Her hafta olduğu gibi bu hafta öncesinde de sizler için kitap önerisi listesi hazırladık. Bu kez 29 kitaba yer verdiğimiz listemizde daha çok edebiyat dışı yayınlara yer verdik. İşte bu hafta için hazırladığımız 29 kitap önerisi listesi…
1. Kahvenin Hikayesi (Stewart Lee Allen / Maya Kitap)
“Gurmeler, kahve bağımlıları, antropologlar ve eğlenceli macera hikâyelerini seven herkes bu kitabı mutlaka okumalı.” —Anthony Bourdain Mutfak Sırları’nın yazarı, dünyaca ünlü şef
Kahve, gerçekten de tarihi yönlendiren bir madde mi? Nerede doğdu, hangi yollardan geçerek bize geldi? Batı medeniyeti, aydınlanmasını kahveye mi borçlu? Stewart Lee Allen, bu çarpıcı soruların yanıtını bulmak için kafein dolu bir maceraya atılıyor.
Sekiz yüz yıl önce kahvenin ilk kez ekildiği Güney Yemen’in köylerinden, Nobel Ödüllü iki Hintlinin kahve içmek için uğradıkları mağara benzeri kahvehaneye… Fransız İhtilali’nin başladığı Paris salonları ve kafelerinden, Amerika’nın yol kenarı lokantalarına… Kahvenin izinde dünyanın dörtte üçünü gezen Allen, kahvenin tarihini edebi bir tatla anlatıyor.
“Okuyucuyu alıp eski Etiyopya eşkıyalarına, Parisli garsonlara ve Türkiye’den Brezilya’ya hoş rayihalı kahvehanelere götürüyor. Son damlasına kadar güzel!” —Mort Rosenblum Olives: The Life and Love of a Noble Fruit and The Secret Life of the Seine’in yazarı
2. Felsefe Muhabbetlerine Dönüş (Nigel Warburton, David Edmonds / Maya Kitap)
Son derece akıcı ve insanı düşünmeye sevk eden bu muhabbetler, çok çeşitli felsefi konular üzerine hayranlık uyandırıcı bir kavrayış sunuyor. —Publishers Weekly
Felsefe Muhabbetlerine Dönüş, günümüz felsefe dünyasının önde gelen filozoflarıyla yapılan görüşmeleri içeriyor. Yirmi yedi eğlenceli, kişisel ve aydınlatıcı muhabbet, yaşamımızı etkileyen büyük felsefi konulara kısa bir giriş niteliğinde. Siz de bu muhabbete ortak olun ve zevk, işkence, ahlaki şans, istismar, ölümden sonra yaşam ve çok daha fazlası hakkındaki görüşlerinizi yeniden düşünün.
“Üst düzey filozofların, en iyi bildikleri konu üzerine doğaçlama konuşmalarını dinlemek nadiren bulunabilecek bir fırsat.” —Peter Adamson, King’s College Londra
3. Maddi Olmayan Emek Teorisi (Kolektif / Kor Kitap)
İletişim, yazılım, kişisel hizmetler, danışmanlık vb. alanlarda ortaya çıkan yeni meslekler ve giderek genişleyen iş alanlarını açıklamak için Marx’ın emek ya da sınıf kuramının yeterli olmadığı görüşü ana akım sosyal bilimler alanında oldukça yaygındır. Bilgisayarların ve enformasyon teknolojisinin kullanımı ve hizmet sektöründeki büyüme ile birlikte, post-endüstriyel bir aşamaya geçtiğimiz öne sürülmektedir. Buna göre “maddi olmayan” yeni emek biçimleri hâkim hale gelmekte ve yeni bir emek anlayışına ihtiyaç duyulmaktadır. Oysa Marx’ın teorilerinin çağdaş iş biçimlerine uygulanamaz olduğu fikri, onun düşüncesinin ciddi bir biçimde yanlış anlaşılmasına dayanmaktadır. Doğru bir şekilde yorumlanırsa, Marx’ın fikirleri modern dünyadaki işin doğasını kavramak için, maddi olmayan emek kuramından çok daha aydınlatıcı bir çerçeve sunmaktadır.
Arif Koşar’ın hazırlamış olduğu, 9 makaleden oluşan bu kitapta, günümüz dünyasında ortaya çıkan yeni iş ve emek biçimlerinin, Marksist diyalektik yöntemin zenginliğiyle daha güçlü bir biçimde kavranabileceği savunulmaktadır.
4. Zaman Felsefesinin Kısa Tarihi (Adrian Bardon / İş Bankası Kültür Yayınları)
Zaman Felsefesinin Kısa Tarihi, Sokrates öncesi filozoflardan Einstein ve sonrasına uzanan geniş bir tarihsel yelpaze içinde zamanla ilgili en önemli düşüncelerin esaslı bir özetini sunuyor. Yazarın kısa bir kitapta bu zor işin altından başarıyla kalkmasını sağlayan şey, kullandığı etkili yöntem. Bu yöntem fizik, evrimsel biyoloji ve bilişsel bilimden kaynaklanan deneysel bilgiler ile geleneksel metafiziğin argümanlarını harmanlayarak, zamanla ilgili en tutarlı dünya görüşünün ne olabileceğini araştırmaktan ibaret.
Zamanın gerçekten aktığı doğu mudur? Termodinamik yasaların zorunlu bir akış doğrultusu olup olmadığıyla ilgili bize söyleyebileceği bir şey var mıdır? Özel görelilik teorisi dinamik zaman anlayışıyla çelişir mi?
Yazar Adrian Bardon’ın zaman ve evrenle ilgili insanlığın başlangıcından bu yana sorulan ve bugün hâlâ bilim ile metafiziğin sınırında yer almayı sürdüren sorulara cevap aramanın belki de tek makul yolunu başarılı bir şekilde uyguladığı bu kitabın felsefe öğrencilerine olduğu kadar her düzeyden meraklı okuyucuya da hitap edeceğine inanıyoruz.
5. 1917’ye Girerken (Aleksandr Şliyapnikov / Yazılama Yayınevi)
Bu kitap, önde gelen Bolşeviklerden biri olan Şliyapnikov’un anılarını içeriyor. Temmuz 1914 ile 1917’deki Ekim Devrimi’nin hemen öncesi arasındaki dönemi kapsayan anılar, Devrim öncesindeki birkaç yıl içinde Bolşeviklerin siyasi çalışmalarını nasıl yürüttüklerine ilişkin önemli bir kesit sunuyor. Birinci Dünya Savaşı’nın Devrim süreci üzerinde nasıl bir etki yarattığı da anılardan açıkça görülebiliyor.
6. Kendinin-Sahibi Olmak, Özgürlük ve Eşitlik (G.A. Cohen / Epos Yayınları)
Adalet nedir? Marksizmin adalet hakkında söyleyecek sözü var mı? Marksistlerin özgürlük ve eşitlik düşüncesi var mıdır? Marksistler neden kapitalist özgürlüğü sadece kapitalizmin hatalarından yararlanarak eleştirirler?
Kölelik ve feodalizmden bütünüyle farklı olarak kapitalizmle birlikte hem insan bedeninin niteliği hem de insan özgürlüğünün temelleri konusunda çığır açıcı bir döneme girilmiş oldu. Kapitalizmden önce insanın bedeni ve emeği, tam olarak köle sahibine ya da beye/ağaya/aristokrata aitti. Önce köleciler sonra da feodaller, insan bedeni üstündeki kontrolü zor/şiddet aracılığıyla sağlıyordu.
Kapitalizmle birlikte zor ortadan kalktı. İnsan, kendi bedeni ve emeği üzerinde “sınırsız” kontrole sahip oldu. İnsanın kendi “varlığı” üzerindeki kontrolü özgürlük olarak adlandırıldı; özgürlük sayısız belgeden oluşan sözleşmelerle kayıt altına alındı. Kapitalizm, insanlar arasında ve insanların mülk edinme süreçlerinde daha önce görülmemiş tarzda bir eşitlik tesis etti. Buna göre: “Bedenî bir varlık olarak hiçbir insan rızası dışında çalıştırılamaz. Hiçbir insan, başka bir insanın rızası olmaksızın onun hayatına müdahale edemez. Hiçbir insan başkasının sırtını kaşımaya zorlanamaz. Her insan, kendi hayatını kendi yaptığı seçimler doğrultusunda yaşama hakkına sahiptir-ancak kimseye bıçak çekemez ve zor kullanamaz; bu en önemli haktır, kişinin kendi üzerinde sahip olduğu haklar… insanın kendinin-sahibi olma düşüncesini oluşturan haklardır.”
Tabiî kapitalizmle ve kapitalizmin maddî hayat içindeki kendinin-sahibi olma “pratikleri”yle eş zamanlı olarak birçok “özgürlük ve özgürleşme” düşüncesi ortaya çıktı. Marksizm de bunlardan biriydi. Ancak yazar kendinin-sahibi olmanın özgürlüğün sağlanmasını güvence altına almadığını/alamayacağını ve Marksistlerin de kuramsal düzeyde yakalanmış oldukları kendinin-sahibi olma düşüncesinden bir an önce kurtulması gerektiğini ileri sürmektedir.
G. A. Cohen bu kitapta, özgürlük-eşitlik ve adaleti zamandan bağımsız olarak ele alıyor.
Liberallerle-sosyal demokratlar, liberallerle-liberteryenler, liberteryenlerle-Marksistler, reel Marksistlerle-Marksistlerin kapitalizm ve özgürlük kavrayışları arasındaki farkları anlatıyor. Yazar “aradaki farklar”ı göstererek Marksistlerin neden liberteryenler gibi düşündüklerini açıklıyor.
7. Hakikate Yelken Açmak (Stephane van Damme / Yapı Kredi Yayınları)
Aydınlanma Dönemi’ne yeni bir bakış açısı sunan Stéphane Van Damme düşünce ve kavramlar tarihinin ötesinde, filozofların seyahatleri, dostlukları, yazışmaları ve arşiv¬lerinin, gittikleri salon, kolej ve botanik bahçeleri gibi bilme/bilgi mekânlarının Roma, Paris ve Edinburgh gibi şehirlerde izini sürerek felsefe tarihine “açık havada” katkı sağlıyor.
“Entelektüel felsefe tarihi 19. yüzyıldan beri hem bir tür hem de kurumsal ve peda¬gojik bir faaliyet olarak görülmüş felsefi sorunu anlamaya öncelik tanıyan yöntemi tesis etti. Felsefenin kurumsallaşmasına ve siyaset ve toplum nezdinde tanınmasına büyük katkı yaptı. Bununla birlikte meseleye daha yakından bakacak olursak felsefe tarihi dediğimiz şey bugün bile sıklıkla tarihsel sabite olarak tasavvur edilen faa¬liyetlerin ve nesnelerin zayıf biçimde tarihselleştirilmesiyle nitelenir…
Bu yüzden, tarihle edebiyat arasındaki, tarihle bilimler tarihi arasındaki, yahut tarihle sanat tarihi arasındaki semeresi bol alışverişleri uzun süre boyunca görmezden geldi ki bu alışverişler yöntemlerin dolaşımını aydınlatıp epistemolojik sınırlarını yeniden şekillendirebilirdi.”
8. Ölüm ve Labirent (Michel Foucault / Koç Üniversitesi Yayınları)
Bu kitap, dünya edebiyatında tam anlamıyla ayrıksı bir yere sahip olan, edebiyatı dilin dille gerçekleştirdiği bir deney(im) olarak kurgulayan Raymond Roussel’in yapıtını çözümlemeye yönelik ilk girişim. Michel Foucault bu kitabında, felsefe ve sosyal bilimlerde çığır açan temel meselelerinden birini, dilin doğası ile dış dünya arasındaki, yani “kelimeler” ile “şeyler” arasındaki ilişkiyi ele alıyor. Ama bu sefer diğer yapıtlarındaki gibi cinsellik, delilik, bilgi dolayımıyla değil, dilin varlığının kaçınılmaz olarak ortaya çıkardığı boşluktan seslenen bir edebiyatın içinden bakıyor.
Roussel’in yapıtı üzerinde bir meta-dil kuran, dilin doğasına, varlığına dair bir düşünceyi adeta bir ağ gibi ören Foucault, Ölüm ve Labirent’te edebiyatı bir estetik dışavurum biçiminden ziyade, bir deneyim alanı olarak, dilin varlığının soruşturulduğu bir düşünce deneyi olarak tasavvur ediyor. Geleneksel edebiyat eleştirisi doğrultusunda bir yorum çalışması ya da şerh değil, çok farklı nitelikte bir edebiyat çözümlemesi yöntemi ortaya koyuyor.
Gerçekleştirdiği edebiyat deneyi(mi) aracılığıyla, dilin bizler için bir labirent inşa ettiğini, bu labirentten çıkmanın ancak ölümle mümkün olduğunu, hem yapıtları hem de kendi hayatı ve intiharıyla göstermiş olan Roussel’den hareketle Foucault, okuru “dil” denen çıkışsız labirente sokuyor.
Locus Solus, az yazan, az bilinen, anlaşılmayan Roussel’in Türkçeye çevrilmiş tek kitabı. Ölüm ve Labirent ise pek çok eseri Türkçeye çevrilen Foucault’nun nadir kitabı: Gerçek ile kurmaca, hayat ile edebiyat arasındaki ayrımı ortadan kaldıran, dil ile ölüm arasında köprü kuran bir edebiyat deneyi(mi)ni okura da yaşatmaya girişen tekinsiz bir kitap.
9. Deniz Bize İyi Gelecek (Özlem Akıncı / Notos)
Özlem Akıncı sıklıkla rastlananlardan bambaşka yerlerde arıyor hikâyeyi. Anlattıkları sanki yalnızca onun yaşadıklarında bulunabilirmiş gibi. Birlikte yaşadıklarımızdan çıkanlar ister istemez birbirine benzer öykülere yol açtığı için, o kendi dünyasına çekiliyor. Hikâyenin bulunabileceği ayrıntıları kendisi yaşıyor, hissediyor. Dolayısıyla başkalarına bakma gereksinimi duymadan yazıyor. Bu arada kusursuzluğu arayan bir incelikle yazarken anlatım biçiminin kurumasına izin vermeyen canlılığı da yakalayabiliyor.
Özlem Akıncı özel ve iyi bir öykücü. İlk kitabı Ağaçlar Yanıyor’dan sonra Deniz Bize İyi Gelecek onu nitelikli edebiyatın dünyasına sıkı sıkıya bağlıyor.
10. Her Şeyin Bedeli (Russell D. Roberts / Liman Kitapları)
Kapitalizm gerçekten ajite edildiği kadar vahşi mi, yoksa piyasanın kendiliğinden doğan düzeninde her hareketin bir mantığı ve gerekliliği mi var?
Bu kitap F. A. Hayek’ten ilhamla piyasanın kendiliğinden doğan düzenini günlük hayattan örnekler sunarak somut halde okuyucuya aktarıyor. Hayatta her insanın karşılaşabileceği gerçeklikte kurgulanmış olaylar ve piyasada faaliyet gösteren firmaların bireylerin aleyhine gibi görünen uygulamalarının aslında nasıl olumlu sonuçlar doğurduğu ve bunun “kendiliğinden doğan düzen” teorisinin temelini oluşturduğu, romanda eğlenceli bir şekilde açıklanıyor.
Düşünün, doğal bir afet olmuş. Yakınlardaki süpermarket ise bir gecede her şeyin fiyatını ikiye katlamış. Siz de buna isyan edip protestolara katılmaz mıydınız? Meşhur bir tenis oyuncusu ve Stanford Üniversitesi öğrencisi Ramon Fernandez de aynen öyle yapıyor. Kim yapmaz ki?.. Ama aynı Ramon, acaba ekonomi profesörü Ruth Lieber’in piyasanın bu (doğal) işleyişinin herkesin faydasına olduğu savlarına ikna olacak mı?
Zamların her zaman kötü olduğunu, devletin buna engel olması gerektiğini, piyasanın kendi haline bırakıldığında sonucun iyi olmayacağını düşünüyorsanız, bir de siz ekonomi profesörü Ruth Lieber’le konuşun…
“Kimse bir kurşun kalem yapamaz. Bu hakikat, dikkat çekici biçimde öğretici ve romantik olan bu romanın özüdür. Eğer Russell Roberts’ın Her Şeyin Bedeli kitabını okursanız dünyanın tazelendiğini göreceksiniz.” —George Will, Newsweek
“Ekonomiyi kurgu yoluyla öğretmek için dünyada bugüne kadarki en iyi girişim.” —Tyler Cowen, Marjinal Devrim
“Alışılmadık ve çılgınca eğlenceli bir kitap.” —Stephen J. Dubner, Freakonomics’in ortak-yazarı
“Her Şeyin Bedeli, içinde yaşadığımız hayret verici iktisadî dünyaya ışık tutmaktadır. Bu kitap hayatınızı değiştirebilir. Bu kitap size, hepimizin etrafında her gün gerçekleşen mucizelere karşı merak hissini verecek.” —Paul Romer, Stanford Üniversitesi
11. Kayıp Kentten Manevi Vatana (Boğos Levon Zekiyan / Aras Yayıncılık)
Kayıp Kentten Manevi Vatana, kimlik, vatan, etnik aidiyet, azınlıklar konularıyla ilgili tartışmaları özgün bir yaklaşımla ele alıyor. Orijinali İtalyanca olan kitap, Zekiyan’ın 1981-1996 yılları arasında yayımlanmış denemelerinden oluşuyor. Farklı tarihlerde kaleme alınmış olsalar da birbirleriyle bağlantıları açısından bir bütün oluşturan bu denemeler, etnokültürel bir kimlik olarak Ermenilik üzerinden tarihi dönemler boyunca Doğu’da ve Batı’da gelişmiş toplumsal yapıları, kentleşmeyle kimlik arasındaki ilişkileri, çeşitli etnik grupların ve kültürlerin buluşmasını ve bunun sonuçlarını ele alıyor. Yazarın önsözde belirttiği gibi, “Bu kitap, her ne kadar bir halkın somut tecrübesinden yola çıksa da, sahip olduğu iç dinamik açısından, etnik sınırların ötesine uzanan bir önem taşımakta.”
Zekiyan’ın, Hrant Dink Vakfı tarafından düzenlenen “Osmanlı İmparatorluğu ve Türkiye’de Kültürel Etkileşimler Sempozyumu”nda yaptığı “Osmanlı’nın Kendine Özgü Çoğulculuğu ve Tarihin Akışı İçinde Türk-Ermeni İlişkilerine Bir Toplu Bakış Denemesi” başlıklı açılış konuşmasının metni de kitabı tamamlayıcı nitelikte.
12. Çirkin Sesler Korosu (Tülay Güzeler / Yitik Ülke Yayınları)
Tülay Güzeler’in sosyal bilim kurgu dalında yazdığı bir roman Çirkin Sesler Korosu. İnsanın içindeki ve dışındaki çatışmayı, aşkı, medeniyeti, inançları, gizlenmiş yoksulluğu, toplumu ve kuralları, düşleri ve geleceği sorgulayan oylumlu bir metin. Farklı bir yolculuğa açık çağrı Çirkin Sesler Korosu.
Kara, Saire’ye uzak, toprağa çömeldi.
“İssi’yi yüreğine yerleştirebilirsin,” dedi usulca, kavrayan bir sesle, “Uca, İssi’nin altında kara bir gölgeydi. Hepimiz aslında İssi’ye aitiz.”
Susmayacak dedi içinden Saire. Susmayacak. Kalkıp oturdu. Öfkeden, kızmaktan, nefretten… her şeyden bıkıp usanmıştı. Bir dal parçasına uzandı, toprağı eşelemeye başladı. Bezgin bir sesle, dura dura konuştu:
“Sen inancın ne olduğunu hiç öğrenemedin Kara Beycim. Bilmiyorsun. Tüm yüreğinle inandığın, seni kalabalıklara, hayata katan şey elinden kayıp gidince, asıl yitirilen şeyin ne olduğunu anlamıyorsun. Uca’dan vazgeçersen, İssilerden de vazgeçeceğini anlamıyorsun.”
13. Sakallı Celal (Orhan Karaveli / Kırmızı Kedi)
“Bu kadar cehalet ancak tahsille mümkündür.” Bu ve buna benzer pek çok özlü sözün sahibi Sakallı Celâl. Ne yazık ki, ardında hiçbir yazılı eser bırakmadığından bu sözleri ancak tanıkların, tanışıkların gözlem ve duyumlarından aktarabiliyoruz. Salt akıl dolu sözleriyle değil ama, yaşantısıyla, duruşuyla, ödünsüz, müdanasız tavrıyla başlı başına “sivil” bir karakter Sakallı Celâl. Bugünlerde çokça eksikliğini hissettiğimiz, doğru bildiğinden asla şaşmayan idealist aydın tipinin en saygın örneklerinden biri. İkbal değil kendini arayan münzevi bir bilge. Sabahattin Ali’den Melih Cevdet’e, İlhan Selçuk’tan Haldun Taner’e birçok yazarın zihninde yer etmiş, menevişli hikâyesiyle bir garip adam.
14. Fraklı Komünist-Friedrich Engel’in Devrimci Hayatı (Tristram Hunt / İletişim Yayıncılık)
19. yüzyılın büyük devrim çağında serpilen kişisel hayatında Rheinland’dan Manchester’a, barikatlardan tekstil fabrikalarına, silahlı başkaldırıdan parti siyasetine komünist doktrinin gelişimine ışık tutacak deneyimler biriktiren Engels, aynı zamanda, ömrünün en verimli devresinde, dostu Marx’ın dehası ve komünizm davasının yüksek menfaatleri adına, kendi entelektüel çalışmalarından feragat edecek kadar özverili bir komünistti. Onu kendi alçakgönüllülüğünden azat ederek kıymetini teslim etmenin, bereketli fikriyatını keşfetmenin vakti artık gelmiştir. Tek bir insanın yaşam öyküsünden ziyade kitlelerin tarihine odaklanmayı salık veren Marksizmin kurucu figürlerinden birinin bireysel hikâyesini yazmanın kaçınılmaz olarak bir çelişki barındırdığını kabul eden Tristram Hunt, bu kitapta, kendi tarihini yaparken aynı zamanda insanlık tarihinin devrimci-komünist dalgasına omuz veren Friedrich Engels’i fikirleri, politik konumlanışları ve teşebbüsleri kadar tutkuları ve arzuları, kişisel nefretleri ve bireysel kaprisleri olan bir tarihsel şahsiyet olarak sunuyor.
15. Ütopyalar-Politikayla Arzunun Kesiştiği Yer (Aksu Bora, Kadir Dede / İletişim Yayıncılık)
“Ütopyalar, büyük ölçüde içinde yaşadığı koşullardan hoşnut olmayan şimdiki zaman mutsuzları içindir. Ve her çağ kendi şimdiki zaman mutsuzlarını yaratır.” —Murathan Mungan
“Ütopya dediğimiz, her koşulda önce bir kötünün tespiti ile başlar ve bu kötünün ilgası için iyinin ne olduğu sorusunu sorarak devam eder. Yani kötünün ne olduğuna dair bir tarifin olmadığı, iyinin ne olduğuna ilişkin bir tasavvurun olmadığı bir şey, ütopya değildir.” —Nilgün Toker
İşyeri” gibi maddi ve soğuk bir evrenden, türlü duygularımıza, cinsiyet kimliğiyle ilgili tahayyüllere, siborglara kadar uzanarak, gündelik hayatta, politikada, felsefede, edebiyatta, sinemada ütopyanın rotalarında gezen yazılar… Ütopyalardan daha fazla konuşuldukları bir zamanda, distopyaları ve onların ütopyalarla bağını da ihmal etmeden… Ütopyayı, günlük dilde çağrıştırdığı soyut, naif, imkânsız yerden (“olmayan yer”!), dünyaya, hayata, aramıza indirmeye çalışan kitap, bu bakışın yaşattığı bir heyecanı, merakı, hevesi taşıyor.
Aksu Bora’yla Kadir Dede’nin hazırladığı derlemede Meral Akbaş, Polat S. Alpman, Kazım Ateş, Ayşe Devrim Başterzi, Aksu Bora, Nihan Bozok, Olga Selin Hünler Çidam, Kadir Dede, Yücel Demirer, Demet Şahende Dinler, Emre Erdoğan, Gökçe Zeybek Kabakcı, Onur Eylül Kara, Özge Kelekçi, Burak Özsoy, Çağla Karabağ Sarı, Pınar Uyan Semerci, Özgür Taburoğlu, Nilgün Toker ve Tolga Ulusoy’un katkıları yer alıyor.
16. Communitas-Topluluğun Kökeni ve Kaderi (Roberto Esposito / İletişim Yayıncılık)
“Topluluğun özneleri, tıpkı ‘bana borçlusun’ değil de ‘sana borçluyum’ dediklerinde olduğu gibi ‘bir yükümlülük’ etrafında birleşirler. Bu onları kendi kendilerinin mutlak efendileri olmaktan çıkaran; ya da daha doğrusu en asli mülkiyetlerini, yani öznelliklerini (kısmi ya da bütünüyle) kamulaştıran şeydir. (…) Toplulukta özneler bir özdeşleşme ilkesi ya da içinde şeffaf bir iletişim kurabilecekleri veya hiç değilse bu iletişim için gerekli olan içeriği tesis edebilecekleri steril, çevrilmiş bir alan bulmazlar. Bulup bulacakları kendilerini, kendilerinden yoksun bırakacak bir boşluktan, bir mesafeden, bir yabancılıktan başka bir şey değildir.”
Çağdaş siyaset felsefesinin özgün düşünürlerinden, “biyopolitikçi” Roberto Esposito, topluluk fikrini ve kavramını tartışıyor bu kitapta. Topluluğu, üzerine kurulduğu eksikliklerle ve bizzat toplumsallığa dair bir eksiklikle ilişkisi içinde tartışıyor. Topluluk fikrinin, ufuk açıcı bir yapısökümünü gerçekleştiriyor. Esposito’nun bu sorgulaması, modern siyaset felsefesinde topluluk üzerine düşünmenin belli başlı kavramsal hatlarını yeniden katediyor. Bu hatların inşasına damga vurmuş büyük düşünürlere özellikle eğiliyor: Korku – ve Hobbes. Suçluluk – ve Rousseau. Yasa – ve Kant. Ekstaz – ve Heidegger. Deneyim – ve Bataille. Topluluk fikri üzerinden, tümüyle siyaseti, dünyayı, insaniyeti yeniden düşünmeye açılan bir kapı, Communitas.
17. O Sızı Hep Yoklar (İlyas Barut / İletişim Yayıncılık)
“Sabaha karşı Fetvane Sokak’ta çöpçüler genç bir kadın cesedi bulduğunda şehrin doğusundan başlayan beyazlık daha buraları aydınlatmamış, sokağın kedileri henüz uyanmamıştı. Köpekler de kapı içlerinde kıvrılmış, uyuyorlardı. Fırınlardan taze ekmek kokusu yükseliyorsa da bu ekmekler bakkallara daha varmamıştı.”
Cinayetle açılan perde, Nusret Çakmak’ın yeni serüveni, bıraktığı yerden. Yerli polisiyenin tütünlü sesi, mağlup ve öfkeli. O Sızı Hep Yoklar, Bandırma’da, Çanakkale’de geziniyor, karanlık sokakları, merhameti, nedameti, eski defterleri, büyük paraları, küçük hesapları kurcalıyor. İlyas Barut, ağır akan bir nehir gibi taşrayı, alaturkayı, suç ve cezayı anlatıyor. “Geçmiş, belli belirsiz hatırladığımız, bazen kafamıza göre tamamladığımız bir rüya galiba.”
18. İyi Yetişmiş Bir Hayvan (İsmail Sertaç Yılmaz / Sub Yayınları)
Herkes bilir, hayvanların dili yoktur fakat zaten budur şiir olan.
19. Deli Çiftçi Özgürlük Cephesi (Wendell Berry / Sub Yayınları)
20. Veda Ederken (Juan Carlos Onetti / Alakarga)
Kadın kafasında kurduğu tüm imgeleri unuttu, genç kızı tam karşısında durduğu gibi düşlediğini anımsadı, kızın yaşını, geçici güzelliğini, dürüst ve temiz yürekli ifadesinin sahteliğinin gücünü kabullendi. Yeniden, kendini hiç zorlamadan, eski bir alışkanlığın getirdiği kolaylıkla hayatı boyunca ona karşı kin duyduğu inancıyla genç kızdan nefret etmeye başladı.
Juan Carlos Onetti, bu kısa romanında ele aldığı konuya son derece farklı bir yönden yaklaşmış. Veda Ederken’de olayın kahramanı, son günlerini geçirmek için bir sayfiye kasabasına gelmiş, orta yaşın üstünde bir adamdır. Ama onu neredeyse hiç görmeyiz; öyküsünü kasabanın sakinlerinin gözünden bölük pörçük izleriz. Onetti’nin hınzır, çetin ama olağanüstü dünyasına hoşgeldiniz.
21. Yarın Başka Bir Gün Olacak (Juan Carlos Onetti / Alakarga)
Mutfakta bulaşığı yıkarken, içeriden gelen kahkahaları, boğuk fısıltıları dinledi, bunu sessizlik izledi. Birinin sinsice yürüdüğü geldi kulağına, ama kafasına inen demirin tok sesini duymadı. Doğrusu, bir daha hiç duymadı, sendeledi, gövdesi mutfağın zemininde kımıltısız kaldı.
Yazarlığın olmazsa olamazlarından biri olarak kabul ettiği yalancılığını açıkça söylemekten çekinmeyen Juan Carlos Onetti, Yarın Başka Bir Gün Olacak’ta bazen yaşlı bir kadının torununa benzettiği çocuklardan gördüğü vefasızlığı bazen yakınları ölen insanların kederli hallerinden faydalanıp zengin olan bir adamı bazen de arzu ve tutku dolu bir aşkın ufacık bir şeyden bitişini anlatıyor bizlere, onun düş dünyasında zevkle gezineceksiniz.
22. Bunun Konumuzla Bir İlgisi Yok (Özcan Doğan / Doğu Batı Yayınları)
Hayatın kısa olduğunu bilmek insanın ömrünü uzatır.
Birini anlamak onu bilmektir. Ben tam şu anda seni biliyorum demektir.
En iyi bildiğin şeylerden biri de ölmektir. Sanki daha önce yüzlerce kez ölmüş gibi, tereyağından kıl çeker gibi ölür gidersin. Nasıl öleceğini bilmediği için hayatta kalan kimseyi görmedim.
Bir deliye neden? diye sormak, bir kuşa niçin uçuyorsun? demeye benzer.
Deliler bulutlara bakıp hüzünlenmez, yıldızları izleyip hayal kurmaz, yaz bitiyor diye üzülmez, zamanın akıp gitmesine aldırmaz. Deliler ağaçlara kâğıt, kumlara cam, pamuklara elbise, üzümlere şarap, toprağa altın, demire para, paraya ekmek gözüyle bakmaz. Deliler sizin bu saçmalıklarınızla uğraşmaz.
Aysel, bir gün bu kavşaktan geçerken, tam ortasında durmuş, bir oraya bir buraya dönmüş, nereye gideceğini bilememişti. Bir yanı eve, bir yanı işe giden yolların ortasında kaybolup gitmişti. İşte buraya onun kayboluşunun heykelini dikmişlerdi.
Aslında buraya başka şeyler yazıyorum. Ama sanki bunları yazmışım gibi okuyorsun.
Özcan Doğan’ın alışılmış bir dünyayı öyküleriyle tersine çeviren yeni kitabı…
23. Sözcüklerdir Bütün Derdim (Ursula K. Le Guin / hep kitap)
“Atölye” serisinin ilk kitaplarındandı Ursula K. Le Guin’in Dümeni Yaratıcılığa Kırmak kitabı. Orada yazar adaylarının elinden tutmuş, yaratıcılık denizindeki rotayı göstermiş, zamansız bir pusula tutuşturmuştu ellerine. Şimdiyse tayfayı genişletiyor, sadece yazar adaylarını değil sözcüklerle derdi olan herkesi alıyor sihirli gemisine…
Kimi zaman nasıl okumak gerektiğini anlatıp dehasının gölgesini düşürüyor sayfaların üstüne, kimi zaman edebiyatın ne olduğunu ve asıl önemlisi ne olmadığını gösterip hayal gücünün ışığıyla yıkıyor bildiğimiz dünyayı. Edebiyatın sahip olduğumuz en iyi elkitabı olduğunu söylüyor; “ziyaret ettiğimiz ülkenin, yani hayatın en kullanışlı rehberi…” Kimi zaman diğer yazarların eserlerine sızıp oradaki cevherleri çıkarıyor, kimi zaman da cevher sandığımız şeyin çakıl taşından başka bir şey olmadığını gösteriyor.
Her zaman muzip, masum, cesur, çoğunlukla da acımasız Le Guin. Lafını kimseden sakınmıyor, insanların beklentilerini karşılamakla ilgilenmiyor. Onun tek derdi sözcükler. Ölümünün bıraktığı boşluğu da yalnızca onlar doldurabilir: “Bir gün mezar taşım olduğunda, üstünde sadece ismim olsun istiyorum. Fakat bundan da öte, yazarının cinsiyetiyle değil, yazılışının kalitesiyle ve eserin değeriyle yargılanan kitapların üstünde görmek istiyorum ismimi.”
24. Asi Kızlar, Bilge Kadınlar (Kolektif / KaraKarga)
Halide Edip Adıvar – Nezihe Muhiddin – Satı Kadın – Bedia Muvahhit – Afife Jale – Behice Boran – Semiha Berksoy – Seyyan Hanım – Muazzez İlmiye Çığ – Minâ Urgan – Cahide Sonku – Bahriye Üçok – Selma Emiroğlu – Betül Mardin – Leyla Gencer – Yıldız Kenter – Aysel Gürel – Adalet Ağaoğlu – Adile Naşit – Gülten Akın – Türkan Saylan – Sevgi Soysal – Suna Kan – İdil Biret – Tomris Uyar – Tezer Özlü – Şahsenem Bacı – Duygu Asena – Selda Bağcan – Sevil Atasoy – Sezen Aksu – Müjde Ar – Nilgün Marmara – Meral Okay – Zabel Yeseyan
Sahnede, akademide, sokakta ya da evde, cesaretle ve inatla isteklerinin peşine düşen kadınlar, Türkiye kadınlarının gücü ve umudu oldular. Yasaklara rağmen sahneye çıkan Afife, yaralı yanaklara dokunan Türkan, içinden geçeni her koşulda söyleyen Adalet ve ilkleri yazan daha onlarca isim, kadın gücünün simgesi haline geldiler.
Asi Kızlar ve Bilge Kadınlar’da, her biri kendi alanındaki başarısıyla aklımızda yer eden 35 kadın yan yana geliyor ve bize özgürlüğün bahşedilemez ama kazanılabilir olduğunu gösteriyor.
25. Cinsel Farkın İnşası (Zeynep Direk / Metis Yayıncılık)
Cinsellik üzerine bu felsefi araştırmanın başlıca uğrakları Simone de Beauvoir, Hegel, Platon, Georges Bataille, Julia Kristeva, Elizabeth Grosz, Luce Irigaray, Jean-Luc Nancy ve Paul Ricoeur.
Birçok izlek var: Toplumsal cinsiyet, cinsiyet farklılığı, arzu, erotik deneyim, erotik ilişki, eros etiği, ezilme, şiddet, egemenlik, öznelik ve özerklik gibi. Kitap bu izlekler üzerinden feminist düşüncenin meselelerini felsefe tarihiyle ilişkilendiriyor, feminist düşünürlerin bu tarihle nasıl ilişki kurduklarını araştırıyor ve feminizmin kavramlarının altında ne tür felsefi tartışmaların bulunduğunu göstermeyi amaçlıyor. Kadınların (ve ezilen bütün insanların) kurtuluşunu hedefleyen her felsefi çabanın varacağı şu soru: Nasıl özerk özneler haline gelebiliriz, nasıl mücadele edebiliriz?
“Direniş, bir gücün karşısına ondan daha güçlü başka bir güçle çıkmaktan ibaret değildir. Bedeni orantısız bir şiddetin hedefi olarak ortaya koyan bir kahramanlık da değildir. Direniş toplumsal bağlar, ilişkiler kurmaktır; kırılgan öznelerin birlikte güçlenme ve bir toplum inşa etme sürecidir. Bu bakımdan direniş, feda etme veya kurban etmeyi meşrulaştıran bir varoluş biçimi olmamalı, bir oluş, bir yaşam savunusu, bir hayatta kalma mücadelesi olabilmelidir. Dirayet bazı imkânların kapandığı yerde yeni bir yaşam kurma gücüdür; hayatta kalma, rasyonel tartışma, dayanışma, dostluk ve zamanın sabrıdır.”
26. Zürafa Tozu (Erim Şişman / Gnome)
Düşünün; aldatılmışsınız. Juliette’iniz elin adamıyla Varşova’ya kaçmak üzere. Hem de evlenme teklif etmek için hazırlık yaptığınız gece fark ediyorsunuz bu durumu. İlk cinayetiniz hayırlı olsun, artık bir katilsiniz.
Sevdiğiniz kadını turşu kavanozunda saklayacağınızı söylesem inanır mıydınız? İnanacaksınız… Cinayetlerinizin anksiyetenizi bastırıp sizi rahatlattığını hissetseydiniz, devam eder miydiniz insanları öldürmeye? Sosyetenin ölmüş evcil hayvanlarının içini doldurarak geçimini sağlayan bir adam olsaydınız, öldürdüğünüz insanların cesetlerini ne yapardınız? Bir araziye mi gömerdiniz, göle mi atardınız?
İçinizdeki çocuğu öldürmediler mi? İntikamını almayacak mısın?
Sonuçlarından korktuğunuz için uzak durduğunuz tüm eylemleri gerçekleştiriyor ‘Salyangoz’. İnsanların içinden, ılık çiklet kıvamındaki ruhlarını söküp çıkaracağız ve içlerine alçı dökeceğiz, demirlerle vücutlarına şekiller vereceğiz. Şırıngalardaki çilek kokulu sıvıyı damarlarına akıtacağız.
Çevreye vereceğimiz rahatsızlıktan dolayı özür dileteceğiz. Ulus’tan Midas’a kadar gideceğiz. Zeki Müren ve Elvis Presley ile rakı içeceğiz. Hafize Ana’nın ziliyle ziyafete başlayacağız.
Küçükken kapı zillerine basıp kaçmanın cinayete ne çok benzediğini sana kanıtlayacağım.
Korkma kardeşim, gel içeri…
27. Nail’i Bırakamam (Numan Aydınoğlu / Epsilon Yayınevi)
Nâzım Hikmet’ten Mina Urgan’a, Sabahattin Ali’den Ruhi Su’ya kadar pek çok ismin yer aldığı bir dönem romanı.
Ortaokul yıllarında yazmanın büyüsüne kapılan, çıkardığı dergilerle haksızlığa başkaldıran, şiirleri nedeniyle Atatürk’e şikâyet edilen, 17 yaşında Nazım Hikmet’le koğuş arkadaşlığı yapan, 24’ünde Moskova’da yaşarken gelen bir telgraf emriyle büyük aşkı Taisa’dan çocuğunun doğumuna bir ay kala ayrılıp ülkeye dönen ve yıllar sonra aşkı yeniden Halet Çambel’de bulunca yaşamının şekli değişen, Zekeriya Sertel, Nazım Hikmet, Mina Ungan, Suat Derviş, Abidin Dino, Orhan Veli, Sabahattin Ali’nin yakın arkadaşı, mimar olmadığı halde Ağa Han Mimarlık ödülü alan… —Nail Çakırhan
Sadrazam torunu olmasına karşın hayatı ve aşkı en olgun şekilde karşılayan, lüks ve sefahat içindeki yaşamın büyüsünden kurtularak gerektiğinde Hitler’e meydan okuyacak kadar cesur, çadırlarda yatarak hedefine ulaşmak için çalışacak kadar idealist, eşkıyalar ile pazarlık yapacak kadar kendine güvenli, köy kadınlarını bir araya getirerek üretken kılacak kadar girişimci, yoksul çocukların okumasını organize edecek kadar Cumhuriyet kadını ve kocası mutlu olur düşüncesi ile onun ilk karısı Taisa’yı aramak için Rusya’ya gidecek kadar ?şık… —Halet Çambel
Dursun ve Nesrin Paksoy’un çocukları. Bütün bu anıların sahibi. Nail Dayısı ve Halet Hanım Teyzesinin eline doğmuş vefalı bir dost. Âşık Veysel’den Ruhi Su’ya, Zekeriya Sertel’den Yaşar Kemal’e kadar birçok önemli isimle anılar yaşamış ve Yaşar Kemal’in kitaplarına konu olmuş Uzun Ahmet’in torunu… —Emre Paksoy
Ahmet Faik Paksoy ve Mehmet Savrun başta olmak üzere diğer ağaların yanında puantörlük, gece bekçiliği yapmış, daha sonra vekil öğretmenliğe geçmiş, zaman zaman yazdığı yazıları Adana’da çıkan dergilere göndermiş ve Ahmet Faik Paksoy’un kendisine davranışları nedeni ile Kadirli’yi terk ederek İstanbul’a gelmiş, herkesin Yaşar Kemal olarak tanıdığı… —Kemal Sadık
28. Hayalci (Laini Taylor / Artemis Yayınları)
Yetim kütüphaneci Lazlo Strange’in en büyük korkusu, hayallerine ulaşamamaktı. Gizemli kayıp şehir Hıçkırık, beş yaşından beri Lazlo’nun düşlerini süslüyordu ama dünyayı gezip kayıp şehri bulabilmek için çok daha cesur ve bilgili olması gerekiyordu. Ancak beklenmedik bir fırsat doğdu ve Lazlo’nun yolu, Tanrıkatili denen ve efsanevi savaşçıları ile birlikte çıkagelen kahramanla kesişti. Hayalcinin bir karar vermesi gerekiyordu. Ya bu fırsata tutunacak ya da düşlerine sonsuza dek veda edecekti.
Hıçkırık’ta iki yüz yıl önce neler yaşanmıştı da gizemli şehir, dünyanın geri kalanından kopmuştu? Tanrıkatili, hangi tanrıyı katletmişti? Ve çözmeye çalıştığı büyük sorun neydi? Hepsinin cevabı Hıçkırık’ta yatıyordu. Ancak daha da büyük sırlarla birlikte. Lazlo’nun rüyalarına giren mavi tenli tanrıça da kayıp şehirdeydi. Lazlo, varlığından bile emin olmadığı bir kızı rüyalarında nasıl görebiliyordu? Ve bütün tanrılar öldüyse, kız neden bu kadar gerçek görünüyordu?
“En büyük, en cesur, en büyüleyici hayali buydu. Dünyanın öbür ucuna gidip gizemi kendisi çözmek istiyordu. Elbette böyle bir şey imkânsızdı. İyi de imkânsızlık hayalcinin hayal kurmasına engel miydi?”
29. Patronlara Karşı Oligarşilere Karşı: Richard Rorty ile Bir Söyleşi (Derek Nystrom, Kent Puckett / Heretik Yayıncılık)
Richard Rorty bu söyleşide ‘standart’, ‘alışılmış’, ‘ezberlenmiş’ bir sol teoriye birçok temel noktada eleştiri yöneltiyor. Örneğin kültürel farklılık ile damga arasında ayrım yaparak, sorunun damgalanmış grubun kendi ‘kültürünü’ kabul ettirmesi değil, damgalayanların düşüncelerini değiştirmek olduğunu söylüyor: “Damgalanmış grupların sorunu ‘kültürlerini’ kabul ettirmek değil, damgalayanların, bir penise sahip olmamanın, siyah bir deriye sahip olmanın veya her neyse, bunun utanç verici bir şey olduğunu düşünmekten vazgeçmelerini sağlamak.” Bir başka yerde kendi özel-kamusal ayrımına ‘özel olan politiktir’ argümanıyla karşı çıkılmasına itiraz ediyor: “Benim kamusal/özel ayrımım her insanın hayatının nasıl olduğunun bir açıklaması değildi. Aslında insanların hayatlarını kamusal/özel hattında bölmelerine izin vermenin sorun olmadığını söylemek istiyordum. İkisini bir araya getirmek gibi bir sorumluluğumuz yok.” Mevcut teori ve politikalarda bir sorun olduğunu düşünenler, bakış açılarını yeniden değerlendirirken, Rorty’nin bu söyleşideki itiraz ve önerilerinden oldukça yararlanacaklardır: “… son birkaç yüzyıldır insanlar gerçekte ne olduğuyla hiçbir ilgisi olmadığı ortaya çıkan tarih felsefeleri ve sosyal teoriler oluşturuyorlar. Bunu neden sürdürelim ki?