Bu hafta yine pek çok değerli kitap kitapçılarda yerini aldı. Ursula Le Guin’den Manuele Fior’a, Enis Batur’dan Cem Akaş’a kadar pek çok değerli ismin kitaplarından oluşan 25 kitaplık öneri listemizi sizler için hazırladık.
1. Dünyanın Kıyısında Dans (Ursula K. Le Guin / İthaki Yayınları)
“Basılan kitapların fikirlerini hic¸bir zaman degˆis¸tirmemek gibi bir sıkıntıları var,” diyor Le Guin, Dünyanın Kıyısında Dans’ın önsözünde ve “feminizm, edebiyat, seyahat ve sosyal sorumluluk” başlıkları altında topladığı elli metninde modern edebiyattan menopoza, ütopya düşüncesinden rodeoya, aile planlamasından sansüre, J.R.R. Tolkien’den Italo Calvino’ya kadar çeşitli fikirlerini güçlü, kıvrak ve oyunbaz üslubuyla bir araya getiriyor. Kelimelerin kadim büyücüsü Le Guin 1976-1988 arasında yazdıklarıyla, onlarca sene sonra dahi günümüzü doğrudan etkilemeye devam ediyor…
“…ister sanat, ister bilim, ister teknoloji, ister şirket yönetimi, ister yatağın altını süpürmek olsun, neye yeteneğiniz varsa onu yapmanızı; size sırf bir kadın yaptığı için bunun ikinci sınıf bir iş olduğunu söylediklerinde cehenneme kadar yollarının olduğu yanıtını vermenizi ve eşit işe eşit ücret kazanmanızı umuyorum. Hükmetme ve hükmedilme ihtiyacı duymadan yaşamanızı umuyorum. Hiç bir zaman kurban olmamanızı umuyorum ama başkaları üzerinde erk sahibi olmamanızı da umuyorum. Başarısız olduğunuzda, yenildiğinizde, acı çektiğinizde, karanlıkta kaldığınızda karanlığın sizin yurdunuz, hiç bir savaşın olmadığı ve hiç bir savaşın kazanılmadığı ama geleceğin olduğu, yaşadığınız yer olduğunu hatırlamanızı umuyorum…”
2. Uzayda Piknik (Boris Strugatski, Arkadi Strugatski / İthaki Yayınları)
“Heyecan verici, canlı ve hoş… Girift olaylar, yaratıcı detaylar içeren, etik ve entelektüel açıdan sofistike bir eser.” —Ursula K. Le Guin
“Mükemmel… Strugatskiler’in sadakati ve hırsı, dostluğu ve aşkı, umutsuzluk ve tükenmişliği marifetli ve yetenekli şekilde ele alması ortaya şahane bir hikâye çıkarıyor. Yıllarca unutulmayacak bir kitap.” —Thedore Sturgeon
Arkadi ve Boris Strugatski, entelektüel açıdan kışkırtıcı, inanılmaz eğlenceli, cesur ve eleştirel kitaplarıyla “Sovyetler döneminin en büyük bilimkurgu yazarları” sıfatını hak eden yegâne ikili. Uzayda Piknik ise yazarların en ünlü ve ilham verici romanı.
Uzaylılar dünyanın beş bölgesini ziyaret etmiş ve giderken geriye “atıklarını” bırakmışlardır. Bu atıklar, tüm dünyada bir gizem yaratır ve endüstri ve bilim çevrelerinin de odak noktası haline gelir. Atıkların bulunduğu yerler “bölge” olarak adlandırılarak karantina altına alınır ve bu bölgeler çevrelerindeki şehirleri ekonomik ve sosyal açıdan etkilemeye başlar.
Redrick Schuhart, bölgeden uzaylı atıklarını kaçırıp satan bir “stalker” yani bir iz sürücüdür. Çoğu insan gibi, hayatı yasak “bölge” tarafından şekillendirilen Red ve bilim insanı arkadaşı Kiril’in bir “zamazingo” elde etmek amacıyla buraya yaptıkları yolculuk ise beklenmedik olaylara sebep olur… Tarkovski’nin Stalker ismiyle beyaz perdeye uyarladığı felsefi hikâye de işte burada başlar.
Uzaylıların dünyaya yaptığı bu ziyaret bir piknikten mi ibarettir? Yoksa arkasında insan aklının alamayacağı bir gizem mi yatmaktadır?
3. Atların Plakası Olmaz (Ediz Altun / Martı Yayınları)
Günah keçisi kendisi mi seçilmişti yani? Günah keçileri, hep başka insanlar olmaz mıydı? Haberlerde başına kötü şeyler gelen binlerce insan, kendisinden hep çok uzakta değil miydi? Uçak kazalarında veya terör olaylarında hep başkaları ölmez miydi? Hep başkalarının başına düşmez miydi tuğlalar ya da denizde çok açıldıkları için hep başkaları kaybolmaz mıydı? Seller ve depremler hep başka yerlerde olmaz mıydı? Başkalarına çarpmaz mıydı yıldırımlar, göktaşları? Şimdi onlardan biri mi olmuştu. Bu reva mıydı mühendis Kaan’a?
Modern zaman Türkiye’sinde tükenmişliğin ve çözümsüzlüğün pençesinde bir adamın hikâyesi bu. Manipülasyonun gücünü iliklerinize dek hissedeceğiniz, laptop kameralarınıza bant çekmeyi yeniden düşüneceğiniz, bir çırpıda okunacak bir macera.
4. Saniyede Beş Bin Kilometre (Manuele Fior / BAOBAB)
Lucia ile Piero arasındaki ilişkiyi okuyucuyu zaman ve mekanda yolculuğa çıkararak anlatan “Saniyede beş bin kilometre”de yazar Manuele Fior, aynı zamanda bir neslin portresini çizmeye soyunuyor: Otuzlarını devirmiş, huzursuz ve arayış içinde bir nesil. Kaçma isteği ile köklerine dönüş nostaljisi arasında kalmış… Hayata dair binlerce seçenek önünde sıralanmışken bunların arasından kendisine en uygun olanı bulmaya çalışan, bu amaçla farklı diyarlarda maceralara atılan, yeni yollara düşmekten geri durmayan ve zaman zaman kaybolan bir nesil.
2011 yılında Uluslararası Angoulême Çizgi Roman Festivalinde büyük ödülü de kazanan İtalya-Norveç-Mısır üçgeninde geçen bu modern zaman aşk hikayesi, çizerin nefes kesen suluboya çizimleriyle canlanararak enfes bir grafik anlatı örneği sunuyor.
5. Kardinal Kuşu (Ülkü Yalım Günay / Ayizi Kitap)
“Ayak ucuna oturup loş sabah ışığında bakıyor kadına. Alnında belirmiş birkaç derin çizgi var. Duru cildi azıcık matlaşmış ama hâlâ güzel. Uzun, kumral saçlarında bir tek ak bile yok. Kapalı ve gergin göz kapaklarının üzerinde belli belirsiz mor gölgeler. İnce ve pırıltılı kaşları, göze batmadan tamamlıyor portresini. Evet, hâlâ güzel. Sonra birden, ‘Böyle derin derin uyurken, ne görür bu kadın rüyasında?’ diye bir soru getiriyor şeytan aklına. ‘Yakışıklı erkeklerle kırıştırıyor mudur?’ Elinden gelse düşlerini sansürleyecek. Kendisiyle yatmayalı çok uzun zaman oldu. Dokunduğu an küstüm otu gibi içine kapanıveriyor, midesi bulanıyormuş gibi buruşuyor yüzü.”
Orta yaşlı, yetişkin çocukları olan, başkalarının gözünde neredeyse mutlu bir çift. Üniversiteyi bitirir bitirmez evlenmişler. Çocuklar evden uçmuş gitmiş, güzel yemekler yapan, becerikli, ağırbaşlı kadın ile hep yazmak yahut edebiyat dergisi çıkarmak isteyen adam kalmış evde. Ne uyumlu bir çift! Adam her gün işten çıkınca meyhaneye gider, kadın pencerede adamın gelmesini bekler. Ne uyumlu bir çift! Kadın, adamın kusmuklarını siler, adam sabahları ayılmak için bol sarımsaklı çorbası hazır olsun ister. Ne uyumlu bir çift! Adam, kadının yaptığı yemekleri de, aldığı giysileri de, söylediği sözleri de beğenmez, kadını handiyse işe yaramaz akılsızın teki olduğuna inandırır, kadın ise içinde mutsuzluk, tiksinti ve öfke biriktirir. Ne uyumlu bir çift! Biriken bu öfkeyle, şiddetle adam ve kadın ne yapar? Ülkü Günay Kardinal Kuşu’nda kahramanlarının geçmiş hikâyelerini de ihmal etmeden işte bunu anlatıyor.
6. Y (Cem Akaş / Can Yayınları)
Y kromozomunun yeryüzünden silinmiş olduğu, artık yalnızca kadınların yaşadığı bir dünya. Geçmişin siyasetinden, ekonomisinden, toplum yapısından, kültürel birikiminden, ilişki biçimlerinden nefret edilen bir dünya bu, çünkü hepsi erkek yapımı. Artık yeni kurallar var, çünkü eski insanlar yok.
Constantine, böyle bir dünyaya doğan bir erkek çocuk. Nasıl olduğu bilinmiyor. Onu kapılarının önünde bulup evlat edinen iki kadın, oğullarını tam bir kız gibi yetiştiriyor ve cinsiyetini herkesten –özellikle de devletten– gizlemeyi başarıyorsa da, bu yolun sonunun kısa sürede gelmesinden korkuyorlar.
Y, kadınlar ve erkekler üzerine, arada sıkışmalar ve geçişler üzerine, toplum üzerine, ama en çok da koca dünyada yapayalnız kalmak üzerine bir mücadele romanı.
7. Kara Melek (Antonio Tabucchi / Can Yayınları)
“Geçmişte olan şeyler geri döner; ısrarla, dilenerek, imalı sözlerle kapımızı çalarlar. Çoğunlukla dudaklarında bir gülümseyiş vardır; oysa insan kanmamalıdır, aldatıcı bir gülümseyiştir o. Ve o arada biz hayatımızı yaşarız, yazarız – bizi menzile doğru sürükleyen bu yanılsamada ikisi de aynı şeydir zaten.”
Öyküleriyle okurlarını imgelerle yüklü yolculuklara sürükleyen Tabucchi, kalemini bu kez insan ruhunun kuytularına itilen ve günün birinde şu ya da bu yolla açığa çıkan karanlık yanlara yöneltir. İlk olarak 1991’de yayımlanan Kara Melek öyküleri kötücüllüğü, nefreti, zorbalığı, ihaneti, düş kırıklığını, yalnızlığı ve korkuyu düşsel bir temellendirmeyle, şiirsel bir dille görünür kılar. Öykülerin içinden süzülen “melekler”, yazarın deyişiyle tüm melekler gibi “zorlayıcı yaratıklardır”, onların tüyleri yumuşacık değil, “kısacıktır, diken gibi batar”. Tek tip olmadıkları gibi, barındırdıkları anlamlar da hayatın kendisi gibi çok katmanlıdır. Nasıl ki Tabucchi’nin kurmaca dünyasında şimdi, geçmiş ve gelecek, bu dünya ve “öte dünya” arasındaki sınırlar geçirgense “iyi” ve “kötü”nün de belirlenegelmiş sınırları kayganlaşır, akışkanlaşır… geriye sadece insan ve duyguları kalır.
8. Babalar ve Kızları (Mary Talbot / Desen Yayınları)
Tarihin her döneminde ötekileştirilen kadınlar
İngiltere’deki kadınların 20. yüzyıl başındaki oy hakkı mücadelesini anlattığı Öncü Kadınlar isimli kitabıyla tanınan Mary & Bryan Talbot’tan 2012 Costa Biyografi Ödüllü bir grafik roman: Babalar ve Kızları
Yazar Mary M. Talbot, kendi babasıyla ilişkisi ile James Joyce’un, kızı Lucia’yla ilişkisini paralel bir anlatıyla bir araya getiriyor. Babalar ve Kızları, aile içi baskı ve şiddete ayna tutuyor.
Kitap, dönemler ve toplumlar farklı olsa da kadınların yaşadıkları zorlukların hiçbir zaman değişmediğine vurgu yapıyor. Babalar ve Kızları, “ötekileştirildiği” için hayallerinin peşinden koşamayan bütün kadınların manifestosuna dönüşüyor.
Babası tanınan bir James Joyce uzmanı olan yazar Mary M. Talbot kendi çocukluğu ile James Joyce’un kızı Lucia Joyce’un çocukluğunu eşzamanlı akıp giden özel bir anlatıda buluşturuyor. Yaşadıkları toplumsal dönemler arasında zaman farkı olsa da kitap, paralel kurgusu sayesinde iki ayrı kadının baskıya ve toplumsal cinsiyet hiyerarşisine maruz kalmaları gibi ortak noktaları tüm açıklığıyla ortaya koyuyor. Babaların kızlarıyla olan inişli çıkışlı ilişkilerine odaklanan bu dikkat çekici grafik roman, toplumda baskı gören kadınların gönüllü elçiliğini üstleniyor.
Çizer Bryan Talbot, iki ayrı kadının hareketli dünyalarını sinematografik bir estetikle yansıtıyor. James Joyce, kızı Lucia Joyce ve o dönemin toplumsal koşulları ve sanat camiası hakkında pek çok bilgi içeren kitabın sayfalarında, Samuel Beckett’ten Josephine Baker’a ve Isabel Duncan’a kadar edebiyat ve sanat camiasının pek çok ünlü ismi Babalar ve Kızları’nda yeniden hayat buluyor.
“Babalar ve Kızları, son yıllarda gördüğüm en iyi grafik romanlardan biri.” —Joe Sacco
9. Bırak Sokaklar Anlatsın Bizi (Önder Abay / Desen Yayınları)
Bu kitap İstanbul’un öteki yüzünü, hepimizin içinde yuvarlandığı keşmekeşi, bozulan siluetimizi, kaybolan değerlerimizi, her biri bir roman olamasa da iyi bir romana konu olabilecek hikâyelerle sokağın karakterlerini anlatıyor.
İstanbul… Vedat Türkali için kirli yüzlü çocuklar ve karanlık sokaklar, Nâzım için hasretle ulaşılmak istenen limandır.
İstanbul… Andersen’in masalına gözyaşı sokabilen, Yaşar Kemal’i Galata Köprüsü’nün altında kartonların üzerinde yatıran, en namlı kabadayıları dişleri arasında çiğneyen, imparatorlukların hatırasını sırtında taşırken bir de müteahhitlerin yükünü ensesiyle kaldıran şehir…
Bu şehir elbette ki herkese her şeyi yapabilir.
10. Önce İstanbul Sonra Hep Cunda (Deniz Çöğendezoğlu / Yitik Ülke Yayınları)
İstanbul’dan Ayvalık’a uzanan bir yolculuğun kitabı… Cunda’yı özleyenlere…
Büyük kentlerden kaçış noktaları arasında öyle bir ada var ki, diğer hiçbir yere benzemiyor… Oranın adı Cunda, diğer adıyla Ali Bey Adası… Önce İstanbul Sonra Hep Cunda, Deniz Çöğendezoğlu’nun İstanbul’dan Cunda’ya yaptığı uzun yolculuğu, Cunda’da yaşadıklarını ve biriktirdiklerini anlatıyor. Ada insanlarıyla, anılarla, karşılaşmalarla ve tanıklıklarla dolu özel ve düşsel bir Cunda kılavuzu bu kitap. Cunda’ya dair fotoğrafların ve çeşitli çizimlerin de eşlik ettiği metinlerde adı bugün unutulan pek çok ada insanı yeniden hayat buluyor, geçmişten bugüne sesleniyor. Ayvalık kültürüne bir katkı Önce İstanbul Sonra Hep Cunda… Cunda’yı özleyenler için bir bilet her öykü… Çünkü Cunda, her zaman çağırır…
11. Geleceği Yazanlar Kulübü (Laura J. Snyder / Altın Kitaplar)
Geleceği Yazanlar Kulübü bilimi ve dünyayı dönüştüren dört adamın, 1800’lerin başında Cambridge Üniversitesi’nde öğrenciyken tanışan Charles Babbage, John Herschel, William Whewell ve Richard Jones’un hikâyesidir. 17. yüzyılda gerçekleşen bilimsel devrimden beri hiçbir ilerlemenin olmadığını düşünen bu dört arkadaş, aynı zamanda Cambridge’in eski öğrencilerinden biri olan ünlü bilim insanı ve filozof Francis Bacon’dan ilham alarak bilimde devrim yapmak üzere yola çıktılar. Bacon’ın dediği gibi “bilgi güç”tü ve “insanlığın yararı” için kullanılmalıydı. Sadece “bilim insanı” terimini bulmakla kalmayıp aynı zamanda mineraloji, matematiksel iktisat ve gelgit bilimi gibi alanların da temelini atan Whewell; ilk mekanik hesap makinesini ve modern bilgisayarın ilk prototipini icat eden Babbage; Güney Yarıküre göklerinin haritasını çıkaran ve fotoğrafın icadında belirleyici yeri olan Herschel; iktisat bilimini şekillendiren Jones…
Onlar yıldızların, denizlerin ve karanın haritasını çıkardılar… Modern dünyaya bilimin başrolde olduğu yeni bir biçim verdiler. Dostlukları, bitmeyen merakları ve bilime olan tutkularıyla tarihte umduklarından da büyük bir iz bıraktılar. Laura J. Snyder, bu kitapta işte bu olağanüstü serüveni anlatıyor. Sadece 19. yüzyıl biliminin ustalıkla çizilmiş portresini sunmakla kalmıyor, dünyamızın bugün üzerinde durduğu bilimsel temellerin kaynaklarını da etkileyici üslubuyla okurlara aktarmayı başarıyor.
“Bu eser o çağın bilimsel, sosyal ve kültürel boyutlarına tam anlamıyla hâkim. Snyder’ın anlatımıyla, yolları kesişen bu adamlar yaşamları ve fikirleriyle sahneye bir başyapıt koyuyor.” —Wall Street Journal
12. Laiklik, Vatandaşlık, Demokrasi (Haldun Gülalp / Metis Yayıncılık)
Laiklik, vatandaşlık, demokrasi konuları bugün Türkiye’nin çözüm arayan en yakıcı sorunları arasında. Kitapta yer alan ve tarihsel perspektifi kimi yerde Cumhuriyet döneminden önceye giden çalışmalar siyasal kültürümüzdeki bazı sürekliliklere ve dönüşümlere dikkat çekmeyi amaçlıyor, çünkü geleceğe dair geçerli bir vizyon oluşturmak için dünümüzü ve bugünümüzü anlamamız kaçınılmaz. Siyasal tarihimizdeki sürekliliklere rağmen, son yılların yol açtığı tahribat benzersiz nitelikte; bu durumdan bir çıkış gerçekleştiğinde ufak tefek düzenlemelerle yetinmek mümkün olmayacak, baştan aşağı bir yeniden inşa gerekecek. Üstelik sadece ülkemizde değil, dünya çapında bir yeniden inşa gündemde olmalı.
Rosa Luxemburg’un bundan yaklaşık yüz yıl önce literatüre soktuğu “ya sosyalizm ya barbarlık” öngörüsüne bugün gerçekten ulaştık. Kapitalizmin her gün gözümüze sokarak yaptığı yıkım ancak eşitlik, özgürlük ve dayanışmanın egemen olduğu yeni bir düzenin kurulmasıyla son bulabilir.
13. Şiddetin Eleştirel Tarihi (Brad Evans, Sean Michael Wilson / Dipnot)
Şiddet, yaşadığımız yüzyılı tarif ederken dilimizden düşmeyen ve yakıcılığını her geçen gün daha sarsıcı şekilde hissettiğimiz bir gerçeklik. Şiddetin olmadığı bir dünya düşlemenin bile yadırgandığı günümüzde, onu azaltmaya ve son kertede ortadan kaldırmaya yönelik her türden girişim, öncelikle düşünsel bir cesaret gerektiriyor: Klişelerden sıyrılma ve hakiki düşüncenin derinliklerine dalma cesaretini.
“Şiddet döngüsünü kırmak için ne yapmak gerekir?” sorusuna yanıt arayan bu grafik roman, Arendt’ten Fanon’a, Foucault’dan Butler’a, Said’den Sontag’a insanlık tarihinin en önemli düşünürlerinden bazılarının eleştirel yaklaşımlarına çizgilerle mercek tutuyor. “Başka bir dünya mümkün” diyenler için hem ufuk açıcı hem de soluk soluğa okunacak bir kılavuz…
14. Feminist Bir Yaşam Sürmek (Sara Ahmad / Sel Yayıncılık)
İkinci dalga feminizmin “Kişisel olan politiktir” önermesi, sosyal bilimlerin merkezinde bir gedik açtı. Sara Ahmed, bu gediğin çapını “Kişisel olan teoriktir” diyerek genişletmek, kuramsal olanın yaşamsal olanla ilişkisini yeniden kurmak için cüretkâr hamleler yapıyor; akademik çevrelerce dahi “radikal” olarak betimlenen bu hamlelerin gündelik olana içkinliğini gözler önüne seriyor. Düşüncemizle eylemlerimiz arasında bütünlüklü bir ilişki kurabilmenin, savunduğumuz değerleri hayatımıza yedirebilmenin keyifli ve bir o kadar çetin mücadelesine ışık tutuyor.
Feminizme tutunmak, onun çatısı altında mücadele etmek, sesinin yankısında kendini duymak; işyerinde, aile sofrasında, akademide, ikili ilişkilerde kazanılan her tecrübeyi eleştirel düşünceyle buluşturmak… Feminist bir yaşam sürdürmenin her şeyi sorgulanabilir kılmakla mümkün olduğunu vurgulayan Ahmed, öğrenmenin, deneyimlemenin, yaşam ile düşünce arasındaki çatışmalı sürecin hiçbir zaman sonlanmayacağını belirtirken sorgulamayan, kendi sınırlarını inşa eden her hareketin iflas etmeye mahkûm olduğunun da altını çiziyor.
“Umut olan yerde, zorluk vardır” diyerek önümüze çıkacak engelleri birer motivasyon kaynağına dönüştüren, feminizmin gerekliliği ve feminist bir hayatın nasıl sürdürülebileceğine dair coşkulu, davetkâr ve umut dolu bu metin, gözünü budaktan sakınmayanların, elini taşın altına koymaktan çekinmeyenlerin kolektif eyleminin bir davetiyesi niteliğinde.
“Feminizmin korku salmasına şaşmamalı; birlikte tehlikeliyiz.”
15. Moderato Cantabile (Marguerite Duras / Sel Yayıncılık)
Modern Fransız edebiyatının en güçlü kalemlerinden Marguerite Duras’dan müzikal tarzda ritimlendirilmiş, dolup boşalan her şarap kadehinde kesintiye uğrayan kısa sahnelerin birbirine eklemlendiği, ölçülü, minimal bir metin, küçük bir başyapıt: Moderato Cantabile. Bir cinayet: Bir adam bir kafede sevgilisini öldürür. Bir karşılaşma: Burjuva bir kadın yine aynı kafede, kocasının yanında çalışan, belli ki uzun süredir peşinde olan bir adamla tanışır. Cinayetin nedeni üzerine başlayan sohbet hayata, aşka ve ölüme dair söylenmişlerle söylenmemişler, yaşanmışlarla yaşanmamışlar arasında akar. Koyulaşan diyaloglar ışığında açığa kavuşanın ya da gizemini koruyanın ne olduğunu okura bırakan Duras, son derece etkileyici üslubuyla hayatın ta kendisini anlatır. Marguerite Duras’ya yayınlandığı yıl Goncourt Ödülü’nü kazandıran, Peter Brook tarafından aynı adla sinemaya da uyarlanan yapıt, moderato cantabile ritminde, doruğa adım adım yaklaşan, taşkın bir anlatı.
16. Sula (Toni Morrison / Sel Yayıncılık)
Edebiyat tarihine armağan ettiği ölümsüz karakterler ve çarpıcı kurgularla dünya edebiyatının önde gelen isimlerinden, Nobel ve Pulitzer ödüllü yazar Toni Morrison ırk ve cinsiyet ayrımcılığını görünür kılan romanlarıyla okurların belleğinde eşsiz bir yer edinmiştir.
Kadın olmanın kuşatılmışlığını birlikte, yoksulluk ve yoksunluk içinde büyürken öğrenen iki kız arkadaş üzerinden suçu dahi paylaşmanın, aşkın ve ihanetin çarpıcı hikâyesi Morrison’un şiirsel dilinde hayat buluyor. Toplumsal normları kabullenişle, kendini bulma ve özgürleşme çabasının çelişkisi dönemin çetin atmosferinde gitgide çözümsüz bir hal alırken, farklı olana karşı duyulan korkunun birleştirici gücü Morrison’un usta kalemiyle gözler önüne seriliyor.
Güvendikçe yara almanın, sahiplenişin yarattığı esaret korkusunun, yaralara ama en çok da yaralayanlara duyulan özlemin, bütün olma, tamamlanma arayışının ve her şeye rağmen ayakta kalmanın; kadın olmanın incelikli hikâyesi: Sula.
17. Samuel Beckett’in Adlandırılamaz Tiyatrosu (Serpilekin Adelina Terlemez / Epos Yayınları)
Bu eser, “hoşa giden” tiyatro ile yolunu ayırmak isteyen Samuel Barclay Beckett’in tiyatro oyunlarıyla diğer eserlerinin ve kendi metinlerinden bizzat yaptığı çevirilerin derin ve ayrıntılı bir incelemesini içeriyor. Beckett “öteki” dilde yeni bir müzik bulmaya çalışıyor. Öz-çevirisi, dosdoğru hedefine giden bir ok gibi yayından fırlıyor. Müzik notaları gibi ele aldığı sözcükleri, kukla gibi oynatıyor. Beckett’in yazım tarzı caz müziğine, tiyatrosu da şiirsel-kültürel-dil(bilim)sel-felsefî bir potaya benziyor. Beckett tiyatrosunun kimliği, farklılığından ve kendini aşma istemi kadar tekrar içine kapanmak saplantısından kurtulma isteminden de yüzeye çıkıyor.
Yazar Beckett’i Batı kültürünün her alanına ve dönemine çengel atmış evrensel bir kültür adamı olarak görüyor ve öyle takdim ediyor. Kimler yok ki yardıma çağırdıkları arasında! Aristo’dan Adorno’ya, Binbir Gece’den Bergson ve Bram van Velde’ye, Cervantes’ten Camus’ye, Dante’den Deleuze ve Derrida’ya, Freud’dan Foucault’ya, Heraklit’ten Husserl ve Heidegger’e, Kitabı Mukaddes’ten Kant’a, Leonardo’dan Lacan’a, Molière’den Marivaux’ya, Platon’dan Proust’a, Rabelais’den Rafaello’ya, (aralarını kendiniz doldurabilirsiniz), Batı kültürünün tüm “ekâbiri” ve birçok başkaları, özgün alıntı ve yorumlarla konuya bağlanmış olarak, orada…
Beckett uzmanı Bruno Clément’ın önsözünde belli-belirsiz ima ettiği gibi, eğer Serpilekin, Beckett’le ve karakterleri ile kendisi arasında bir empati hissetmiş, belki kendini bir anlamda bir Beckett karakteri gibi görmüşse, hiç kuşkusuz diyorum ki, bu çalışmasıyla Beckett’e karşı gelerek “çömleğini kırmış”, Beckett dünyasından kendini kurtarmıştır.
Her şey bir tarafa mükemmel bir Beckett biyografisi sunuyor bu kitap.
18. Kaza Sözleri ve Öteki Metinler (Ferit Edgü / Kırmızı Kedi)
Şiir? Bir ihtimal.
Aforizma? Belki! Yazı uçları?
Kim bilir… En çok “müspet”
bir kazâ’dan arta kalan
“kırpıntı metinler”.
19. Endişe Yengeçleri (Enis Batur, Levent Şentürk / Kırmızı Kedi)
Nasıl dört el için
piyano eseri, aynı anda
(birlikte) iki -ayrı- göz için iki
-farklı- elden tek bir kitap:
333 x 12 x 2 adet kelimelik
bir yazı ve yapı manifestosu.
20. Feminizm (Anne Charlotte Husson / Karakarga)
20. yüzyılda yaşanan önemli gelişmelere rağmen feminist mücadele gündemdeki yerini koruyor. Angela Davis’ten, Simone de Beauvoir’a farklı isimlere başvuran bu çizgi roman, iz bırakan slogan ve olaylarla bu hareketin aşamalarını ortaya koyuyor ve bu sayede cinsiyet, kadına karşı şiddet, kesişimsellik ve queer kuram gibi anahtar kavramları açıklıyor.
Anne-Charlotte Husson, dil bilimleri konusunda doktorasını tamamladı ve Université Paris 13’te cinsiyet ve feminizmle alakalı söylemlerin analizi konusunda dersler veriyor.
Thomas Mathieu, klasik cinsiyetçilik ve tacize maruz kalmış kadınların tanıklıklarını çizgi roman haline getirdiği bloguyla hem feminist çevreler hem de büyük kitleler tarafından tanınan başarılı bir çizer.
21. Sekizinci Hayat (Nino Haratischwili / Aylak Adam)
Gürcistan, yıl 1900: fabrikatör kızı Stasia’nın doğumuyla birlikte altı kuşak ve olağanüstü sekiz yaşamdan oluşacak bir aile destanının tohumları atılır. Stasia refah dolu bir ailede yetişir. Sovyet Devrimi ile birlikte altüst olan yaşamının ayrıntılarını 2006 yılının Almanya’sında aynı aileden küçük Brilka dinleyecektir. Küçük kıza anlatılan, kıpkızıl bir yüzyıl içinde savrulan yaşamların iç burkan ve yürek yakan ayrıntılarıdır.
“Nino Haratischwili büyük bir kitap yazdı, öyle bir kitap ki içerisindeki her şey aşka ve dehşete ait.” —Süddeutsche Zeitung
“Şüphe yok ki Nino Haratischwili, modern Alman edebiyatının en önemli seslerinden biridir.” —Die Zeit
22. Gece Yarısı Gezegeninden Raporlar (Nalo Hopkinson / Ayrıntı Yayınları)
Bilimkurgu ve fantezi türlerinde, feminist bakış açısına dayanan bu sıra dışı ve orijinal eser seçkisi, esas itibariyle edebiyatta ırk ve ırkçılığı konu alıyor. Gece Yarısı Gezegeninden Raporlar’da etkileyici, sürükleyici ve çarpıcı göndermeleriyle ezber bozan iki öykü yer almaktadır. Bunların yanı sıra, yazarın Uluslararası Sanatta Fantastik Edebiyat Derneği’nin konferansında yaptığı; bilimkurgu ve fantastik edebiyatta ırkçılığı eleştiren ve ona karşı yeni bir soluğu yükseltmeyi hedefleyen etkileyici konuşması bulunmaktadır. Çalışma, son olarak yazarla yapılan bir röportajı içermektedir. Bilimkurgu ve fantastik edebiyat çevresinde ve bu türde yayımlanan eserlerin içeriklerinde kök salmış ırkçılığı su yüzüne çıkaran bu seçki, yalnızca edebi derinliğiyle değil, politik ve insani duruşuyla da dikkat çekici bir enerjiye sahip.
23. İstanbul İzlenimleri (Hayr Simon Yeremyan / Belge Yayınları)
Hayr Simon Yeremyan’ın İstanbul İzlenimleri, yaklaşık bir asır öncesinden günümüze uzanan bir hediye. Eser, Yeremyan’ın 1909’da Avrupa’dan aslında yabancısı olmadığı İstanbul’a yaptığı seyahatin ve şehirde geçirdiği üç yılın ürünü. Yazar, bugünün okuruna Toros Haşhaşoğlu’nun tertemiz Türkçesiyle sesleniyor. Yeremyan, kulaklarımıza bir asırda ne kadar çok şeyin değiştiğini fısıldarken, okurlar İstanbul İzlenimleri’nin sayfalarında, kentin o günlerden beri hiç değişmeyen özelliklerini de fark edecek.
Yeremyan, İstanbul’un güzelliklerini eleştirel bakışını terk etmeden överken gündelik hayat sahnelerini, yerel ve uluslararası siyaset ve diplomasi ile ilgili görüşlerini, edebiyat sevgisini kuvvetli kalemiyle okura sunuyor.
Prof. Dr. Levon Zekiyan’ın aydınlatıcı önsözü ile İstanbul İzlenimleri, İstanbul’a dair şehircilik, halkbilimi ve yakın dönem Ermeni tarihi konularında eşsiz bir kaynak. Aynı zamanda bir seyahatname, günlük ve bugüne yazılmış bir mektup.
24. Toplumsal Masallar ve Cinsiyet (Melek Özlem Sezer / Kor Kitap)
Timsahlarla aynı ırmakta yüzmezsiniz, vahşi bir ormana silahsız dalmazsınız, bir aslan karşı dağdan bile kükrese kaçarsınız. Ama yemyeşil bir kırda uzanıp göğe bakarken rahat; çimlerden yavaş yavaş zerkedilen bir zehir varsa, savunmasızsınız. Belki de masallarla mışıl mışıl uykuya dalarsınız. Derken günü gelir sorarsınız:
Bir ölü olan Pamuk Prenses’in öpülmesi neden bizi dehşete düşürmez? Yalnızca basit bir öpücük boğazındaki elmayı nasıl çıkarır? Yoksa ima edilen bir sarsılma mıdır?
Hansel ve Gretel’in aileleri tarafından fakirliğe çare olarak ormana atılmaları ve haneye tecavüz, yamyamlık, cinayet, hırsızlıkla devam eden maceralarının anlamı nedir?
Cam tabut, camdan pabuçlar ve peri kızlarının kuğu kanatları çalınınca evlenmeye mecbur olması ne anlama gelir?
Elmanın yalnızca kırmızı tarafının zehirlemesi, kırmızı pabuçları sevdiği için ayakları kesilen Karin, Kırmızı Başlıklı Kız… Kırmızı neyin simgesidir?
Masallarda işlenen kodlar, yetişkin yaşamımızda bizi nasıl etkiler?
Bu masal analizi kitabında aslında hep bildiğiniz şeylerle şaşıracaksınız.
25. Bir Kadın İşçinin Gençliği (Adelheid Popp / Kor Kitap)
Adelheid Popp’un anıları yalnızca işçi kadınlar için değil, öğrenci, emekli, kamu emekçisi kadınlar, ev kadınları ve erkek işçiler için de öğretici ve yol göstericidir. Kendisi değiştikçe, çevresindekileri de değiştirebileceğine güvenen bir militanın yapabileceklerinin sınırı yoktur. İnsanları uyandırmak, mücadele saflarına kazanmak ve her adımda daha çok işçi ile birleşebilmek için Popp, nasıl yaşamamız ve savaşmamız gerektiğini gösteren büyük bir örnektir.
“Bugüne kadar, beni, yoldaşımızınkinden daha derinden sarsan çok az kitap okumuşumdur! Yoksul bir proleter çocuk olarak yaşadığı ve bir kadın işçi olarak kat be kat, iliğine işlercesine maruz kaldığı sefaleti, yoklukları ve manevi zulümleri yakıcı renklerle anlatıyor.” —August Bebel
“Çocukluğundan bu yana kiliseyle olan bütün bağlarını koparıp özgürce düşünmeye başladı. Monarşinin korkusu ve saygısı içinde yetişmesine rağmen Cumhuriyetçi oldu ve tüm yaşamı boyunca süren acı sınavlar ve ıstıraplar, onu, proletaryanın kurtuluşuna adanmış bir savaşçı, bir sosyalist yaptı.” —Dimitrov