Her hafta hazırladığımız kitap önerisi listemize bu hafta da devam ediyoruz. Bu haftanın öneri listesinde 23 kitaba yer verdik. Özellikle roman türünün ağırlıkta olduğu bu listede sizler de mutlaka ilginizi çekecek bir kitap bulacaksınız. İşte 23 kitap önerisi…
1. Demirdenizi (China Mieville / Yordam Edebiyat)
Gelecekte veya geçmişte, hiç alışık olmadığınız karanlık bölgelerde, hiç de tekin olmayan tuhaf yolculuklara çıkıp, hayal gücünüzün sınırlarını zorlamak ister misiniz? Yanıtınız evet ise, Demirdenizi tam size göre…
Gerçekten de bambaşka, fantastik bir dünya bu… Toprağın derinliklerinden gümbürtüyle gelen devasa kralköstebekleriyle, gökyüzünde tehditkâr bir biçimde uçup duran ray martıları ve kahraman yarasalarıyla, raylarda aniden beliriveren tren melekleriyle, Melville’in Moby Dick’inden Defoe’nun Robinson Crusoe’suna edebî göndermeleriyle, sınırlara ve “öteki âlemler”e ulaşma azmiyle, avlarının ve felsefelerinin peşinde her tür maceraya atılan tutkulu kaptanlarıyla, yeni dünyaların ve algıların kapısını aralarken maceranın tam ortasına yerleşen genç dehalarıyla… bambaşka!
Miéville, hiç şüphesiz, günümüzün en esaslı, en fantastik, hayal gücünü en çok kışkırtan hikâye anlatıcılarından biri. Demirdenizi de yine şüphesiz, onun en güzel, en çarpıcı anlatılarından biri.
Demirdenizi’nin açıklarında masalsı bir dünyaya kaptırıp gitmişken, para/kredi/borç ilişkilerini, doğa ve teknoloji arasındaki çelişkileri, hurdaya dönüştürdüğümüz çevreyi, iktidarı ve bürokrasiyi, bir felsefenin peşinde her şeyi göze alıp çılgınca koşturabilmeyi, insanın saflığını ve acımasızlığını ve benzeri olgu ve gerçekleri enine boyuna sorgulamak/sorgulatmak kolay mı?
China Miéville’in, diğer bilim kurgu ve fantastik edebiyat yazarlarından farkı tam da burada… Eşsiz bir macera, tuhaf bir kurgu, günümüzü ve geleceğimizi sorgulayan düşünsel birikim Demirdenizi’nde bir arada!
2. Adalar’a Çıkmak (Catherine Pinguet / İş Bankası Kültür Yayınları)
İstanbul’un yanı başında, görüş mesafesi içinde, haritalara dokuz nokta olarak yansıyan ve günümüzde metropolün ilçesi olan bir takımada uzanıyor. Batılıların “Prens Adaları”, bizim kısaca “Adalar” dediğimiz bu kara parçacıklarının kendilerine özgü tarihleri, efsaneleri, öyküleri var. Catherine Pinguet on iki yıl boyunca İstanbul’da yaşadı, çeşitli üniversitelerde karşılıklı edebiyat ve tarih dersleri verdi. Hâlâ her fırsat bulduğunda İstanbul’a gelen ve her gelişinde de mutlaka Adalar’ı ziyaret eden Pinguet, Adalar’a Çıkmak adlı bu çalışmasında okuyucuyu Adalar’ın tarihinde yolculuğa çıkarıyor. Bizans, Osmanlı ve Cumhuriyet dönemlerinden geçip günümüze kadar uzanan anlatıda, tarihsel yaklaşımın yanı sıra, Troçki’den Sait Faik’e, Théophile Gautier’den Yahya Kemal’e Adalar’da yaşamış veya gelip geçmiş yazarların, şairlerin, seyyahların izlenimleri kadar, “isimsiz” adalıların anıları, tanıklıkları da önemli bir yer tutuyor. Çok büyük bölümü Pierre de Gigord’un koleksiyonundan derlenmiş ve bazıları daha önce hiç yayımlanmamış 55 fotoğraf, kartpostal ve görsel malzemelerden oluşan Albüm bölümü de çok kolay okunan bu keyifli kitaba ayrı bir zenginlik katıyor. Fransızca konuşanların deyişiyle “monter aux îles” (“Adalar’a çıkmak”), günümüzde de pek çok kişi tarafından hâlâ İstanbul’dan kaçmanın, kalabalıktan ve trafikten uzaklaşmanın en güvenli yollarından biri olarak görülüyor. Yolunuz Adalar’a düşerse, Pinguet’nin bu eserini okumuş olmak dolaşacağınız mekânlara farklı bir gözle bakmanızı sağlayacak.
3. Oh Kaos (Kaan Burak Şen / Küsurat Yayınları)
“Ömür, eskisi gibi yapmaya çalıs¸ırken Çin malına dönüs¸türdügˆümüz her s¸eydi. Yahut s¸öyle diyelim, dünya hayatı, nereden tutarsak tutalım elimizde kalacak bir kuruntuydu. Misafir olarak geldigˆimiz eve çekyat alma çabasıydı. Ya da bir kıskaç olsun yas¸amak, yol aldıkça acıtsın. Ama tam da böyle değildi, canımız kalabalık çekiyordu. Kuyruklarda bekles¸mek iyi geliyordu. Akbilimiz bitecekti, ötecektik herkesin içinde. Gözyas¸ları içerisinde çöp kamyonlarını bekleyecektik. Faturaları ödeyince ‘Oh valla üzerimden bir yük kalktı kız. Aç s¸u Mezdeke’yi de kurtlarımızı dökelim,’ diyecektik. Hasta olunca heyecanlanıp, sigortalarımızı sallaya sallaya halay çekecektik.”
Kaan Burak Şen’in kaleminden incelikle süzülen absürt öykülerin bir araya getirdiği Oh Kaos, gündelik yaşama tutulan, kenarı çatlak bir ayna gibi parlıyor. Bu öyküler metrobüste umutla oturmayı bekleyenlen delikanlı yüreklere, lirik şiirini yere düşürenlere, telefonunda Hayalet Sevgilim melodisi çalanlara iyi gelecek!
4. İz: Portreler Vesaire (Ahmet Erbil / Küsurat Yayınları)
“Türküleri seviyor musunuz? Çekmediği acının türküsünü yakmayan, bozkırdan yükselen sesiyle yalan dünyanın fiyakasını bozan Neşet Usta’nın hikâyesini biliyor musunuz?”
“Yirmi beş yaşımdayken ilk kez kamera karşısına geçtim. Öncesinde manifaturacılık, güreş, kayak, futbol ile ilgilendim. Yıllar sonra, bir soru her şeyi özetler mi? Sevgi mi, emek mi?”
“Bana sinemanın Taçsız Kral’ı diyorlar. Peki siz benim Hollywood maceramı duydunuz mu?”
“Müziği, görünüşü, hayat öğretisi ile herkesin gönlünde taht kuran Barış Manço, şarkılarında neden sıklıkla ölümden bahseder?”
Elinizde tuttuğunuz bu kitap zamanı ve mekânı unutacağınız keyifli bir yolculuğa davet ediyor. Ahmet Erbil’in kaleminin rotasında kurgulanan, çıktıkları yolda kendi izlerini bırakan insanların ilham veren hikâyelerine şahitlik edeceksiniz. İz: Portreler Vesaire ile Nef’i, Seyrani, Âşık Mehmed, Ahmet Vefik Paşa, Rahmizade Bahaeddin Bey, Bob Marley, Ahmet Mithat Efendi, Doktor Ömer Besim Paşa, Charlotte Bronte, Ahmet Mekin, Neşet Ertaş, Ayhan Işık, André Kertész, Fuat Uzkınay, William Butler Yeats, Şener Şen ve Barış Manço’nun çıktıkları yollarda bıraktıkları değerli izleri takip edeceksiniz. Sonrası mı? Sonrası size kalmış, çünkü yola çıkmak iz bırakmanın ilk adımıdır.
5. Obsesyon (Naim Dilmener / Doğan Kitap)
“Naimciğim, sevgili dostum, biraz deliliğe benzeyen bu ünlü-fan ilişkisine ne kadar neşeli bir ışık tutmuşsun. Daha da güzeli ne iyi etmiş de roman yazmışsın. Yolu açık olsun. Sevgiyle… ” —Sezen Aksu
Tutkulu bir plak koleksiyoncusu… Koleksiyonuna yeni plaklar katmak için İstanbul’un muhafazakâr sokaklarında porno resimler/filmler pazarlıyor. Karısını, kızını, bütün dünyayı bir kenara bırakmış. Sezenak Su Çince bir plak mı yapmış ne, onun peşinde. O plak için yapmayacağı şey yok. Hatta…
Naim Dilmener, Obsesyon’da Selami ve onun Canının İçi’ni İstanbul sokaklarında gezdirirken, argo, küfür, para, racon, din, milliyetçilik ve erkeklikle kutsanan gündelik hayatın, bireysel ve toplumsal çöküşün “selfie”sini çekiyor
6. Uçsuz Bucaksız (Ursula K. Le Guin / Doğan Kitap)
Uçsuz Bucaksız, Le Guin’in özgün dünyasına açılan geniş bir kapı.
Ursula K. Le Guin yirminci yüzyılın edebi dehalarından biri. Onun bilinçli, adanmış, kızgın, nükteli, bilge ve her daim zeki olan sesine şimdilerde daha çok ihtiyacımız var. —Margaret Atwood
Bilimkurgu türünün unutulmaz yazarı Ursula K. Le Guin’den cinsiyet eşitsizliğini, aşkı ve özgürlüğü ters yüz eden beş uzun öykü. Okuyanları, tarihin ne olduğu ve nasıl yaratıldığı hakkında düşündürecek, mitoloji, felsefe ile bilimin olanakları boyunca sıra dışı bir yolculuğa çıkaracak ve feminist, ekolojist bir bakışla yeni bir dünya hayali kurmaya imkân verecek.
7. Lao Tzu: Tao Te Ching (Ursula K. Le Guin / Metis Yayıncılık)
Tao Te Ching’i yöneticiler için el kitabı olarak gören akademik çeviriler, Taocu “bilge”nin biricikliğini, erkekliğini, otoritesini vurgulayan terimler kullanır. Bense, günümüzün bilge olmayan, güç sahibi olmayan, muhtemelen erkek de olmayan ve kapalı bir çevrenin anlayabileceği sırlar peşinde koşmak yerine doğruca ruha hitap eden sese kulak kabartacak okuruna, ulaşabileceği bir Yol Kitabı sunmak istedim. Bu kitabın neden iki bin beş yüz yıldır sevildiğini görmesini istedim bu okurun.
“Tao Te Ching büyük dini metinler arasında en sevilesi olanıdır; eğlencelidir, keskindir, iyicildir, mütevazıdır, durdurulamaz bir taşkınlığı, tükenmez bir yenileyiciliği vardır. Tüm derin kaynaklar arasında suyu en berrak olanıdır.” —Ursula K. Le Guin
8. Dikbaşlılar-Bilimi ve Dünyayı Değiştiren 52 Kadın (Rachel Swaby / Koç Üniversitesi Yayınları)
Virginia Apgar’dan Barbara McClintock’a, Chien-Shiung Wu’dan Sophie Kowalevski’ye, Hedy Lamarr’a… Rachel Swaby’nin eğlenceli kaleminden süzülen 52 yaşam öyküsü, bilimi ve dünyayı değiştiren 52 bilim insanı, uğradıkları haksızlıklara ve ayrımcılığa karşı bilime tutunan 52 kadın… Swaby’nin dikbaşlıları bir yandan DNA’nın yapısını çözüyor, doğanın kanunlarını baştan yazıyor ya da yepyeni bir bilim dalı kuruyor; diğer yandan alay ediliyor, görmezden geliniyor ve hakarete uğruyorlar. Ne olursa olsun farklı dönemlerden ve bambaşka coğrafyalardan gelen bu kadınlar başkalarının kanaatlerine değil, bilime inanmaktan asla vazgeçmiyorlar. Bunlar dikbaşlı kadınlar!
9. Bakü Defteri (Bahar Aslan / Can Yayınları)
Nehrin öbür yakasına geçtiklerinde hava kararmak üzereydi, köprünün başındaki askerin pasaportları kontrol ettiği yerde bir çuval patates, üç adet soba borusu ve bakır bir çaydanlıktan ibaret yüklerini kenara koyup biraz dinlenerek yollarına devam ettiler. Gökyüzü üzerlerine düşecek kadar yakın, boz; hava soğuk…
Daha önce Moskova Defteri adlı öykü kitabını yayımladığımız Bahar Aslan’ın yeni kitabı Bakü Defteri, yine sınırları aşan, umutlarının, özlemlerinin, düşlerinin peşinden farklı coğrafyalara giden, savrulan insanların öykülerini anlatıyor. Dünyamızın bugün yaşadığı göç dalgalarının, yurt arayışının içimizde nelere dokunduğunu son derece duru bir Türkçeyle aktarıyor Bahar Aslan.
10. Sözün Onuru (Adnan Binyazar / Can Yayınları)
Genellikle yaratıcı aklın özgür yolunu etkili bir söylemle arayan deneme, içerik yönünden de, düşünceleri, duyguları gölgeleyen her türlü yasağı delip bilgiyle, gözlemsel ayrıntılarla, gerçek kanıtlarla, okuyanı sormaya-sorgulamaya-yorum yapmaya yöneltir. Denemenin beslenme alanı bilgidir, bilginin insan yaşamındaki yeridir.
Usta edebiyatçı Adnan Binyazar’ın yeni denemeleri, Sözün Onuru başlığıyla okurların karşısında. Edebiyatın aracı sözdür, hele bir düşünce yazısının sözüyse bu; sözün onuru, yazar için her şeyden önemli olmalıdır. Elinizdeki kitap, sözün onurunu onlarca yıl taşımış bir kalemden çıkma. Sanat, edebiyat, siyaset, günlük yaşam üzerine okunması gereken kitap…
11. Pornografi (Witold Gombrowicz / Everest Yayınları)
İncelik sahibi ve içe dönük bir karakter olan Witold Gombrowcz adlı başkarakterin gözünden anlatılan Pornografi, Hitler’in işgali altındaki Romanya’da, bir kır evinin boğucu ortamına sıkışmış bir grup insanın yaşadığı tuhaf, tekinsiz maceraları anlatır. Başkarakter ve arkadaşı, misafir edildikleri bu malikanede, -belki biraz boşluğun ve dış dünyadaki gerilimin de etkisiyle- kendileri gibi misafir olan çocukluk arkadaşı genç çiftin gizlice buluştuklarına inanırlar. Ancak genç kadının nişanlısı da malikaneye çıkagelince, bir varsayım, hatta basit bir fantezi üzerine kurulu ilişki bir anda gerçeklik kazanarak tehlikeli bir üçgen oluşturur. Cinselliği, adamakıllı yozlaşmış sosyal ilişkileri, hatta belki korkusuyla ve içgüdüsüyle ölümü de kapsayan bu ilişkiler ağı, insan ruhunun aşağıdan yukarı tüm katmanlarında sarsıntılar yaratacaktır.
1960’da yayımlanan Pornografi, yazarın ünlenmesini sağlayan ilk romanı Ferdydurke’den yaklaşık yirmi yıl sonra, 1960’da yayımlanmıştır. Yazarın önceki romanlarında işlediği temaları aksettirse de temelde onlardan farklıdır. Yazarın o zalimane hicvinin daha güçlü yankılandığı, vurduğu neşterin daha derinlere indiği Pornografi’yi Osman Fırat Baş’ın Lehçe aslından yaptığı çeviriyle sunuyoruz.
“Onun edebiyata saygısı yoktu aslında, bir züppelik ritüeli olarak küçümserdi. Yazdıysa da kabule gelmiş kurallardan kurtulma girişimi olarak yazdı.” —Czeslaw Mliosz
12. Gözlerini Kaçırma (Irmak Zileli / Everest Yayınları)
“Her-kadın-anne-doğar. Her-kadın-anne-doğar. Her-kadın-anne-doğar. Bunu da söylediler. Aslında kimsenin kız çocuğu doğurduğu yoktu. Doğurulan yeni bir anneydi. Anneannen Kâmile Hanım, senin anneni doğurmuştu. Kendi kızını değil. Annen Hicran, Rüya’nın annesini doğurmuştu. Gözü gibi sevmek için adını Didem koyduğu bebeği değil. Sen şimdi bu döngüyü kırdın.”
Muzır ve itaatsiz kız çocuklarının bile büyüdükçe “o çok eleştirdikleri” annelerine dönüştüğünü gösteren, “sistemi yeniden yaratan” o bakışlar…
Gözlerini Kaçırma, bir ailenin üç kuşak kadınlarının kızlarıyla kurduğu ilişkiler üzerinden; kadınlığı, “kutsal” anneliği, “iyi evlat” olmayı ve ataerkilliği kadın eliyle üreten döngüyü sorguluyor.
13. Hansen’in Evlatları (Ognjen Spahic / Dedalus)
DEVRİM… CÜZZAM… GÖZYAŞI…
Avrupa’nın son cüzzam hastanesinde geçen, gerçek bir hikâye!
Hansen’in Evlatları’nda cüzzamlı insanların acıları, hayatta kalma mücadeleleri insanın yüreğine işleyen bir gerçeklikle anlatılıyor. 1980’lerde Avrupa’da yaşanan siyasi gelişmeler, Çavuşesku iktidarının devrilişi ise romanın arka planını oluşturuyor.
“Dışarı çıkıp tüm Avrupalılarla el sıkışmalıyız diye düşündüm. Gülümseyip, cüzzamlı ellerimizi uzatırdık; zira onlar bunu hak etmişti.”
14. Çocukluğun Tarihi (Peter N. Stearns / Dedalus)
“Çocukluğa, tarihi ve kültürler arası bir bakış açısı ile bakmak, bize çocukluk ve dolayısıyla insana dair bir anlayış sağlamaktadır.”
“Çocukluğun Tarihi, çocukluğun dünyadaki yerini ve bunun tarihsel evrimini, tarım toplumlarına, klasik medeniyetlere, klasik sonrası dünyaya, modern öncesi Batı’ya ve modern döneme atıfta bulunarak inceleyen bir kitap. Peter Stearns, kitapta toplumlarda çocukların rolüne yönelik tutumların nasıl geliştiğini kültürler arası bir bakış açısı ile inceliyor. Kitap, çocukluğu küresel bir çerçeve içerisinde ele alarak, farklı toplumların neden farklı yaklaşımlar geliştirdiği ve zaman içinde toplumların çocukluğa yaklaşımının nasıl değiştiğinden yola çıkıyor ve günümüzde çocukluğu anlamak için önemli bir bakış açısı sunuyor. Bu geniş kapsamlı çalışmada, çocukların aile içindeki rollerine, eğitim, çocuk hakları gibi önemli konulara, çocuklara ilişkin geleneklere, savaşların ve küreselleşmenin çocuklar üzerindeki etkilerine, çocuk işçiliği, tüketimcilik gibi önemli sorunlara değiniyor.” —Uzm. Klinik Psikolog Merve Demir
15. Mahvolmuş Bir Tanrı (Kate Atkinson / Yapı Kredi Yayınları)
Mahvolmuş Bir Tanrı, Hayat Sil Baştan’ın kahramanı Ursula’nın kardeşi Teddy’nin hayatını konu alıyor. Teddy büyür ve İkinci Dünya Savaşı sırasında pilot olarak İngiliz Hava Kuvvetlerine katılır. Savaştan sonra babasının “Ne bat ne çık, ortalarda bir yerlerde kal” öğüdüne uyarak şair olma hayallerinden vazgeçer. İlk aşkıyla evlenir, öğretmenlik yapan eşiyle ve kızlarıyla birlikte uzun ve sıradan bir hayat sürer.
Dört kuşak boyunca karakterler arasında ileri geri sıçrayışlarla 1920’lerden 2000’lere kadar neredeyse yüz yıla tanıklık eden romanın ekseninde Teddy’nin savaş tecrübesi yer alsa da, Atkinson aslında Todd ailesinin oluşturduğu mikrokozmos aracılığıyla Savaş ertesinde toparlanmaya çalışan İngiltere’yi mercek altına alıyor.
Yazar, renkli kişilikler ve sürprizlerle dokuduğu romanında, alttan alta kurmacanın kendisini de sorgulamaktan geri kalmıyor.
16. Gözün Kahverengi Suyu (Mehmet Baydur / Yapı Kredi Yayınları)
“Hiç değilse korkmuyorum yok olmaktan, var olmak kadar.”
Bakan, gören, anlayan, anlamlandıran kocaman bir göz; soran, sorgulayan, yola düşen, yoldan çıkan, yolunu kaybetse de hep geri dönen, sessizce gülümseyen ama hiç susmayan bir iç ses; ya da sadece bir iç çekiş, bir nefes, bir ömür… “Perde”nin önüne de arkasına da bakıyor Memet Baydur öykülerinde; insan denen şeyin keskin köşelerini dolanıyor; eşyanın tabiatını insanın tabiatıyla harmanlarken trajik olanla komik olanın belirsiz sınırında geziniyor.
İlk kez 1995’te yayımlanan Gözün Kahverengi Suyu’nu da içeren Bütün Öyküleri, Memet Baydur’un dergilerde kalmış ya da hiçbir yerde yayımlanmamış, bazıları tamamlanmamış öykülerini / metinlerini sunuyor okura.
Yaşamak gramer midir, diye bir enayi soruya takmış aklını, ilişki kurmakta güçlük çekiyor. Burada önemli olan ilişkiler değil, onlar zaten var. Hangi kuş kendi yumurtasını yer, sorusunu bir kitabın sonunda kullanmaya cesaret edemiyor ve korkaklığına sevinen, sevincine alkış tutulan birisi oluyor. Sen seyret şimdi, o ki uzun ve sıkıcı bir tekrar gibi büyük şehirlerde acı fıstıklarını güneşe sermiş bir adam eskisi olarak ayakta dursun ve bizler, bütün geçmişinin yarım kalmış kalıntıları, karşısına erdem anıtları olarak dikilelim. Bunu kendine söylüyor yüksek sesle, sevgisiz ama kuşkusuz da aynı zamanda. Burada önemli olan özlemler değil, onlar zaten yok.
17. Atatürk’e Saldırmanın Dayanılmaz Hafifliği (Ahmet Taner Kışlalı / Kırmızı Kedi)
“Değerli insan, bilim, kültür ve devlet adamı Sayın Ahmet Taner Kışlalı’nın kişiliğinde Türkiye Cumhuriyeti’nin temel değerlerine ve özellikle laik niteliğine yapılan hain saldırıyı şiddet ve nefretle kınıyorum.” —Ahmet Necdet Sezer Anayasa Mahkemesi Başkanı, Cumhurbaşkanı –
“Sevgili Ahmet Taner Kışlalı büyük bir yazar, değerli bir bilimadamı ve tutarlı bir politikacıydı.” —Bülent Ecevit Başbakan, DSP Genel Başkanı
“Genç Kışlalılarımız, en miniğine dek, Ahmet Taner Kışlalı’nın yolunu, yani Cumhuriyetimizin aydınlık yolunu açık tutacak. Milyonlarca Kışlalı oluşacak ve inanıyorum ki, onu yitirişimiz boşa gitmeyecek.” —Prof. Dr. Türkan Saylan ÇYDD Genel Başkanı
“Savunduğun değerleri, Cumhuriyet ve onun ilkelerini senin inancın ve kararlılığınla savunmaya devam edeceğiz.” —Org. Edip Başer Genelkurmay 2. Başkanı –
“Katillerin hedefi demokratik, laik cumhuriyettir. Size uzanan eller, er geç kırılacaktır.” Bayram Meral Türk-İş Genel Başkanı
“Seni katleden alçakların da nasibini alacağı bir güzel dünya, uygar bir Türkiye için yazdın, düşündün, anlattın. Rahat uyu kültürümüzün beyefendisi.” Ahmet Özer Şair
“Kemalizm’in ateşi ilelebet yanacaktır. Sana söz veriyoruz!” —Prof. Dr. Hakkı Keskin Almanya Türk Toplumu Genel Başkanı, Alman Parlamentosu Milletvekili
18. Çıplak ve Ölüydüler (Alaittin Gültekin Yazıcıoğlu / İkinci Adam Yayınları)
Pervanelere yüklenmiş kar taneleri gökten acı, keder, hüzün, gözyaşı getiriyordu. Bizim de sevdiklerimiz, sevildiklerini bilmeyen sevgililerimiz vardı. Görevli sürekli deftere düşüyordu “mevten duhul, mevten duhul’’ bizler hastane görevlileri, doktorlar, hemşireler acilin önünde hüzün içinde şaşkınlıkla bakarken; vicdanlarımızın önünden, bizlerden hesap sorar gibi ölüler geçiriliyordu… aileler çocuklarını uyarmaya başladılar “aman sakin ha! O adamdan kitap falan alma gominis bulaşır’’
19. Evcilleşmemiş Hikayeler (Ahmet Karakulak / Heyamola Yayınları)
Gardiyan Adil, ömrünün bitmesine yakın, tuhaf biri oldu. Sanki yaşamayı unutmuş gibi, kendiyle ilgilenmeyi bıraktı. Zavallı adamın özenle yaptığı en son şey, iki sene önce Karadiken mezarlığından bir yer almak oldu. Gömüleceği yeri seçerken çok titiz davrandı. Mezarlığı defalarca gezdi. Sonunda evinden de görebildiği üç metrekarelik bir yer beğendi. Acelesi varmış gibi iki ameleye kazdırdı mezarını ve ayakucuna bir akasya ağacı dikti. İşte özenerek yaptığı son şey bu oldu. Onun dışındaki herkes, onun hayatının bu dönemini berbat ve dayanılmaz bulabilir.
20. İpini Koparan (Ahmet Can / Profil Kitap)
“Çocukluğumun loş geçitlerinde ben de lastik yakmayı, uçurtma yapmayı, torpil patlatmayı severdim. İşte size anlatacağım bütün serüvenim bu hevesimin bir neticesi olarak gelişti. Küçük düşmekten daha tehlikeli olan küçük düş görmekti.”
Yazabileceği hikâyelerin peşinde durmaksızın koşan, değişken ruh hâllerine sahip bir yazarın çenesi düşük iç konuşmaları… Kendini yitirmek isteyen ancak ne yapacağını bilmediği bu hayata ille de tutunması beklenilen bir aylak…
Sadece nefes alıp vererek hiçbir dengeyi bozmadan yaşayan insanları en büyük suçlu olarak gören, fakat aksine kendisi kodesi boylayan, deliliği varlığının kanıtı olmuş “ipini koparan” kahramanımız bol “kahkahalı” bazen de üzünçlü serüveniyle sizlerle!..
21. Elele Özgürlüğe (Nabi Yağcı / Belge Yayınları)
1920’de kurulan Türkiye Komünist Partisi’nin son Genel Sekreteri olan Nabi Yağcı, tarihine kendi mücadele pratiğine yansıyanlardan hareket ederek TKP-TBKP tarihine mikro-tarih anlayışıyla bakıyor ve buna uygun yeni bir anlatım tarzı seçiyor.
Bu kitabın temel tezi geçmişteki mücadele pratiklerini deneyime dönüştürerek bu deneyimin ışığında tarihe yeniden bakmak ve tarihi anlatmaktan çok onu yorumlamaktır. Bu gözle kendileri de içinde sol hareketin tarihine eleştirel bakan Nabi Yağcı geçmişe “biz neler yaptık” değil “biz neleri değiştirdik ya da değiştiremedik” sorusuyla yaklaşıyor. Bu soru Türkiye sol hareketinin demokrasi konusundaki sınav sorusu olmaktadır.
Bugün ülkemizde radikal demokratik bir muhalefetin olmayışının derin bir umutsuzluk yarattığını söyleyerek “12 Eylül faşist diktası koşullarında, 1987’de yasallık için ülkeye döndüğümüzde de böylesi bir muhalefet yoktu. Bizim yasallık/özgürlük için mücadele pratiğimizin deneyimi en zor koşullarda bile toplumda radikal bir zihniyet değişikliği yaratmanın ve bu yolla radikal demokratik bir muhalefetin doğuşuna müdahale etmenin mümkün olduğunu gösteriyor” diyerek bugüne umutlu bir bakış getiriyor.
Kendilerini başarıya götüren muhalif ruhu şöyle tanımlıyor : “…O nedenle özgürlük bizim için soyut bir ide değil ekmek gibi, su gibi bir ihtiyaçtı, üstelik bireysel olarak her birimiz için ihtiyaç, elinden ekmeği alınmış bir çocuğun açgözlü isteğiyle özgürlüğümüzü istedik. Tutkuyla istedik.”
22. Yüzün Eksik Parçası (Ümran Düşünsel / Ütopya Yayınevi)
Beş yaşında olsaydın şimdi, ya da yedi, on, hiç fark etmez. Koşsaydın kumsalda. Ayağının bastığı yerden kumlar havalan-saydı. Düşüp dizini kanatsaydın. Koşup öpseydim, geçseydi acısı. Uçuşan saçlarına sinen iyot kokusunu çekseydim içime. İçimde kalsaydı. Susmadan anlatsaydın, kesmeden dinleseydim. Güneşin, denizin dibinden çıkardığı yıldızlardan hangisine kayarken dileğimizi astığımızı bulmaya çalışsaydık. Yorulduğunda kucağıma sığınsaydın. Saçlarını okşarken masallar anlatsaydım sana. Gördüğün rüyaları anlattığında hayra yorsaydım.
Hiç gitmemişim.
Ayağın aksamıyor.
İrem ölmemiş.
Dedeni almamış deniz.
Firuzan deniz kabukları toplamıyor.
Harun…
Harun olmazdı ki o vakit. Cengiz de, Moris de…
Denizde sektirdiğim taşlardan farkı yok, hayallerim yine teğet geçti gerçeği. Ya gerçeğim? Kuyruklu yıldız olup düşsem, güneşin gücü yetmez battığım yerden çıkartmaya.
23. On Üç Sus Vakti (Bade Kamböre / Düşülke Yayınları)
Hayat’ı yok etmeye çalıştılar. Örf, adet, gelenek diyerek, din, iman, namus diyerek sindirmeye uğraştılar usanmadan. Yaşamından ve yaralarından öğrendikleriyle yarattı kendini. Yarattıklarıyla yine onları yargıladığı Sus Vakti’nin açmazında, kendine ait olanı, hayatını, kadınlığını, yaşayan ve düşleyen yanını geri almak için çabalamaktan vazgeçmedi. Derin’inde sarıp sakladı umudunu ve hayatın yaz yağmuru gibi dingin ama sel gibi önünde durulamaz akışını aradı hiç üşenmeden.
Patriyarkal Ortadoğu toplumunun boş inanışlarına, iki yüzlülüğüne, kaderciliğine, cinsiyetçiliğine bir sövgü On Üç üçlemesi. Sus Vakti ile usulca yakalıyor bizi ve elimizden tuttuğu gibi Ses Vakti’ne, oradan da Kan Vakti’ne sürüklüyor. Her bir sayfada Hayat’la beraber daha da derinlere dalarak sürüklenmek istiyoruz. Ve aksın zaman! Her şeye rağmen aksın istiyoruz. Geçsin gitsin, aksın, ardında tertemiz bir an bıraksın, ama nasıl? Hayat’ın öyküsünün usta bir kalemin kurgusu olduğunu hemen anlayacaksınız, ama zaten bazen acımasız, kimi zamansa en şaşırtıcı kurgucu hayatın ta kendisi değil midir? —Janset Karavin