1. Sovyet Öyküleri 2 (Kolektif / Yazılama Yayınevi)
”Sovyet Öyküleri” serimizin ikincisi olan bu kitap dört kısa öyküden oluşmaktadır. Maksim Gorki’nin ilk aşkı, Konstantin Paustovskiy’nin hiç solmayan renkleri ve Vadim Kojevnikov’un neşeye düşen şafağına kapı aralayan öyküler Türkçede ilk defa okurla buluşuyor.
2. Aşı (Ebru Ojen / Edebi Şeyler)
Son dönem romancılığında kendinden sıkça söz ettiren Ebru Ojen, kurgusuyla, gerçeklikle fantastiği buluşturan imgeselliğiyle modern kült edebiyatın dil oyunlarının aksine hem gerçekçi hem fantastik bir dili inşa etmeye devam ediyor.
Aşı, Ojen’in ilk romanıydı ve yayımlandığı yılın en iyi kitapları seçkisine alınmıştı. Roman, modern devleti sorgularken, politik olanı tüm ezberlerin dışında kuran başka bir yerden konuşuyor. Fantastik bir kurmaca ve son dönemde ulus alegorisi bağlamında yazılmış en taze romanlardan biri, Aşı.
Muktedirlerin “Aşı” bahanesiyle kendilerinden saymadıkları bir halkı, Bazidlileri ve tüm ötekileri nasıl kısırlaştırmaya çalıştığını gözler önüne seren gerilim dolu bir anlatı.
Aşı, ikinci baskısıyla Edebi Şeyler’de…
Sessiz adımlarla sokaklarda dolaştı Sîsé. Canavarı uysal bir çocuk gibi ona bakıyordu. Göz göze geldiklerinde galiba her şey istediğimiz gibi olmaya çok yakın, dedi canavarına. İri gözlerinde cesur bir dalgınlık kol geziyordu. Güçlü bedenini kararlılıkla hareket ettiriyordu. Çocukluğunda koştuğu yonca tarlalarını görmek istiyordu tekrar. Kalbi özlemle sarsıldı. Ciğerlerine çektiği hava içini hüzünle doldurdu. Halkı özgürlüğüne kavuşmuş olsa da kendisi için henüz tamamlanmamış bir şey vardı.
3. Faşo Ağalara Karşı Birleşelim! (İlyas Salman / İleri Yayınları)
Aklıma sevgili Kemal Sunal ve Şener Şen’le birlikte oynadığımız (70’li yılların başı) Kibar Feyzo filminden bir sahne geldi. Filmi Antakya’nın Reyhanlı ilçesinin Harran Köyü’nde çekiyoruz. 70’lerin duvarlarında her an karşılaşabildiğimiz sloganlar Harran Köyü’nün kerpiçten evlerinin duvarlarında da boy gösteriyor.
“Üreten biziz yöneten de biz olacağız”, “Kahrolsun Faşizm”, “Kahrolsun Komünistler”, “Müslüman Türkiye”, “Kürtlere Azadi”, “Tek Yol Devrim” gibi… Aralarında en dikkat çekici slogan kocaman kırmızı harflerle yazılmış “FAŞO AĞA” idi.
Senaryo gereği köyün ağası Maho (Şener Şen) Kibar Feyzo’ya (Kemal Sunal) o sloganı göstererek soruyor.
Ağa: Ya Feyzo. Tamam ağayı anladık da bu Faşo Ağa ne demek?
Feyzo: Valla ağam, böyle puşt gibim, ibne gibim bir şey demektir. (Bunlar küfür gibi gelebilir ama senaryo gereği olduğu için sakınmadan yazdım.)
“Faşo ağa”lara karşı mücadelenin sırrı hiç de zor olmayan bir tek sözcükte yatıyor. BİRLEŞME.
Ama ne yapalım ki, benleşme denilen hastalık yakamızı bırakmıyor.
Anadolu’nun bütün devrimcileri birleşin!
4. Kırmızı Çantalı Kadın (Benen Çetindağ / Yitik Ülke Yayınları)
“Küstümcüklerin Uyanışı” adlı kitabın yazarı Benen Çetindağ’ın yeni öyküleri “Kırmızı Çantalı Kadın”da.
Sokakta, hayatın içindedir aradığımız öyküler. Karşılaşılan her insanın anlatacağı, öğreteceği bir şey vardır bize. Usta bir göz detayları yakalar, küçük notlar alır görünmez defterine… Acılar da sevinçler gibi birçok şey fısıldar elbette. İnsanın acıları, evrenin bir parçasıdır. Benen Çetindağ, hayata tam da bu noktadan bakıp tek kelimeyle “kadının öyküsü”nü yazıyor, adeta kadının sesi oluyor. Kırmızı Çantalı Kadın, her gün yan yana geldiğimiz insanlara, söylenemeyene, başkasının acılarına bir bakış denemesi. İçten, içimizden, sıcacık öyküler…
5. Tuğla Harmanı (Muazzez Çörtelek / Yitik Ülke Yayınları)
İnsanlığı yücelten emeğin belleğin derinliklerine gömülüp gitmesine izin vermemek için yazıyor Muazzez Çörtelek. İlk bakışta, bir tuğla harmanını anlatıyor gibi görünse de, aslında bu kitapta orta sınıftan bir ailenin bir dönemdeki sosyolojik haritasını çıkarıyor bir çocuğun gözünden. Bunu yaparken de İstanbul’un içme sularından memlekete gelen ilk kuluçka makinelerine, çizgi roman kahramanlarından takım yıldızlara kadar uzanan yalın ama etkileyici roman yaratıyor: Çamurla sıvanmış bir çocuk şarkısı güzelliğinde… —Akgün Akova
6. Esma-Beni Bana Anlatma (Yüksel Y. Doğan / Ceylan Yayıncılık)
“Darmadağınım. Her nereye baksam, her nereye dokunsam, bir başka düşünce, bir başka davranış içindeyim. Ruhum yüzüme, yüzüm ruhuma çekiliyor. Ellerimle yokluyorum çoğu kez. Utancımın yüz çizgileri bir yere ulaştıracak beni, ruhuma ayna tutacak, yüzümü göreceğim… Nelerle uğraşıyor, neler uyduruyorum. Oysa celladım yanı başımda bana sunduğu teklife ilişkin tek bir söz dahi söyleyebilme cesaretini gösteremezken, bu benim düşkünlüğüm, ayıbım olamaz. Yine de bunu tescilleyen benim. Ve bir yafta gibi hayatım boyunca taşıyorum. Olup biten orada kalmıyor. Sorular, sorgular, ömrünü yiyip bitiriyor. Biç bir şeyi umursamayan ben, neler söylüyorum böyle? Kendisinden başkasını düşünmeyen Tufan da ben olduğuma göre… Artık ben neye inanacağımı bilmiyorum. Sözüme güvensem, davranışım tutarsız, davranışıma hak versem sözüm boşa düşüyor. Kafası karışık biriyim. Alın işte ortada bir Tufan var mı yok mu? ‘o ve ben’ deyip duruyorum ya da ‘ben ve o’ deyip duran sesin, sesi içinde görmezden gelişimizi yok hükmünde sayışım, her türlü kötü muameleyi reva görüşüm neyle, nasıl açıklanır?”
7. Şimdilik Havadisler Bunlar (Erhan Genç / Türk Edebiyat Vakfı Yayınları)
Derin nefes al. Belli etme. Kızarıklık geçene kadar bekle. Tekrar tepsiyi al, içeri yürü. Yürürken yüzüne koca bir gülümseme yerleştirmeye çalış. Ağız dolusu gülmelisin; doktor öyle söylüyor. Tabi bunu parantez içinde söyledi. Fısıltıyla. Hep arasında olduğumuz korku ile ümit yok mu; işte o ümit için moral çok önemliymiş. Gülersem, neşelenirsem, sevindirirsem, güldürürsem, yedirirsem, içirirsem, iyi bakarsam, ümit varmış. Ben de ümitvarım. Şimdilik havadisler bunlar.
8. Sürgün (Aytuğ Akdoğan / İkinci Adam Yayınları)
“İnsanların tek bir doğum ya da ölüm tarihi olduğuna inanmıyorum. Bakmayın siz mezar taşlarındaki o rakamlara! İnsan sık sık ölür ve yeniden doğar aslında.”
Aytuğ Akdoğan bir itiraf edebiyatçısı. “Bir insan nasıl aynaya bakmak zorundaysa, ben de yazmak zorundayım” diyerek yola çıkıyor ve günah çıkartmaya başlıyor. Ancak yolda olmak onun için hem büyüleyici hem de pençesinden kurtulamadığı ölümcül bir hastalık gibi. Dolayısıyla yolda karşılaştığı yalnızları, uyumsuzları ya da mültecileri de tüm gerçeklikleriyle yazıyor ve bu sırada kendi yeraltına doğru düşmeye devam ediyor. Peki, insanlar bu kitabı neden okumalı? Çünkü bu ayin ve arınma, nihayet yazarı kendi vicdanı karşısında özgür kılacağı gibi, okuru da kendi gölgesiyle yüzleştirerek iyileştirecektir.
9. Malgudi Günleri (R. K. Narayan / İmge Kitabevi)
“Narayan bana ikinci bir ev sundu. O olmasaydı Hintli olmanın ne demek olduğunu asla bilemeyecektim.” —Graham Greene
“Dickens’dan beri çok az yazar, Narayan’ın hayali şehri Malgudi’nin aktardığı renkli kalabalık etkisiyle boy ölçüşebilir; Malgudi’nin nüfusu tıpkı bir tapınağın duvarındaki süslemenin keskinliğinde olduğu kadar, köşeyi dönünce daha fazla karakterin ortaya çıkacağı hissiyatının yarattığı sonsuzluktadır.” —John Updike
“Ustaca bir Çehovyen ironi… Narayan’ın Malgudi’si sadece Hindistan’ın değil, bütün dünyanın bir metaforu.” —The Washington Post
“Narayan’ın adının edebiyat dünyasında Çehov’un adıyla birlikte anılması boşuna değil. Narayan tıpkı Çehov gibi kısacık öykülerde çok derin insanlık durumlarını okurun avucunun içine bırakıveriyor. Yarattığı hayali Malgudi şehri zamanla okurun; sokaklarını, insanlarını, otelini, postanesini, sinemasını her bir öyküde zihnine yerleştirmeye başladığı, giderek ezberlediği bir şehre dönüşüyor. O şehirde hem Hindistan’ın hem de insanlığın ruhu yaşıyor.” —Elif Çongur
10. Blöf (Anders de la Motte / Pegasus Yayınları)
Kendisine yeni bir yol çizmekte zorlanan HP bilinmeyen bir numaradan Oyun’a geri dönmek isteyip istemediğini soran bir mesaj alır ancak artık kime güvenebileceğini bilememektedir. HP gözlerden uzak kalmaya ve firar etmeye çalışmıştır ama Oyun’un Efendisi’nden kaçamıyordur. Oyun’un ardındaki gerçeği ortaya çıkarmak ve sonsuza kadar Oyun’un Efendisi’nden kurtulmak umuduyla son bir görevi daha kabul etmeye karar verir.
Erkek kardeşinin Oyun’a dâhil olmasıyla Rebecca’nın hayatı hızla değişmeye başlamıştır ve o da gerçeği öğrenmeye çalışmaktadır. Babasının geçmişi ve erkek kardeşinin içinde bulunduğu zor durum arasındaki bağlantıyı açığa çıkarmaya kararlıdır.
Diğer yandan HP, Oyun’un Efendisi olduğunu düşündüğü kişinin peşine düşer. Oyun’u alt edecek bilgileri toplamak için Oyun’un eski katılımcılarından oluşan bir grupla beraber bir plan yaparlar. Peki HP Oyun’u yenebilecek kadar güçlü müdür? Ve grubundaki diğer eski Oyunculara güvenebilir mi?
İki kardeş kaçınılmaz bir sona doğru ilerledikçe dostu düşmandan ayırmak her zamankinden daha güç bir hale gelir. Ve tüm hamlelerin gizlice yapıldığı bu Oyun’da neyin blöf, neyin gerçek olduğunu ayırt etmek çok zor olacaktır.
“Kaçırmamanız gereken bir üçleme… İlk iki kitabı bu kadar güçlü olan bir serinin son kitabında beklentileri karşılamak kolay değildir fakat Anders de la Motte bu konudaki ustalığını bir kez daha kanıtladı.” —Dagens Nyheter
“Birbirini kovalayan heyecanlı olaylarıyla önceki iki kitaba kıyasla çok daha aksiyonlu. Yazarın dili önceki kitaplarda olduğu gibi son derece akıcı. Mizah anlayışı müthiş, kitabı okurken kendimi sık sık gülümserken buldum… Anders de la Motte’nin yazacağı diğer kitapları heyecanla bekliyorum. İsveç’in en yetenekli yazarlarından!” —DAST Magazine
“Dijital toplumu ön plana çıkaran Anders de la Motte, okurlarına bir kez daha baş döndürücü bir gerilim kitabı sunuyor. Oyun ve Kaos’u henüz okumamış olanlar için heyecanlıyım. Müthiş bir okuma deneyimi sizi bekliyor.” —Metro
“Eğer İsveç gerilimlerinin yalnızca melankolik polisler ve zeki kadın gazetecilerden ibaret olduğunu sanıyorsanız yanılıyorsunuz… Blöf’ün olay örgüsü öyle ustaca kurulmuş ki son sayfaya kadar soluk soluğa okuyacaksınız.” —Politiken
“Bu oyunun sınırları yok.” —Men’s Health