisi konduğunda, Ulusal Sağlık Enstitüsü’nde hematoloji ve onkoloji araştırmasını yönetiyordu. Meryl kocasındaki değişiklikleri fark ettiğinde ona teşhis konabilmesi için yıllarca mücadele ederken sevdiği insanın ve hayatlarının uğradığı değişimin her ânını yönetmek zorunda kaldı.
Yazar bu yıkıcı durumu ve onun hem hastalar hem de hasta yakınları üzerindeki etkilerini büyük bir dürüstlükle kaleme alıyor. Comer gündelik gerçekleri ve hasta bakımının getirdiği ağır ve yıpratıcı sorumlulukları ayrıntılarıyla anlatırken, yanlış anlaşılan bu hastalık ve onunla yaşamaya ilişkin herkesin bilmesi gereken doğruları kişisel deneyimleri yoluyla ortaya koyuyor ve bu sağlık krizine bir ışık tutuyor.
Kendisini Alzheimer hastalığıyla mücadele etmeye ve kamuoyunda bu konuda farkındalık yaratmaya adayan Meryl, “Yaptığım hiçbir şey aslında benimle ilgili değil; amacım kimsenin sonunun benim gibi olmamasını sağlamak,” diyor.
Bizim Alzheimer Hikâyemiz, hasta ya da hasta yakını olarak toplumun büyük kısmını hedefine alan Alzheimer hastalığı ve onun yol açtığı derin ve büyük hasarı anlamak için büyük bir içtenlikle kaleme alınmış en doğru kaynaklardan biri.
“Bizim Alzheimer Hikâyemiz, yaşlanma ve sevdiklerimize bakma ile ilgili bizim kuşağın düşüncelerine meydan okuyan fevkalade ve dokunaklı bir hikâye. Bakım, sevgi ve iyileşme üzerine muhteşem bir yolculuk.” —Tom Rath
4. Gülsün, Agavni, Zilha (Tomris Alpay / Ayizi Kitap)
“Bizim çarşı esnafı çoğunlukla okunmuş gazeteleri un ve suyla yapıştırıp kese kâğıdı olarak kullanır. Kese kâğıtları o gün bütçenizin el verdiği alışverişi dışarı vurmaz, saygılıdır, içindekileri meraklı gözlerden gizler. Her birinin gizli bir öyküsü de vardır. Ev kadınları, yaşlılar, yaz tatilinde çocuklar ev bütçesine katkıda bulunmak için kese kâğıdı yaparlar, filelerine koyup kimse görmeden alıcılarıyla buluştururlar. Fileyi taşıyan kişiyle kese kâğıdı yapanların öyküleri birbirine sarılır.”
Tomris Alpay, 1950’li yıllar İstanbul’undan kadın hikâyeleri anlatıyor bize. Gülsün’ün, Agavni’nin, Zilha’nın, Nurhayat’ın, Eleni’nin… Üzerinden sürgünler, yangınlar, aşklar, özlemler geçen hayatlar. Üstü güzelce örtülüp fırına gönderilen tepsiler, bahçeler, renkli ampuller, akşamsefaları, kediler…
5. Devrim Öyküleri (Kolektif / Dipnot)
Bundan 100 yıl önce St Petersburg’da ayaklanan işçiler Çar’ın sarayına girdi ve kurtuluş arayışındaki insanlığa bir kapı araladı, başka bir dünyanın mümkün olduğunu gösterdi. Tarihsel dönemlerin en buhranlı anlarından birinde gerçekleşen bu altüst oluşla birlikte, fikirden gerçeğe dönüşen bir toplumsal proje tarih sahnesinde yerini aldı. Elinizdeki kitap, insanlık tarihinin en büyük toplumsal değişim hareketlerinden biri olan 1917 Ekim Devrimi’nin 100. yıldönümünü vesilesiyle, okuru o ânın ruhuyla hemhal kılmayı amaçlayan bir bölük öyküden oluşuyor.
Bu öykülerde devrimin ayak seslerini duyan egemenlerin telaşına, ezilenlerin coşkusuna, kimileyin yaşanan hayal kırıklıklarına tanık olacak, yeni bir dünya arayışına ilişkin bu büyük deneyimi edebiyatın gücüyle duyumsayacaksınız. Devrimin ateşli yılları, büyük olayları ve renkli karakterleri olanca canlılığıyla bu seçkide okurla buluşuyor…
6. Kuşlar, Köstebekler ve Tanrılar (Fazıl Sayın / Çolpan Kitap)
Yeraltı zenginliklerinin Kocagümüş Köyü’nden yarattığı erken bir şehir Balya. Sanayi Devrimi sonrasında hammadde ihtiyacını karşılama arayışına giren sömürgeci Avrupa ülkelerinin Osmanlı coğrafyasında girdiği ilk yerlerden biri. Balya Madenleri, önce bir Alman şirketi, ardından bir Fransız şirketi tarafından işletilir. 1892’de bir Fransız şirketinin kurduğu Balya Karaaydın Madenleri Osmanlı Anonim Şirketi, 1939’a kadar Türkiye’nin yeraltı zenginliklerinden bir bölümünü Avrupa’ya taşır. Bu arada, küçük bir köyden bir şehir doğar.
Maden; Türkiye’de ilk işçi göçü dalgasına yol açar, ilk işçi eylemini ve grevi hazırlar. Maden işletmesi aracılığıyla taşrada elektriğe ve demiryoluna kavuşan ilk yerleşim bölgesidir Balya. Avrupa’dan gelen yatırımcı aile, teknisyen ve uzmanlarla yurt içinden gelen işçilerin oluşturduğu kültürel hayat, Balya’nın çokkültürlü bir yapı kazanmasını sağlar. Elbette, “Kuşlar, Köstebekler ve Tanrılar”ın hayatı birbirinden farklıdır.
Emek ve sömürü, çaresizliğin çözdüğü geleneksel değerler, taşranın günlük hayatı, Avrupa ile Türkiye arasındaki zihniyet farkı, “Kuşlar, Köstebekler ve Tanrılar”da sürükleyici bir anlatım ve klasik bir kurgu ile değerlendiriliyor. Fazıl Sayın; karakter canlandırmadaki başarısı, diyaloglardaki rahatlığı, olay örgüsünde gösterdiği sağlamlıkla dikkat çektiği kadar tarihsel olana yaklaşımıyla da tarihsel roman janrında özgün bir kimlik olarak beliriyor. Kuşlar, Köstebekler ve Tanrılar’da, tarihsel olanı, üretim ve insan ilişkileri dolayımında kurguya dönüştürüyor. Böylece tarihin ışığını yılların dehlizinden geçirip günümüze düşürerek merakla okunacak bir roman sunuyor.
7. Amerikan Masalları (Lyman Frank Baum / Maya Kitap)
Kovboylar ve haydutlar diyarı Amerika’dan masallar…
Dünyadaki birçok ülkeden daha genç olan Amerika’nın modern şehir hayatının, masallarına da yansıması kaçınılmazdır.
Oz Büyücüsü’nün yazarı L. Frank Baum’un derlediği bu 12 eğlenceli masalla renkli bir dünyaya yolculuk edeceksiniz.
Günümüzün modern Amerika’sının kültürünü gözler önüne seren bu masallarda at sırtında kovboylardan küçük kanatlı perilere, bir anda can bulan hayvanlardan büyücülere kadar pek çok ilginç figür yer alıyor.
Geçmişle geleceği birbirine bağlayan bu masallar, masal seven herkesin kitaplığında bulunmalı.
8. Mor Mahzen (Deniz İnan / Artshop Yayıncılık)
LU ’TA
Gözlerin
Yangından kıvılcım kaçıran manik bir bulut
Sana arsızlığımı gündüzlemek yakışır
Çalışsın örs
Kırılsın gürz
Her aşk biraz ayrılık meraklısıdır
9. Yemek ve Ulusal Kimlik (Emrullah Ataseven / Ayrıntı Yayınları)
Bu kitap, milliyetçi siyaset ile küresel kapitalizm bağlamında, yemek ile milliyetçilik arasındaki ilişkiyi kapsamlı bir şekilde incelemektedir. İktidar ve otoritenin elinde yemek bir milletin biçimlendirilmesine yönelik olarak kullanılan bir araca dönüşür. Yemeğin ulusal otantikliğine dair sembolik tartışmalar da bunu uluslararası bir çerçeveye taşır. Ichijo ile Ranta yemeğin siyasetle bu denli iç içe geçmiş olmasını masaya yatırmaktadır. Milliyetçilik çalışmalarında ihmal edilmiş olan bu konu bu eserde Japon usulü makarnadan Filistin-Arap yemek kültürünün İsrailleştirilmesine ve ulus devletlerin uluslararası arenada yürüttükleri gastrodiplomasiye kadar ele alınmıştır…
10. Devlet: Yapma Dev (A. Ceren Okur / Epos Yayınları)
Minerva’nın Genç Baykuşu 2. kitapla “bu şafakta” devleti anlatmak için uçuyor.
Devlet nedir?
Aileleri, köyleri ya da toplulukları askerlerin koruduğu sınırların içinde devlet adı altında birleştiren nedir?
Devlet biz insanlardan ve toplumumuzdan ayrı DEV bir makine mi? Devlete ne zaman ve neden ihtiyaç duyduk, bizi çepeçevre saran bu DEV’i nasıl yaptık? Ya da kendi elimizle yaptığımız, varımızı yoğumuzu verdiğimiz bir Saray mı? Bu DEV makine ya da Saray’ın tüm insanların ihtiyaçlarını karşıladığı görüldü mü? Herkese eşit ve âdil mi? Kimlere ait?
Siyaset bilimci Melahat Kutun, her şeye ve her yere hakîm olan devleti anlatıyor:
Devletin parçalarını, güçlerini, insanların devletle, devletin insanlarla ilişkilerini…
11. Asya Çağını Açan Devrimler 1905-1911 (H. Zafer Kars, Emrah Maraşo / Kaynak Yayınları)
1905 Rus Devrimi, 1906 İran Meşrutiyet Devrimi,
1908 Genç Türk Devrimi, 1911 Çin Devrimi, 1911-1921
Moğolistan Bağımsızlık Savaşı ve Halk Cumhuriyeti…
Bu devrimler, “barbar ve gelişmeye kapalı” denilerek damgalanan Asya’nın dinamizmini göstermesi ve
Avrupa merkezci, gerici-emperyalist teorileri çürütmesi bakımından önem taşıyor.
Ülkemizde demokratik devrimler üzerine yapılan yayınların hemen hepsi Batı coğrafyasını kapsamakta. Oysa emperyalizm çağıyla birlikte Asya ayağa kalktı ve bugün dünyanın
geleceğini belirleyen bir rol oynuyor.
Bu kitapta, ayağa kalkan Asya halklarının, sıradan insanların, işçilerin, köylülerin, devrimlerin gerçek kahramanları, bugün bir yıldız gibi parlayan Asya kıtasının hazırlayıcıları olduğunu göreceksiniz.
12. Serseri Standartları Sempozyumu (Vecdi Çıracıoğlu / İletişim Yayıncılık)
Dostlar…
Çalışma ahlâkına karşı öncü isyan hareketinin temellerini oluşturan bu sempozyumda, insanın materyalizmden arındırılmasıyla ucuz yemek yemenin yolları gibi konuları gündeme getirerek ele alınmasını sağlamaya çalışacağım. Yaşasın Tüm Ülkelerin Serserileri… Yaşasın Yolların Filozofları… “Tüm Ülkelerin Serserileri Birleşiniz…”
Vecdi Çıracıoğlu tek katmanlı bir edebiyatla mücadeleye girişiyor; yeni katlar çıkıyor, sonra birden yeraltına dalıyor ve karınca yuvası gibi bir roman yaratıyor. Islak kibritle ateş yakabilenlerin, mantarlı şişeyi aletsiz açabilenlerin ve yokuş yukarı zikzak çıkabilenlerin toplanacağı bir sempozyum ancak böyle bir romanda gerçekleştirilebilirdi. Serseri Standartları Sempozyumu yerleşik ütopya anlayışını altüst eden, Bilge Serserilerin kendi “yokülke”lerini yarattığı bir “tuhaf roman”.
13. Hannah Arendt-Yaşam Bir Anlatıdır (Julia Kristeva / İletişim Yayıncılık)
“Düşünce, irade gösterme ve muhakeme onu felsefi gibi görünen tefekkürlere, tıpkı politikanın kendisine yaptığı gibi felsefeyi parçalarına ayıran tefekkürlere yöneltir ve bunlar, özgürlüğe bakmak için yeni bir yol, bilhassa Arendtçi olan yeni bir yol tasarlamaya devam eder.” “Bağışlama eyleme değil, kişiye hitap eder. Birisi cinayeti ya da hırsızlığı bağışlayamaz, sadece katili ya da hırsızı bağışlayabilir. Bağışlama, bir şeyi değil de birisini amaçlayarak, kendisini bir sevgi eylemi olarak açığa vurur; fakat sevgi olsun ya da olmasın, bağışladığımız kişiyi dikkate alır.”
Arendt’in insani etkinliği, düşünüşü, muhakemeyi ve eylemi odağa alan felsefesi üzerine değerlendirmelerin, günümüzün otoriter, hatta kimilerine göre totaliter atmosferinde tekrar hararetlenmesi basit bir tesadüften ibaret değildir. Kamusal insanın, dahası bir bütün olarak “kamusal olan”ın erozyona uğradığı bu günlerde, Kristeva’nın eseri bir çağrıda bulunuyor. Hannah Arendt: Yaşam Bir Anlatıdır, eylemin “anlatı” ile olan bağını anlamada bizlere bir izlek sunarken, olan bitenin berisindekini kavramamızı sağlayacak estetik ve felsefe ilişkisi
üzerine yeniden düşünmeye davet ediyor. “Anlatı derhal paylaşılan eylemdir ve dolayısıyla ilk politik eylemdir.”
14. Elza’nın Piyanosu (Şafak Kuzucan / Sokak Kitapları Yayınları)
Zihninde kaybolan Steven git gide kendisine yabancılaşır. Londra şehir hastanesinden yuvaya(İrlanda da yer alan uluslararası psikiyatri kliniği) sevk edildiğinde dış dünyayla da bağlantısı kopar. Yapılan tetkikler sonucu beyninin ön lobundan salgılanan DZA adı verilen kimyasal maddenin yaşadığı algı karmaşasına ve psikozlara sebep olduğu anlaşılır. Steven yaşadığı psikozlar sonucu olarak kendisini Mark olarak tanımlar ve kendisine ait olduğunu düşündüğü hayatın peşine düşer…
15. Tilkinin Ziyafeti (Alev İnan / Yeni İnsan Yayınevi)
İçinizdeki tilkileşmiş kadının ruhu, keşfedilmek üzere orada bekliyor!
Daha önce mitolojik karakterleri ve öykülerini günümüze uyarlayan, bazen de kendi mitolojisini yaratan tarzı ile farklı bir kulvarda ön plana çıkan yazar Alev İnan, bu defa Japon mitolojisinin en ilginç karakterlerinden biri olan Tilki Ninko’yu tilkileşen bir kadının hikayesinde başkahraman olarak günümüze farklı bir şekilde, geleneksek kalıplardan uzak bir şekilde uyarlıyor.
Tilkinin Ziyafetiadlı romanında Alev İnan, bir kadının kayıplar yaşadığı hayatının travmatik bir döneminde, duygularını, özel hayatını, geçmişini, her şeyi ve herkesi sorguladığı karanlık bir yolculuğa adım atışını anlatıyor. Bu engebeli yolun rehberi, ölen annesinin dolabında keşfettiği müstesna birTilki. Yolculuğun finali ve öykünün doruk noktası ise bir arkadaş toplantısı…
Yazar kitabında “güya” dostlukları yakın mercek altına alırken, “görünürdeki” samimiyetlerin ve toplumun bireyden beklentilerinin başkahramanı nasıl bir varoluş mücadelesi içine sürüklediğini, bunun sonucundaki dönüşümünü ve değişimini kendine özgü sıra dışı bir anlatımla dile getiriyor.
Kitabın kahramanı Karmen, hayatla olan kavgasında benliğinin iyileşmemiş yaralarına son bir kez tuz basarken, ‘başkalarını’ da kendi gerçekleriyle yüzleştiriyor.
16. Defterimdeki Şehirler (Tarık Deniz / Karakum Yayınevi)
Şehirler, mahalleler, caddeler, sokaklar ve evler… Her biri içinde sayısız hikâyeyi dokuyan, acıları onaran, huzuru paylaşan ve bir olmayı sağlayan damarları barındırır. Bu damarlar insanın hem maddi hem de manevi havasını zaman zaman değiştirir. Etrafa bakışını, sesleri duyuşunu, yürüyüşünü ve düşüncelerini değiştirir. Bir şehre uzaktan bakmakla yakından bakmak arasındaki fark, yazararak giderilir. Yazma süreci, şehrin dehlizlerine daldıkça derinleşir. Bu derinlikten benzersiz cümleler ortaya çıkar. Kelimeler bazen bir seyyahın bazen de bir şairin yaşam ahengini hissettirir.
Tarık Deniz, Defterimdeki Şehirler adlı kitabıyla edebiyatımızda daha önce benzeri görülmemiş bir tecrübe aktarımı yapıyor. Olağanüstü bir emekle ortaya çıkan metinlerinde arayan, sorgulayan, gezen, gören ve yaşayan bir ruhun izlerini okuyucuya sunuyor. Not alma titizliğini Türkçenin tüm lezzetiyle önce satırlara, sonra da sadırlara döküyor. Bir şehrin sanki birbiriyle hiç ilişkisi olmayan en ufak detaylarını tadına doyum olmaz bir zihin haritasıyla birleştiriyor.
Gustave Flaubert, Gerard de Nerval, Marco Polo, İbn Batuta, Evliya Çelebi gibi hem ünlü yazarların hem de ünlü seyyahların, kısacası meraklı büyük ruhların misafir edildiği sayfalar; seyahat ve edebiyat arasındaki ilişkiyi çok zengin bir kaynakçanın desteğiyle anlatıyor. Okuyucu bu sayfalar arasında gezinirken bazen bir serüvenin içinde bulabilir kendisini. Bazen de hiç bitmesini istemeyeceği bir romanın. Tarık Deniz bu her yönüyle özgün olan eseriyle gezi yazınına çok büyük bir değer katarken her yaştan ve her kesimden okuyucuya nereyi adımlarsa adımlasın kalbinin sesiyle hareket etmesi gerektiğini de mütevazı bir üslupla nasihat ediyor.
Defterimdeki Şehirler, Türk okuyucusunun daha önce karşılaşmadığı tatta, yepyeni bir misafir. Bu misafirliğin tüm kitaplıklarda çok uzun yıllar boyunca süreceğini düşünüyoruz.
17. Kapıdaki Yüzler (Yıldırım Türk / Ötüken Neşriyat)
Uçsuz bucaksız ovada yalnızlık yoldaşın olmuştu. Dost maskesi altında kim bilir kaçıncı defa sınanıyordun! Doğruların vardı senin kişilere, zamana, mekâna göre değişmeyen. İnsanları kendinle ayarlardın. En çok bu yüzden sevmezlerdi seni; bu yüzden sözünü değersizleştirmeye, ayak oyunlarıyla gözden düşürmeye çalışırlardı. Ne olurdu koridorlarda ayna gibi dolaşıp varlığınla onların küçücük dünyalarını yerle bir etmeseydin! Donuk bakışlarında nelerin saklı olduğunu kim bilebilirdi ki? Aynı mekânda, aynı havayı solumak birbirini anlamak için yeterli miydi? Bilimden arta kalan o geniş zamanlarda kapalı kapılar ardında senden söz açılırdı. “O tuhaf adam mı?” diye yüzlerinde muzip bir tebessüm belirirdi. Ahmaklığından dem vurularak ayağına gelen fırsatları geri teptiğine gülünürdü. Kafanı kitaplardan kaldırmaman, edebiyattan başka konularda konuşmaman hatta çoğu zaman suskunluğa gömülmen dert olurdu arkadaşlarına. Senin durumunda olmadıkları için şükrederlerdi hâllerine. Bu nasıl dünyaydı böyle?
18. Zamanın Küresel Dönüşümü: 1870-1950 (Vanessa Ogle / Koç Üniversitesi Yayınları)
19. yüzyıldan itibaren hızla küreselleşen dünya için zaman çok şey ifade ediyordu. İlerlemeyle eşzamanlı adım atmak, zamanın modern şekilde yönetilmesini ve düzenlenmesini gerektiriyordu. Rasyonel ve verimli zaman kavramı, devletleri ve idarecileri de etkisi altına aldı. Trenlerin ve telgrafların, programların ve çizelgelerin rasyonel zamanının ince ayarlarını yapmak, bunların idaresini elverişli hale getirmek, ulusal sınırların üstüne teknokratik bir zaman ağı atmaya hevesli ulus devletlerin temel uğraşlarından biri oldu. Ancak ulusal zamanların rasyonel ve verimli olabilmesi, diğer ulusal zamanlarla bütünleştirilmelerine bağlıydı.
Zamanın Küresel Dönüşümü, küresel zaman reformunun tarihini ele alıyor. Hikâye, ortalama zamanların Fransa ve Almanya’da ulus genelinde uygulanmasıyla başlıyor, ardından Britanya’ya uzanıyor. Avrupa ve Kuzey Amerika’da ülkeler genelinde yayılan ortalama zamanların belgelenmesinden sonra, sömürge ve sömürge karşıtı bir örnek olarak Britanya Hindistanı’nı ele alıyor. Batılı ve sömürge olmayan geç Osmanlı vilayeti Beyrut’ta Arap entelektüeller ve reformcuların zaman yönetimi üzerine tartışmalarına değiniyor. Doğu Akdeniz’deki Müslüman âlimlerin bakış açısını da sergiledikten sonra Milletler Cemiyeti’nin ve dünya genelinde yeniden düzenlenmiş bir dizi takvimi savunan pek çok bireyin ve hareketin incelenmesiyle sonlanıyor.