Tarihin en vahşi hükümdarlarından biri olan Kazıklı Voyvoda’nın düşmanlarına işkence yaptırdığı sırada yemek yediği söylenir. Bunu öğrendiğimde çok sarsılmıştım. Aklıma televizyonlardan izlediğimiz Körfez Savaşı gelmişti. Sonra Irak’ın devrik lideri Saddam’ın ölümünü de televizyonlardan izledik, Libya’nın devrik lideri Kaddafi’nin linç edilişini de… Bu elbette bizi Kazıklı Voyvoda gibi zalim yapmazdı ama nihayetinde bu görüntüleri görmüş, insanların ölümünü izlemiş ve kumandanın düğmesine basıp televizyonu kapattıktan sonra hayatımıza devam etmiştik.
Saddam başka bir konunun yazısı olsun, ben Muammer Kaddafi’den bahsetmek istiyorum. 27 yaşında genç bir subayken Kral İdris’i darbeyle devirip iktidara gelen Kaddafi tam 42 yıl koltuğunda oturdu. Kaddafi iktidarı ele geçirdikten sonra emperyalizm karşıtı bir politika izledi. Hatta en yakın dostlarından biri Venezuela Devlet Başkanı Hugo Chavez’di. Ülkesini zenginleştiren, vatandaşlarının refahını düşündüğünü her fırsatta dile getiren Kaddafi kimileri için diktatördü çünkü kendisine muhalif olanları asla affetmedi. Hatta çok sayıda muhalifi idam ettirdiği de hakkındaki iddialar arasında.
Kaddafi’nin 1942 yılında başlayan hayatı 20 Ekim 2011’de son buldu. Öldürülmeden önce kendini linç etmek isteyenlere “Evlatlarım ben sizin babanızım. Siz neyin doğru neyin yanlış olduğunu bilmiyorsunuz. Bu yaptığınız haramdır. Haram nedir bilmiyor musunuz?” dedi fakat sesini kimse duymadı.
Yasmina Khadra tarafından yazılan “Kaddafi’nin Son Gecesi” adlı kitapta Kaddafi’nin savaştan kurtulan yakınlarının tanıklığı sayesinde Kaddafi’nin son günleri anlatılıyor. Haber, makale ve tarihi kitapları okumayı sevmeyenler için Khadra’nın romanlaştırdığı bu kitap oldukça ilgi çekici. Kaddafi’nin ağzından yazılan son günler ise oldukça trajik. Bir bedevi çadırında büyüyen Kaddafi’nin asker oluşu, “piç” olmakla suçlanışı, Kral İdris’i devirişi ve iktidara gelişi, iktidardayken en yakın dostlarını bile gözünü kırpmadan infaz edişi, kendisiyle evlendirilmesine izin verilmeyen ilk aşkına lider olduktan sonra yaptıkları, kendisini Allah’ın elçisi olarak görmesi oldukça akıcı bir dille yazılmış.
Kitabı okurken şaşırdığım çok şey oldu elbette ama şaşırmadığım bir tek nokta vardı; insanların gücü ele geçirdikçe canavarlaşıyor olması. Kaddafi’nin de geldiği nokta da en ufak bir eleştiriyi kaldıramamak ve tüm insanların kendisine sonsuz bir saygı ve korkuyla bağlı olduğunu sanmak olmuş. Öyle ki kendisini şöyle tarif edermiş, “İnsanlar benim megaloman olduğumu söyler. Bu doğru değil. Ben Allah’ın bir lütfuyum; kendi kaderini yazabilen, Tanrıların imrendiği istisnai bir varlığım.”
Kaddafi kendi sonunu 42 yıl önce izlemiş olsaydı bu cümleleri söyler miydi ya da bu cümleleri söyleyebilecek bir insan olmayı seçer miydi? Yaşamadığı için soramıyoruz ama bence yapmazdı. Nasıl linç edildiğini hepimiz izledik, kitapta da o anların anlatıldığı kısmı okuduğumda hiç kimsenin böyle bir sonu hak etmediğini düşündüm. Kaddafi her ne kadar ülkesindeki savaşı emperyalist güçlerin başlattığını söylese de sıkıştığı kanalizasyon borusunda onu bulup linç edenler ülkesinin vatandaşlarıydı. Kendisini linç etmeye gelenlere tüm mağrurluğuyla “sizi affediyorum” dese de kimse onu duymadı. Sarığını çıkardılar, saçlarını yoldular, pantolonunu parçaladılar. Kaddafi öldürüldükten sonra, bir süre soğuk hava deposunda halka teşhir edildi. Cesedi ise Sahra Çölü’nde meçhul bir yere gömüldü. Ve son günleri 142 sayfalık bir kitaba sığdı.